Taner Ölmez: “İçi dolu, temeli sağlam işler yapmak istiyorum hayatımda”

 Taner Ölmez: “İçi dolu, temeli sağlam işler yapmak istiyorum hayatımda”

“Mucize Doktor” her bölümde izlenme rekorları kırıp Ali Vefa karakterine can veren Taner Ölmez izleyicileri kendine hayran bırakarak yoluna devam ediyor. Sezonun en farklı dizisini, sakin ve emin adımlarla, özgüveni, titizliği ve seçiciliğiyle uzun yıllar keyifle izleyeceğimizden emin olduğumuz Taner Ölmez’le konuştuk.*

Mucize Doktor, ilk bölümünden beri en çok izlenen dizilerden biri, dizi hikâyelerinin çok durağanlaştığı bir dönemde böyle bir dizi yayına girdi. Sizce sektörün ve izleyicilerin yaklaşımını nasıl değiştirecek ya da nelere neden olacak bu dizi?

Dünyada yapılan farklı tarzlardaki dizileri dijital platformlardan beğeniyle izlerken bunu kendi projelerimize, kendi televizyonlarımıza da uygulamamız gerektiğini düşünüyorum. Yavaş yavaş olacaktır, birden olmaz ama Mucize Doktor öncü oldu diyebiliriz. Hem izleyicilere, hem yapımcılara, hem kanallara hem de oyunculara farklı işler yapmak konusunda cesaret verdiğini umuyorum.

Yapılan yorumlar neler düşündürüyor size, nasıl yorumlar alıyorsunuz son dönemde? En dikkat çeken yorumlar neler oldu? Herhalde otizmli bireyler ve ailelerinden gelen yorumlar daha önemli.

Aslında onlar oldu. Çok güzel bir hikâye yaşadım. Dizinin birinci bölümü yayınlandı, 10 buçuk, 11’de bitti, uyudum. Sabah 8 gibi uyandım ve sete gittim. Araba beni sete bıraktı, arabadan indim, on adım attım, yanımdan koşarak bir adam geçti. Sonra geri döndü. 40-45 yaşlarındaydı. “Kardeşim, ben neden koşuyorum biliyor musun? İşe geç kaldım, senin yüzünden. Otizmli bir kızım var, diziyi izledim, sonra tekrarını izledim, uykularım kaçtı,” dedi. Yani birinci bölüm yayınlandıktan sonra setten herhangi bir kişiyi bile görmeden ilk gördüğüm insan, yanımdan koşarak geçen, otizmli kızı olan bir babaydı. Enteresan bir hikâyeydi benim için.

Ondan başka da aldığım mesajlar, karşılaştığım insanlar, bu örneğe yakındı. En fazla etkileyen bunlar oldu tabii. Ayrıca ilkokul ya da ortaokul öğrencilerinin okulda doktorculuk oynadıklarına şahidim. Çocuklardan biri Ali oluyor ya da Ali’yi oynatacak kimseyi bulamıyorlar, onu ağaç yapıyorlar, diğerleri Ferman oluyor, Nazlı oluyor, bir şekilde oyun oynuyorlar. Araştırıyorlar, soruyorlar. Google’da trendler arasına Savant Sendromu, otizm kelimeleri girmiş. O kadar mutlu edici şeyler ki bunlar. Aslında amaca ulaşmışız işte. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Amaca ulaşmışız, istediğimizi başarmışız. Tepkiler çok güzel.

Şu ana kadar oynarken ya da izlerken en etkilendiğiniz sahne hangisiydi?

5. bölümdeki bir sahne. Ali Vefa’nın abisine yarım kalan bir vazifesi var. Bir kitap var, Şeker Portakalı. Tamamını okumuş ama son sayfasını okuyamamış. Bu beni çok etkiledi, zaten kitabı da çok severim. Hangisine benzeteyim bilemiyordum Ali Vefa’yı. Acaba Şeker Portakalı’na mı, Küçük Prens’e mi? Gezegen gezegen dolaşıyor çünkü, Ferman’ın gezegenine gidiyor, Nazlı’nın gezegenine gidiyor. Acaba hangisi diye düşünüyordum. Senaristler bunu yazdılar 5. bölümde.

