Asıl Mesele Doğru Soruyu Sorabilmekte

 Asıl Mesele Doğru Soruyu Sorabilmekte

Okullardan felsefeyi kaldırdılar. Sebep? Düşünceyi yok etmek istiyorlar. Soru sorulmasını, sorgulamayı engelleme çabası bu. Amaç, var olan ezberci sistemi daha da körüklemek.  O ezberi bozmak gerek. Asıl mesele doğru soruyu sorabilmekte.

Niye hiç kimsenin iş edinmediği şeyleri kendime iş edinirim, niye her şeyi sorup öğrenmeye çalışırım?

İnsanın kendine de soru sorması önemli. Ben bunu çok yaparım. Kendime en çok sorduğum, “Ben niye bu kadar manyağım?” sorusudur. Niye hiç kimsenin iş edinmediği şeyleri kendime iş edinirim, niye her şeyi sorup öğrenmeye çalışırım? Mesela neden dört cam var orada, diyorum. Sana ne! Mutlaka mimari bir açıklaması vardır. Sahnede de böyleyimdir. Her şeyi didikler, ayrıntılara takılırım. Sorularımdan yönetmene gına gelir. Mesleğin getirdiği bir durum belki. Tiyatroda bir nizam vardır. Provalarda en başından başlanır metnin sahnelenmesine. Sinemada öyle değil. Ortadan da başlayabilirsiniz çekime, sondan da. Yabancı dizilerde mesela, ilk çekime 4. bölümden başlarlar. Çünkü  bir dizinin 4. veya 5. bölümünde yanılgı payı çok fazla olur. Bir dizi çeksem adını “Hadi Hadi” koyarım. Çünkü ilk çekimde ciddi bir özen olur. Bölümler ilerledikçe, reytingler arttıkça, “hadi hadi”ler başlar, o titizlik biter. Herkesin oturduğu koltuk bile bellidir artık oyunda. Yani monotonluk başlar.

Monotonluk her gün dinlediğimiz haberlerde var

“Her zamanki gibi”yle monotonluğu karıştırmamak gerek. Mesela ablama telefon açıp nasılsın dediğimde, “Ne olacak işte, her zamanki gibi,” diye cevap verir. Oysa bunun kıymetini bilmek gerek. Her zamanki gibiyse işler iyi demektir. Monoton gibi  görünüyor hayat. Hayır, değil! Doğaya bakın, orada büyük bir hareket var. Bir gün rüzgârlı, bir gün yağmurlu. Kış geliyor, yaz geliyor…  Mesela karşımda bir park var. O parka bakıp hayatı anlıyorum. Kuşları, kozalakları seyrediyorum. Öyle bir değişkenlik var ki. Mesela kuşlar nasıl sevişiyor? Nasıl dişiyle cilveleşiyor? Erkek kuşta dişiden daha fazla fantezi var, seyredince görüyorsun. Üremek de o kadar kolay bir şey değil.

Monotonluk her gün dinlediğimiz haberlerde var. Farklıymış gibi duruyor ama aslında üç beş konu etrafından dönen haberler bunlar, hep aynı.

Küçük şehirlerde her şey yavaş ilerliyor.  Zaman mesela yavaş akıyormuş gibi görünüyor. Monoton bir hayat var, denilir taşra için. Aslında orada her şey çok basit ve dingin. (Zor olan basit olmaktır. Çok girifttir aslında.) Bir yerden bir yere gitmek kolay. Yolda zamanı kaybetmiyorsun.  Zamanı kendine ayırıyorsun. İstanbul öyle mi? Devasa bir şehir. Hız dedikleri, zamanın harcanması. Yoksa hız yok. Trafik, zamanı bloke ediyor. Yol yapıyorlar ve o yolların kenarına çiçekleri, laleleri ekiyorlar. Tamam, o da güzel de ben o laleye bakamıyorum ki. Görmüyorum o laleyi, trafikten. Görmediğim bir şeyin keyfini çıkaramam ki. Havaalanında uçaktan indim, beş buçuk saati trafikte geçirdim. Bu mu hız? Zamanın harcanması değil de ne? Yoksa hayat çok devingen bir şey. Tiyatro da öyle. Bana soruyorlar, her gün aynı lafları söylemekten sıkılmıyor musun diye? Salak, her gün aynı lafları aynı insanlara söylemiyorum. Başkalarına söylüyorum.

Dizi filmlere bak. O monoton işte. Herkes aynı

Dizi filmlere bak. O monoton işte. Herkes aynı. Herkesin ayağında aynı marka terlik, aynı kostümler. Bir sponsor bulmuşlar, herkes oradan giyiniyor. Tek tip. Kızların saçları lüle, başka model yok gibi. Mesela Karadeniz’de geçiyor dizinin konusu, oyuncunun saçları lüle. Diğer dizilerdeki oyuncuların saç modelinin aynısı. Köyde bu saçları yapan kuaför mü var? Oynadığı rol, çalışkan Karadeniz kadını; sabah kalkacak, süt sağacak, sofrayı hazırlayacak, çay toplayacak, odun getirecek ama saçlar yapılı. Gerçekliği bozdular.

Kostüm çok önemli. Kostüm deyip geçmeyin. Kullandığınız aksesuvarlara kadar her ayrıntı o yaşanmışlığı vermeli. Mesela Nâzım Hikmet’in hayatını çektiler. Filmde Piraye, İstanbul’dan Bursa’ya hapishaneye Nâzım’ı görmeye gidiyor. Ama bu yolculuk sırasında Piraye’nin elbisesi hiç kırışmıyor. Şimdiki değil o zaman, Bursa-İstanbul arasındaki mesafe uzun. O yolculuk sırasında hiç mi eteğinin kenarı kırışmaz? Kostüm doğruydu ama o kostümde yaşanmışlık izi yoktu. Bu ayrıntılar beni rahatsız ediyor. İşte bu yüzden sürekli, neden diye soruyorum. Detaylar çok önemli.

Hayattaki detaylar da öyle. Görmeden geçiyoruz. O kadar güzel şeyler var ki doğada. Doğada ne kadar yeşil varsa inceledim, ışığa göre değişiyor. Gece başka, öğlen başka, sabah başka gözüküyor. Kaç tane yeşil var, sayamazsın.

 

Bu yazı, Pulbiber derginin Ağustos 2016 sayısında yayımlanmıştır.

Ayşen Gruda

Related post