Bu Çizgi Romanı Bu Uyarlar: Kim, Kim, Kim? | Onur Bayrakçeken

 Bu Çizgi Romanı Bu Uyarlar: Kim, Kim, Kim? | Onur Bayrakçeken

 

Efendim, çizgi romandan uyarlama filmlere ve dizelere çok alıştık. İyi yapımlarla da karşılaştık, “Rezil etmişsiniz güzelim çizgi romanı!” dedirten yapımlarla da. Ama bir de karşılaşmak isteyip bi’ türlü karşılaşamadıklarımız var. Okurken, “Ah ekrana uyarlansa!” dediklerimiz.

Yazık ki bir türlü uyanmıyorlar… Ne yapalım öyleyse, mecbur düş kuracağız! İşte, bu yazı bunun için var: Sevdiğimiz çizgi romanlar televizyon ekranlarına taşınsa kim yönetir, kim oynar ve müziğini kim yapar, bi’ düşleyelim diye!

Doğrusu, uyarlansa şahane olur diye düşündüğüm epeyce bir çizgi roman bulunuyor. Hangi birini seçeceğimi şaşırdım. Ama nihayetinde bu yazı sonsuza kadar süremez, sonra bende parmak sizde göz kalmaz! Bu nedenle beş  çizgi roman seçtim kendime. The Nikopol Trilogy, The Sandman, 100 Bullets, Strangers In Paradise ve yeni bir süper kahraman: Mosaic.

Başlamadan önce bir de not düşeyim: ABD ve Avrupa’da televizyon dizilerinin genelde birden fazla yönetmeni oluyor, ama ben burada her diziye bir yönetmen verdim. En fazla bölümü onlar yönetiyor varsayın!

Buyurun, keyifle okuyasınız…

THE NIKOPOL TRILOGY

Yazan: Enki Bilal

Çizen: Enki Bilal

Yayıncı: Humonoids / DC

Yayın yılı: 1980 – 1992 (Humanoids), 2005 (Humanoids / DC)

Yugoslav asıllı Fransız sanatçı Enki Bilal, Avrupa çizgi romanının en önemli isimlerinden biri. The Nikopol Trilogy de onun Carnival of Immortals (1980), Woman Trap (1986) ve Cold Equator (1992) romanlarından oluşan bir üçleme. Enki Bilal’in şaheseri. Üçleme Türkiye’de de Türkçe olarak yayınlandı, onu da belirteyim.

Beni Enki Bilal ve onun The Nikopol Trilogy’si, yani Nikopol Üçlemesi‘yle ile “Graphic Novel” dersi hocam Mehmet Emin Adanalı tanıştırdı. Üçlemenin ilk romanı Carnival of Immortals’ı okumayı başlar başlamaz Mehmet hocanın bana ne büyük bir iyilik yaptığını hemen fark ettim – çarpılmıştım! Sürrealizmden de el almış müthiş bir distopik hikâyeydi ve Enki Bilal’in özgün çizgileri insanı öyle bir yakalıyordu ki, evin kapısını açsam dizinin ana karakteri Alcide Nikopol’ü görecekmişim gibi hissediyordum.

Hikâye faşist diktatör J. F. Choublanc tarafından yönetilen 2023 Paris’inde başlıyor. Dünya iki nükleer savaş geçirmiş ve bir kaosun içine sürüklenmiş. Burada uzun uzun öyküyü anlatmayacağım tabii; ama Nikopol Üçlemesi’nin görüp görebileceğiniz en tuhaf distopyalardan birini sunduğunu söylemeliyim. Öyle ki, Eski Mısır tanrıları bile var!  Nitekim, hikâyemizin ana kahramanlarından biri de gök tanrısı Horus. İşin esas tuhaf yanı da, bu Mısır tanrılarının Dünya’ya piramit şeklinde bir uzay aracıyla gelmiş olmaları… Esas adamımız Alcide Nikopol ise  bir astronot – ama otuz yıldır uzayda, dondurulmuş uyuyor. Düşünün dünyaya döndüğünde yaşadığı şaşkınlığı. Önemli diğer bir karakter ise seriye ikinci kitapta dahil olan mavi saçlı gazeteci Jill Bioskop… Serüven, Horus’un Alcide Nikopol ile anlaşarak vücudunun idaresini almasıyla başlıyor. Sonrası olaylar olaylar!..

Bu şahane üçlemenin dizisi çekilmedi, ama serinin ikinci romanı Woman Trap‘in filme uyarlandığını belirteyim. Fakat kötü film, onu izleyeceğinize çizgi romanı okuyun.