O son sayfayı okumak benim için çok değerliydi. Tam olarak öyle olmasa da sonuçta abisine benzeyen bir çocuk geliyor ve Ali öyle bir şey hissediyor. O çok değerliydi.

Abisiyle vedalaşıyor…

Bir veda sahnesi gibiydi, evet.

“Ali Vefa bu toprakların, buradaki çocukların bir karışımı oldu.”

Ali Vefa’ya hazırlık süreci nasıldı?

Hazırlık süreci çok keyifliydi ve açıkçası etkileyiciydi benim için. Çünkü otizmli çocukların yanına gittim, oturdum onların aralarına. Nasıl anlatsam bilemiyorum ama gerçekten onların yanına oturup bir saat geçirdikten sonra etkilenmemeniz elde değil. Yalandan sigara içmeye gitmek istiyordum, aslında sigara içmek değil, ağlamak istiyordum. O derece beni etkilediler, o kadar güzeller ki çünkü, o kadar temizler ki.

Onları görünce ailelerini görüyorum aslında. Onları görünce komşularını görüyorum, arkadaşlarını, mahalledeki insanları. Geçtiği yolu görüyorum ve geleceğini görüyorum. Bundan 10 sene, 20 sene sonrasını düşlemeye başlıyorum onlara bakınca. Bir çocuktan başka bir çocuğa gözümü çeviriyorum. Enteresan bir süreç, onlarla oturdum, zaman geçirdim ama bir bitki gibi oturdum. Onları korkutmak, incitmek istemedim. Bunları çok fazla kafaya taktım ve dedim ki Taner, yanlarında otur sadece, soru sorma, dik dik bakma, yanlarında bir bitki gibi dur. Kırmaktan çok korktum onları. Onları gözlemledim, baktım diyelim.

Sonrasındaki süreç daha da zor. Bir yere kadar izledim onları, gözlemledim, otizmi araştırdım, Savant Sendromu’nu araştırdım. Bu konuda kitaplar okudum, filmler ya da videolar izledim, TEDx konuşmalarına baktım 1,5-2 ay boyunca. Daha sonra çalışmaların üstüne oyuncu koçuyla çalıştım, en son doğaçlamalar yaptım.

Her gün mutlaka sabah bir yere, öğlen bir yere, akşam bir yere gidiyordum. Otizmli çocukların evlerine gidiyordum, odalarına giriyordum, onlarla oyun oynamaya çalışıyordum ama yine çok fazla konuşmadan…

Çekim yapmaya başladıktan sonra da kafamda tek bir cümle vardı: Çocuğu kırma, ailesini kırma, komşusunu üzme, abartma hiçbir şeyi, elini kolunu havalara savurma, ölçüsünde, tadında bırak. Kırmamam, üzmemem gereken o kadar çok insan var ki… En yalın, en doğru şekilde vermem gerekiyordu. Televizyon abartı ister, acıtmak ister… Abartmak, acıtmak istemedim, bu kadarı var, bu kadarını yapıyorum, kabulse kabul, yapmıyorum fazlasını. Fazlası yok çünkü. Üzemem ailesini, komşusunu üzemem, tek derdim bu. Yoksa elimi kolumu havalara savururum, her şeyi yapabilirim.

Onlarca çocuk vardı karşımda, Ali hepsinin bütünü aslında, hepsinden bir parça. Biri koklayıp yiyor, içiyordu, onu aldım. Biri elini çekiyordu, onu aldım. Yürürken parmak uçlarında dolaşıyordu, bunun birazını almam lazım diye düşündüm çünkü hepsi çok fazla. Ama bu da bir belirti, farklılığın bir durumu yani. El ayak koordinasyonunda bir sıkıntı var. Koşarken bunu çıkartırım dedim. Ufak tefek, fazla abartı olmadan, en naif, en pür haliyle işlemeye çalıştım.

Elimde örnekler vardı, Amerikalısı, Korelisi… Onları da izlemedim çünkü bu toprakların çocuğu olacak Ali Vefa. Beni ilgilendirmiyor Amerikalının ne yaptığı ya da Korelinin ne yapacağı. Bizimki Samsun’da geçiyor. Sıcaklığı, soğukluğu, her şeyi ona göre, aşkı, sevdası, duruma bakışı, her şeyi bu topraklarda. O yüzden izlememe gerek yok. Ali Vefa bu toprakların, buradaki çocukların bir karışımı oldu.

Çok çalışkan bir oyuncusunuz. Çok kafa yoruyorsunuz belli ki, bir projeyi kabul etmeden önce de kabul ettikten sonra o karakteri doğru çıkartabilmek için de…

Her işe, her konuya onu tartarak, her yanını düşünerek yaklaşmaya çalışıyorum. Gelen dizi, tiyatro, reklam olsun fark etmez, onu elime alırken kırk kere düşünürüm. Şu oyun güzel, evet, ne anlatıyor, derdi ne, derdi var, gündeme oturuyor, tamam. İçi dolu, temeli sağlam işler yapmak istiyorum çünkü hayatımda.

Çalışma kısmına gelince, aslına bakarsan siz burada bir çekim yaptınız, bunun öncesinde oturup çalıştınız değil mi? Ne olabilir diye baktınız, ben niye bakmayayım? Bir futbolcu bir gün maç yapıyor, beş gün antrenman. Ben niye antrenman yapmayayım? Başka türlü kendimi nasıl sıcak tutabilirim ki, nasıl konuşabilirim… Nasıl bir yükseltinin üstüne çıkıp insanlara, bir dakika kardeşim, kralı oynuyorum, en iyi kralı oynayacağım şimdi size diyebilirim? Onun için çalışmak gerekiyor, başka türlü bir yaparsın, üç yaparsın, dördü yapamazsın.

Ya da aynı şeyleri oynarsın…

Aynı şeyleri oynarsın. Zaten bunu da isterler senden bu arada. Ben Medcezir’den çıktıktan sonra bana on tane Medcezir geldi. Ben o değilim dedim artık. Para mı? İstemiyorum arkadaşım, ben duruyorum. Gelirse bir gün aklı başında bir yapım, bir proje onu ben Allahın emriyle giderim isterim onlardan. Böyle bir şey yapıyorsunuz, konuşmamıza gerek yok, gelin ben audition vereyim size, biraz çalışalım derim. Bunda da öyle oldu.

Okudum hikâyeyi, dedim ki tamam, bu çok güzel bir hikâye. Bunu yapmaları bir kere çok güzel dedim. Sektörden biri olarak sevindim. İkinci olarak beni düşündünüz, daha çok sevindim, dedim. Sevincim katlandı. Şimdi konuşalım: Ben size şunu söylemek istiyorum, siz kimi seçerseniz seçin, gitsin doktorla, eğitmenleriyle, otizmli bireyin ailesiyle ya da otizmlilerle çalışsın, senarist ve yönetmenle değil, dedim. Ki benimki de öyle oldu. Yönetmene anlatacak şeyin benim olması lazım. Bir saniye demem lazım. Tez-antitez olması lazım. Yoksa o yorgunlukla, haldır huldur çekim süreciyle olmaz.

Bundan daha iyisi de olur bu arada. Biz bu işi 120-130 dakika çekiyoruz. Adamlar bu işi yapmışlar 40 dakikada. Bölümleri 40 dakika, biz çekiyoruz 130 dakika. Zor, çok zor iş. Daha iyisi var mı? Var. Düşürün dakikayı, bak neler oluyor o zaman… Amerikan versiyonu çok daha güzel diyenler var. Olabilir. Adamlar 45 dakikayı içlerine sindire sindire çekiyorlar, bizde öyle değil ki. Gelsinler bizimkine baksınlar, yapabiliyorlar mı?

“Televizyon abartı ister, acıtmak ister… Abartmak, acıtmak istemedim…”

Otizmli çocuklarla vakit geçirirken Taner olarak cebinize koyduklarınız nelerdi?

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bunu söyleyebilirim. Ben o gün o kapıdan içeri girdim ya, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak kendi adıma. İlk gün gittim Pendik Kurtköy’e, Kurtköy’den Bebek’e döndüm. Kaç saatte döndüm bilmiyorum, trafik saatiydi. Bir kelime ağzımı açıp laf söyleyemedim yolculuk boyunca. Arabada dört kişiyiz, ağzımı açıp gak demedim.