KİM YÖNETİR: Michelle MacLaren – Aslında sırf Blade Runner (1982)‘ın hatrına buraya Ridley Scott’ı yazasım geldi önce. Ama Michelle MacLaren daha akılcı bir tercih oldu. Bir kere, kabul edelim ki Ridley Scott’a bütçemiz yetmeyebilir. Şaka bir yana, MacLaren’ın dizi deneyimi çok fazla. Üstelik bu deneyim öyle böyle bir deneyim de değil… X-Files‘tan Breaking Bad‘e birçok efsaneleşmiş dizinin yapımcılık ve yönetmenlik koltuğunda oturdu. The Nikopol Trilogy‘i de şahane kotarır.

KİM OYNAR: Thomas Kretschmann (Alcide Nikopol) – İkinci romandan uyarlama filmde de Alcide Nikopol rolünü Thomas Kretschmann üstlenmiş. Vallahi, ha Alcide ha Thomas. Hangisi daha yaşlı bilmiyorum ama biri diğerinin hık demiş burnundan düşmüş. Ayrıca Alcide Nikopol’ün karizmasını taşıyabilecek sayılı aktörlerdendir Thomas Kretschmann!

Kristen Stewart (Jill Bioskop) – Kristen Stewart’ı kısa ve mavi saçla hayal edince karşıma Jill Bioskop çıktı. Jill Bioskop’un o dalgın ve hüzünlü bakışları da Kristen Stewart’a çok yakışıyor. Sonuçta, sevgili Kristen bu role Cuk oturur!

Horus rolünü ise pas geçiyorum. Şahin başlı bir tanrıyı en iyi kim oynar, hiç bilemedim!

MÜZİĞİNİ KİM YAPAR: Fütüristik ve karanlık tınısıyla krautrock ve elektronik müziğin efsane grubu Tangerine Dream bence bu diziye çok yakışır. Grubun kurucu Edgar Froese 2015 yılında hayatını kaybetti ve grubun mevcut üyelerinin hiçbiri esas kadrodan değil. Ama hepsi iyi ve Tangerine Dream tedrisatından geçmiş müzisyenler. Niye kotaramasınlar? Üstelik, Tangerine Dream’in ciddi bir soundtrack geçmişi var.

Bir de pek tabii The Sisters of Mercy’i yazıyoruz buraya: Nikopol Üçlemesi’nin gotik damarını da onlar sırtlar.

THE SANDMAN

Yazan: Neil Gaiman

Çizen: Çok sayıda.

Yayıncı: DC / Vertigo

Yayın yılı: 1989 – 1993 (DC), 1993 – devam ediyor (Vertigo)

The Sandman için ne söylesem az kalır. Neil Gaiman ile aynı düşgücüne sahip olmak için neler vermezdim! The Sandman gibi bir harikanın yayınlandığı dünyada yaşamak mutluluk sebebi, Neil Gaiman gibi bir adamla aynı canlı türünün parçası olmak ise insanlık için az sayıdaki gurur vesilelerinden biri olabilir. Eğer henüz The Sandman ile tanışmadıysanız abarttığımı düşünüyor olabilirsiniz. Seriyi okumuş olanlar, takip edenler, ise abartmadığımı biliyorlar. Okumayanlara sesleniyorum: The Sandman’le tanışmadan geçirdiğiniz her an kayıptır. İthaki Türkçe olarak da birkaç The Sandman serisini bastı. Yani, “İngilizce’m yok,” bahanesini de kabul etmiyoruz, üzgünüm!

The Sandman, yedi Endless’ten (İthaki baskısında “Sonsuzlar” adıyla çevrilmiş) rüyalar kralı ve tüm rüyaların vücut bulmuş hali Dream’in (ki başka başka adlar da alıyor, Morpheus mesela) öyküsünü anlatıyor. Büyülü bir öykü bu; yer yer ürkütücü, yer yer kafa karıştırıcı… Doğrusu, ekrana taşıması oldukça zor bir yapıt. Zaten epey de tartışılmış The Sandman‘in filmi, dizisi çekilebilir mi diye. Neil Gaiman’a sorarsanız, çekilir, ama diyor ki: “Kötü bir Sandman filmi izleyeceğime hiç izlemeyeyim daha iyi.”

Haklı.

KİM YÖNETİR: Terry Gilliam – Dizi yönetmenliği tecrübesi olmayabilir ama Neil Gaiman onu istiyor. Şöyle demişti bir defasında: “Terry Gilliam ne istese veririm, yani bir gün Sandman‘i filme çekmek isterse çeker.” Gaiman’ın üstüne bize laf düşmez!