Vuruldum ya, resmen vuruldum. Görsen sen de vurulursun. Çocuklar o kadar güzeller ki. Biri var, sudan korkuyor. Bu kadarcık çocuk, su deme “sss” yap, paramparça oluyor. Biri var, su desen, nerede diyor, süs havuzunu görse atlıyor içine. Bu kadar farklı, bu kadar güzel çocuklar. Onlara bakıp düşünüyorum. Bunlar çok ağır şeyler. İnanılmaz derecede saygı duyuyorum artık.

Geliyorlar yanımıza, setimize otizmli bireyler ve onların aileleri. “Fotoğraf çekelim mi?” diyorlar. Tabii ki çekelim, gel diyorum, sen nasıl istiyorsan, nerede istiyorsan, gel, ben buradayım, seni dinliyorum, diyorum. Elim, kolum, kanadım kırılıyor yani.

Birkaç sene önce bir röportajda, “Acelem yok, sakin ve emin adımlarla ilerleyeceğim,” demişsiniz. Buradan yola çıkarak 20 yıl sonra Ali Vefa sizin oyunculuk kariyerinizde nasıl bir yerde duracak?

Unutursunuz ama hatırlatırım size. Aa, bu çocuk bunu da oynamıştı, dersiniz. Çünkü seyirci her şeyi unutur. Unuturlar ama ben bir şekilde hatırlatırım onlara. Sonuçta Medcezir’de izlediler beni. Medcezir çok izlendi ama onu kafalarından sildim. Uzun bir ara verdim, o tarz bir şey yapmadım. Bu çocuk böyle devam eden bir çocuk değil, deyip sildiler kafalarından. Benim görüşüm öyle…

Tam durdu, durduğu andan itibaren ben artık tekrar başladım, bir şeyler yapmalıyım demeye, evrene yolluyorum enerjiyi. İyi niyetle o bir şekilde beni buluyor ve yine bulacak. Bundan 3-4 sene sonra yine bir şey gelecek. Yine normal bir şey oynamayacağım bu arada. Zaten bundan sonra herhangi bir işte oynasam yine farklı gelecek ama yine de farklı bir şey bekleyeceğim.

Hep enerjik ve pozitif görünüyorsunuz, tam tersi modda nasıl oluyorsunuz?

Sessiz oluyorum. Susarım.

Kolay sinirlenir misiniz?

Yok ama susarım. Görmezden gelirim. İleri bir durumsa yok ederim. Sen yokmuşsun gibi davranırım, seni öyle silerim. Sana kızmam zaten çok zor. Kızabilirim, onun üzerinde bir tane daha kapı var, o kapıyı da kırarsan seni silerim. Ortamda seni görmem. Seninle hiç konuşmam. Senin zaten bu kapıyı kırmak için çok kötü bir şey yapman lazım bana ya da çevremdeki birisine. Haksızlığın dibine vurursan, bu yanlış değil ama haksızlığın dibine vurmuşsan.

Gerçekten kötü birisini görürsem, kötü olduğunu da anlarsam onu bir güzel silerim hayatımdan. Bu nedenle görüşmediğim insanlar var. Kalbini kırmam, üstüne gitmem, onu şikâyet etmem, rencide etmem, hiçbir şekilde ona bulaşmam ama koparım. Bana güzel geliyor, iyi bir çözüm. O öyle diyorsun, benim hayatımda yeri yok diyorsun. Düşünmeyelim diyorsun. Çözüm bu.

Herhangi bir tür, dönem, bütçe sınırı olmadan birkaç roman uyarlaması yapılsa mutlaka yer almak isteyeceğiniz, oynamak isteyeceğiniz karakterler ne olurdu?

Çok zor bir soru, en zor soru bu. Çok güzel hikâyeler var kafamda, kimsenin aklına gelmesin. Sadece roman değil, öyküler de var. Okulda okuduğum öyküler, oyunlaştırmalar. Sait Faik’ler, kimlerin kimlerin neleri var ya! Atılgan’lar…  Çok güzel hikayeler. Söylemeyeceğim 🙂

Canlandırmayı çok istediğiniz gerçek bir karakter var mı?

Marlon Brando’yu oynamak isterdim. Bir kere şimdiye kadar yaşamış en karizmatik aktör. (Gülüyor). Şaka bir yana müthiş yeteneği, inanılmaz kariyeri, sıradışı hayatıyla hayranlık ve saygı duyduğum bir aktör.

Bu yoğunlukta pek mümkün değildir ama sorayım, bu sezon ya da önümüzdeki sezon tiyatro ya da film projesi var mı?

Şu anda hiçbir şey yok. Şu anda yapabildiğim tek şey, bu dizide çalışabilmek. Şu anda başka hiçbir şey düşünemiyorum. Yok ama olsa da beni biraz tanıyorsan öyle kolay kolay yapmam. Yaza da bir şey atayım kafasında değilim. Bakarım, özelse, güzelse ona girerim artık yoksa girmem.

“Her işe, her konuya onu tartarak, her yanını düşünerek yaklaşmaya çalışıyorum.”

Kamera arkasına dair hedefleriniz var mı?

İleride gerçekten olabilir çünkü kafamda bazı hikâyeler var, kimse de yapmıyor, bendeki fikirler büyük risk şu anki şartlarda. Zamanı gelince dillendireceğim bunları. Yapılmıyor ve yapılmayacak, bundan da eminim. Ama deneyeceğim, onlar olacak, o zamana geleceğiz.

Başucu kitaplarınız ve filmleriniz nelerdir?

Klasik çok severim. Tiyatroda da romanda da klasik severim. Dönem dönem Suç ve Ceza’yı okurum. Tekrar tekrar okurum ve dudağımda uçuk çıkartacak seviyede kaptırırım kendimi. Okuduğum zaman yatakta uyumam, özel bir şeyi var bende, koltukta, kanepede kafa gider yani. Mutlaka uçuk çıkartırım, korkarım çünkü. Hiç şaşmadı.

Filmlerde de mi klasik filmleri mi tercih ediyorsunuz?

Tarantino’yu çok severim, filmlerinin hastasıyım. Klasik olmuş, IMDb’de üst sıralarda yer alan filmlerin hepsini çok seviyorum ama alternatif sinemanın da hastasıyım. İran sinemasına bayılıyorum, Avrupa sinemasına da…

Dogman diye bir film izledim, İtalyan yapımı. Müthiş bir kafa. Kim oynuyor? Sade vatandaş oynuyor ama acayip güzel oynuyor. Bir yıldızın filmi de değil. Öyle şeyler de çok hoşuma gidiyor, alternatif sinema, alternatif işler. Skala çok geniş o konuda. Sen bana bir filmin iyi olduğunu söyle, ben onu hemen alır hafızama atarım. Aksiyon falan onları sevemedim, gerisi var. Animasyon dahil her şey var.

Ne çekse izlerim dediğiniz yönetmen var mı?

Tarantino. Ben çok seviyorum o adamı, mükemmel bir adam, hem çok iyi bir oyuncu, fırlamanın önde gideni o.

*Röportaj, Episode derginin 17. sayısında yayımlanmıştır.
Röportaj: Özlem Özdemir – Fotoğraf: Ozan Balta – Mekân: Feriye
Sanat Yönetmeni: Cansu Özcömert – Moda Editörü: Taylan Gül
Makyaj: Banu Aksungur-no3 hair make up studio
Saç: Taner Kuyu-no3 hair make up studio
Moda Editörü Asistanı: Dilara İlçin

Özlem Özdemir

1984 doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaparken eğitim yayıncılığı alanında çalışmaya başladı, iki yıl sonra kültür yayıncılığı alanına geçti. Bilim ve Gelecek dergisinde Yazı İşleri Müdürü, Esen Kitap'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. SoL gazetesinin bilim eki BilimsoL'a ve kitap ekine katkı sundu. Mylos Yayın Grubu'nun kurucularından. Episode ve 221B'nin yayın yönetmeni.

Related post