KİM OYNAR: Benedict Cumberbatch (Dream) – Dream’in o post-punk yıllarından fırlamış gibi duran saçları, gizemi, soğukluğu… hepsi Benedict Cumberbatch’ta mevcut! Tamam, saçları biraz değişiklik istiyor ama halledilir. Benedict Cumberbatch her şeyiyle harika bir Dream! Nitekim Neil Gaiman da onu ilk gördüğünde “Bu bildiğin Dream!” demiş. Gerçi aklına gelen ilk Dream, Johnny Depp’miş ama artık onu bu rol için yaşlı buluyor… Zaman çabuk geçiyor tabii.

MÜZİĞİNİ KİM YAPAR: The Sandman, rüyalardan bahseden bir çizgi roman olmasının ötesinde, bizzat bir rüya gibi anlatılan da bir çizgi roman. Tıpkı Sigur Ros’un müziği gibi, rüyanın ta kendisi. Bu yüzden The Sandman’i Sigur Ros’a teslim edebiliriz sanırım. Üstelik, Sigur Ros’un müziğindeki karanlık da The Sandman‘in karanlığını pek güzel paylaşır.

100 BULLETS

Yazan: Brian Azzarello

Çizen: Eduardo Risso, Dave Johnson

Yayıncı: DC / Vertigo

Yayın yılı: 1999-2009

100 Bullets, Isabella “Dizzy” Cordova adlı Latin kökenli eski bir çete üyesinin öyküsüdür. Dizzy hapisten çıktığında aklında yalnızca kocası ve çocuğu vardır – her ikisi de öldürülmüştür! Aslında intikam düşüncesi onu yiyip bitirmektedir ama o daha katillerin kim olduğunu bile bilmemektedir. Şans ki, onu evine götürecek trende yanına gizemli bir adam, Ajan Graves, oturur. Ajan Graves, Dizzy’e katillerin kim olduğunu gösterir. Bununla kalmaz, Dizzy’e bir tabanca ve yüz mermi verir. Dizzy bu yüz mermileri dilediği gibi harcamakta özgürdür; kimse onu yargılamayacaktır. İşte, hikaye böylece başlar.

DC’ye bağlı Vertigo tarafından basılan 100 Bullets, bir dönem çizgi-roman âlemine damga vurmuş ve bir klasik haline gelmiştir. Dizisi de sahiden çekilecekti, ama yalan oldu. Sonra Tom Hardy’nin el atmasıyla bir film projesi ortaya çıktı, ancak onda da henüz bir gelişme yok.

KİM YÖNETİR: Michael Mann – Mevzubahis tabancalı bi’ serüvense, aslında Guy Ritchie’nin üstüne tanımam. Ama kendisinin pek televizyon dizisi tecrübesi yok. Ayrıca, 100 Bullets onun eğlenceli üslubunu kaldıramayabilir. Onun yerine filmlerinde gerilim ögesini hiç eksik etmeyen Michael Mann daha yerinde bir tercih olur diye düşündüm. Manhunter (1986), Heat (1995) ve The Insider (1999) filmlerini izlerseniz, ki bir suç filmi meraklısıysanız izlemelisiniz, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Bununla beraber, Michael Mann’ın neredeyse hiç televizyon dizisi tecrübesinin olmayışı bir soru işareti oluşturabilir. Ama her şeyin bir ilki vardır, di mi? Bu da Mann’ın ilki olsa fena mı olur!

KİM OYNAR: Daniella Alonso (Dizzy) – Bu ara Revolution dizisine sardığımdan mıdır nedir, Dizzy rolü için aklıma ilk Revolution’ın Nora’sı Daniella Alonso geldi. Alonso, Dizzy gibi bir Latin kadınını oynamak için birebir; zira tıpkı Dizzy gibi o da Latin kökenli. Üstelik, silahlı rollere de alışık. Serseri bir tipi yok ama Dizzy de ilk başta hiç de öyle çete üyesi izlenimi vermiyor insana.  Hem ikisinin yüzleri de birbirini andırıyor… Ben olsam bu rolü Daniella’ya verirdim!

Terence Stamp (Ajan Graves) – O ak saçlarıyla bu role en çok Terence Stamp yakışır!  

Stephen McHattiee (Mr. Shepard) – Stephen McHattiee tecrübeli bir oyuncu. Üstelik televizyon dizilerine de hiç yabancı değil. Mr. Shepard rolünün altından öyle bi’ kalkar ki, hayran kalırız!

MÜZİĞİNİ KİM YAPAR: Tabanca ve mermiler. Cezaevi, çeteler. Dizinin açılış sahnesinde ZZ Top’ın müziğini duyar gibiyim. Bir suç filmi yapıyor olsam ve o film Birleşik Devletler’de geçiyor olsa, ZZ Top’ın müziğine mutlaka yer verirdim.

Bununla beraber, hüzünlü sahnelere de Keith Richards’ın gitarı yakışır. Herkes onu rock’n’roll ve blues tarihinin en önemli gitaristlerinden bilse de, Keith Richards İspanyol ve Latin melodilerinde de iyidir. İlk öğrendiği şarkılardan biri “Malaguena”dır. Sanıyorum, Dizzy ne zaman kocasını ve çocuğunu hatırlasa, Keith Richards’ın ona eşlik etmesi gözümüze bir damla yaş bırakacaktır. Hisli adamdır Keef, yakışır!

STRANGERS IN PARADISE

Yazan: Terry Moore

Çizen: Terry Moore

Yayıncı: 1993 – 2007

Yayın yılı: Abstract Studio

Doğrusu, Terry Moore’un çizimlerine bayılmıyorum. Ama müthiş bir hikayeci! Strangers In Paradise ya da Türkçe çevirisyle Cennetteki Yabancılar (Türkçe’ye ilk defa 2003 yılında çevrildi), lisede tanışan iki kadının, Helen Francine Peters ile Katina Marie “Katchoo” Choovanski’nin ilişkisini anlatıyor. Onlara bir de arkadaşları David Qin eşlik ediyor, o erkek. Mevzu şu: Katchoo biseksüel ve Francine’e âşık, Francine Katchoo’yu en yakın arkadaşı olarak görüyor, David ise Katchoo’ya âşık.

Böyle söyleyince kulağa bir Brezilya dizisi gibi geldiğinin farkındayım. Ancak işin aslı hiç öyle değil. Strangers In Paradise, Amerikan rüyasının sahteliğine tanıklık eden bir dizi; bunu hep üç arkadaşın etrafındaki insanların çıkarcılığıda, bencilliğinde görüyoruz, hem de Francine ile Katchoo’nun kişisel tarihlerindeki büyük zıtlığa. Zira Francine iyi bir evlilik yapıp çoluğa çocuğa karışmak isteyen bir reklamcı. Ama en yakın arkadaşı ve aynı zamanda evini paylaştığı kişi Katchoo, gençliğinden beri suça batıp çıkmış, sonra kendini alkole ve resme vermiş bir kadın. İkisi de sevgi dolu, ama düzen birini karanlık sokaklara itmiş. Ayrıca dizi boyunca hiç dinmeyen cinselliğin de muhafazakârlığa bir saldırı olduğu düşünülebilir.

Terry Moore bu öyküyü her daim diri tutmayı çok iyi kotarıyor. İsterim ki bu üç arkadaşın aşk ve dostluk arasında gidip gelen ilişkisini -ki Arkadaş’ın dediği gibi “elbette aşktır dostluğu mayalayan”*- ekranda da görelim. Hem böyle cüretkar bir diziye ihtiyaç var. Alışsın insanlar sevişmelere, hem de sınırsızca!

*: Arkadaş Z. Özger – Beyaz Ölüm Kuşları

KİM YÖNETİR: Guy Ritchie – Bu yazıda onu illa bir yere yazacaktım! Dizi yönetmekle uğraşır mı bilmem ama Guy Ritchie, Strangers In Paradise‘ı şahane kotarır gibi geliyor bana. Niyeyse Ritchie’nin üslubuyla Terry Moore’un üslubu arasında bir akrabalık seziyorum. Ayrıca, bilhassa Katchoo karakterini nasıl yorumlar, merak ediyorum.

KİM OYNAR: Stoya (Francine) – Onu bilen ya erotik filmleriyle ya geçmişte Marilyn Manson’la yaşadığı ilişkiyle biliyor. Ancak kimse bir noktayı atlamasın: Stoya çok yetenekli bir oyuncudur, ayrıca kendisiyle oturup bir kahve içmiş herkes kabul edecektir ki Francine’ın o arkadaş canlısı ve naif hâlini Stoya çok güzel taşır. Francine rolüne çok yakışacaktır.

Dianna Agron (Katchoo) – Katchoo sert duran bir karakter, ama sert olduğu kadar da kırılgan bir kişiliğe sahip. Bir de, sarışın. Glee’den tanıdığımız Dianna Agron bu role uygun olabilir. Üstelik Stoya ile aynı yaşta, ikisi de 30. Kim bilir, belki sahiden lise arkadaşı bile çıkarlar!

Steven Yeun (David Qin) – Gerçek adı Yousaka Takahashi olan bu karakter, sonradan adını değiştiriyor ama yine Asyalı bir soyad alıyor. Yani, evet, karakterimiz Asyalı. Walking Dead‘den tanıdığımız Steven Yeun, David Qin rolü için biçilmiş kaftan. Belki birkaç yaş genç olsa daha iyi olurdu ama biraz makyaj ile her şey hallolur!

MÜZİĞİNİ KİM YAPAR: Blondie hâlen müzik yaptığı için şanslıyız, çünkü Strangers In Paradise‘a onların müziği cuk oturur! Debbie Harry’nin enerjik vokali bana Katchoo’nun aykırılığını anımsatıyor.

Tabii, Blondie’yle kalmayız. Kaç bölüm dizi… Patti Smith de arada bi’ katkıda bulunsun. Bir de, BabaZula’nın “Özgür Ruh” şarkısını İngilizce çevirip mutlaka bir bölümde geçirmeliyiz. Çünkü mevzuyu çok güzel özetliyor: “Sevişe sevişe azalmaz ki tendeki özgür ruh!”

MOSAIC

Yazar: Geoffrey Thorne

Çizer: Khary Rhandolp

Yayıncı: Marvel

Yayın yılı: 2016 – devam ediyor

Şahsen pek süper kahraman insanı değilimdir – istisnalar hariç! Mosaic, o istisnalardan biri olma yolunda ilerliyor. İlk defa Marvel’ın şu an dizisi de çekilen Uncanny Inhumans serisinin 11. bölümünde görülen Mosaic, bildiğim kadarıyla bu dizide yer almayacak. En azından işin başında o yok, sonradan dahil olursa bilmem! Fakat Mosaic ilginç bir karakter ve nasıl ki Ekim 2016’dan beri kendi çizgi roman dizisine sahip, kendi televizyon dizisine sahip olmayı da hak ediyor.

Hikâye, Morris Sackett adlı siyahi bir basketbolcunun vücudunu yitirmesi ve Inhumans alemine dahil olmasıyla başlıyor – onun adı artık Mosaic’tir! Mosaic’in enteresan meziyetleri var. Kendi vücudunu yitirdiğinden, sürekli bir vücuttan diğerine atlıyor. Yani istediği kişinin vücuduna sahip olabiliyor! Üstelik bir kişinin vücudunu aldı mı, onun hatıralarına bile erişebiliyor. Geoffrey Thorne, Mosaic’in meziyetlerini şöyle anlatıyor: “Her hatıraya, her yeteneğe ve en önemlisi, konuşma ve davranıştaki her nüansa erişebilir.” Bu onun en büyük gücü olduğu gibi, en büyük zaafı da. Zira kendi vücudu olmadığından başka insanların vücuduna muhtaç ve o vücutların sınırlarıyla sınırlı.

İşte, Mosaic böyle bir karakter ve dilerim bir gün onu televizyon ekranlarında da göreceğiz.

KİM YÖNETİR: Russo Biraderler – Anthony & Joe Russo kardeşler Mosaic için biçilmiş kaftan! Marvel evrenini tanıyorlar, üstelik beyaz perdeye on numara beş yıldız taşıyorlar. Dizi deneyimleri de var. Daha ne olsun?

KİM OYNAR: John Boyega (Morris Sackett, Mosaic) – Star Wars: The Fore Awakens (2015) ile yıldızı parlamıştı genç oyuncunun. Daha gözüktüğü ilk sahnede kanım ısınmıştı kendisine. John Boyega’nın adı bir dönem, Marvel’ın üç ay önce çekimlerine başlanan Black Panther filmi için de geçmiş, ancak bu dedikodu çabucak yalanlanmıştı. Nitekim rolü Boyega almadı, ama içimden bir his birgün bir Marvel yapımında göreceğiz kendisini diyor… Bu yapım neden Mosaic olmasın?

MÜZİĞİNİ KİM YAPAR: X-Men: First Class (2011)‘ın yanı sıra Russo biraderlerin yönettiği Captain America: The Winter Soldier (2014) ve Captain America: Civil War (2016) filmlerinin de müziklerini yapan Henry Jackman, Marvel’ı seviyor. Marvel da onu seviyor. Haliyle, Mosaic‘in dizisinin müziklerini de bırakalım o yapsın! Çünkü yaptı mı da şahane yapıyor.

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir