The Orville: Daha Önce Hiç Böyle Uzaylılar Görmediniz

 The Orville: Daha Önce Hiç Böyle Uzaylılar Görmediniz

HyperFocal: 0

[highlight]Seth MacFarlane’in projesi The Orville, bugüne kadar benzeri nadir görülen mizahi bir bilimkurgu macerası. Diziyi, yaratıcısı MacFarlane ve oyuncuları anlatıyor…[/highlight]

Family Guy, The Cleveland Show gibi dizilerle bizleri fazlasıyla eğlendiren Seth MacFarlane, bu defa bambaşka bir projeyle karşımızda: The Orville. Bambaşka dediysek, yine eğlendiriyor ama bu sefer animasyonla değil; Star Trek‘ten el almış ama fazlasıyla komik bir uzay macerasıyla. Hikâye, günümüzün 400 yıl sonrasında geçiyor ve Orville gemisinin mürettebatının eğlenceli maceralarını anlatıyor. Biz de bu macerayı ona can verenlerden dinledik. Dizinin yaratıcısı Seth MacFarlane’in yanı sıra oyuncular Adrianne Palicki, Penny Johnson Jerald, Chad Lee Coleman, Halston Sage ve J. Lee sorularımızı yanıtladı. Seth MacFarlane ile başlıyoruz…

Röportaj: Onur Bayrakçeken

“The Orville” daha çok bir komedi mi, drama mı yoksa “Star Trek”e içten bir saygı duruşu mu?

Mizahi bilimkurgu drama olarak görüyoruz ve kendimize geleneksel bir bilimkurgu dizisinin olmayan patavatsızlıkları, şakaları yapmak için izin veriyoruz. İnsanlar hele bir olayı kavrayıp dizinin ne vaat ettiğini anlasınlar, o zaman dizinin ne olduğu daha açık olacak. Bu dizi yeni bir zemin arıyor. Daha önce TV’de yapılmış, en azından saatlik formatta yapılmış hiçbir şeye benzemiyor. Bu eğer yarım saatlik bir dizi olsaydı sıkıcı bir şey olurdu. 1 saatlik bir dizi olduğumuzdan öyküye ağırlık vermek durumundayız, öyle “espri, espri, espri, espri” giden bir dizi olamayız. Mizahın kaynağı bir gerçeklik sunmalıyız. Eğer siz esprilerin geldiği yeri yıkar ve nasıl sergilendiklerini görmezden gelirseniz Spaceballs ya da Family Guy âleminden hiçbir şey kalmaz; her şey karakterlerin kim olduklarından geliyor.

Seth MacFarlane

“Star Trek ve The Twilight Zone’dan besleniyorum”

“The Orville”in “Star Trek”le ilişkisini nasıl tanımlarsınız? Özellikle de “Star Trek: The Next Generation” ve o dönemin diğer dizileriyle…

Bunu cevaplamanın iki yolu var: Birincisi, Star Trek‘in kendisi de kendinden önceki bilimkurgulardan doğdu; 1930’ların bilimkurgu radyo tiyatroları ve dizilerinden. Uzayda yelken açma fikri yani bir gemi fikri, Star Trek‘e ait değildi; onlar bu fikri daha mükemmel bir biçimde duru hale getirdiler. Beslendiğim pek çok kaynak vardı. Star Trek bunlardan biri, The Twilight Zone diğeri.

Diğer bilimkurgularla “The Orville”i nasıl karşılaştırabiliriz?

Daha önce Star Trek‘te gördüğümüz o ileri görüşlülüğü, istekliliği ve optimizmi bilimkurgu dünyasında özledim. Başka bir yola girdiler ve geçtiğimiz yıllarda onlar için her şey yolunda gitti. Ama bu janr içinde bir boşluk da yarattı. Benim için bu, bugün bu çağda doldurulması gereken bir boşluk. Bilimkurgu janrı içinde distopik filmler çok yer edindi, çoğu da gerçekten harika ve izlemesi çok keyifli. Fakat bilimkurgu The Hunger Games‘ten, kâbus dolu senaryolardan ibaret olamaz. Eğer her şeyi doğru şekilde bir araya getirebilirsek bizim yaptığımız iş için de bu janr içinde bir yer var. Optimizmi özledim. Her şeyin tatsız ve distopik olacağının, biraz yiyecek için birbirimizi öldüreceğimizin anlatılmasından bıktım. Bilimkurgunun ta köklerinden gelen o ümitvar yanını özledim. Bu yüzden bu dizi benim uzun zamandır özlediğim ve bir çocukken, Star Trek sayesinde bana çok anlam ifade eden, şimdiyse bir boşluktan ibaret olan bilimkurgunun bu yanını doldurma girişimi.

Yapımcı Brannon Braga’nın dışında da dizide “Star Trek” tedrisatından geçmiş pek çok isim var. Yönetmenler Robert Duncan McNeill ve Jonathan Frakes, örneğin. Onlarla çalışmak nasıl?

Heyecan verici, nefes kesici. Hayatımı bu insanlarla çalışarak geçirmeyi seviyorum. Üniversite zamanlarımda Brannon’ın yaptıklarının hayranıydım ve tabii Frakes ile McNeill’ın da. Şimdi böyle bir dizi için her gün bu insanlarla çalışmak muazzam keyif verici.

Her hafta başka bir macera…

Haftadan haftaya türler ve tonlar arasında gidip gelmek fikrinin arkasında ne yatıyor?

The Orville‘in bölümlerini düzensiz şekilde izleyebilir ve yine de doyurucu bir seyir zevki alabilirsiniz, bu bir seri değil. Ve bu da TV’de özlediğim şeylerden biri. Bir Star Trek hayranı olarak hep dikkat ettiğim şeylerden biri de şuydu: Büyük bir parça bölüm vardı Borg’la ilgili, sonra o bölümü Picard’ın şarap evinde kardeşini ziyaret etmek üzere memleketi Fransa’ya gittiği bölüm izledi. İki öykü birbirinden ancak bu kadar farklı tonlarda olabilirdi. “Tanrım,” diye düşündüğümü hatırlıyorum, “işte TV böyle olmalı!” Her hafta başka tarz bir öykü yazabilmeli ve seyircinizi şaşırtabilmelisiniz. Yani bir formüle değil, her hafta birbirinden başka şeylere sahip oluyorsunuz. Ama karakterlerinize el değmiyor, yine aynı karakterler oluyorlar. Bizim de yapmaya çalıştığımız bu.

Dizi, kompleks etik meseleleri de araştırıyor. Reşit olmayanların cinsiyet değişimi gibi; mürettebatın kadın cinsinin olmadığı bir tür ile tanıştığı bölümdeydi… Bu topa neden bu kadar erken girdiniz?

Bilimkurgunun eğlenceli yanlarından biri de öyle olduğu varsayılan kurgusal bir dünyada anlamlı hikâyeler anlatması. Böylece işini doğru yaparsan, vaaz vermeden bir şeyleri anlatabiliyorsun. İlk günden seyircinin bu diziyi nasıl izleyeceğini bilmelerini istedik. Bir de, bir ütopyada bile senin kültürünle aynı yolda yürümeyen insanlarla anlaşman gerektiğini… O bölümde karakterler dikkatli davranıyorlar, “Tamam, delice bir şeyler oluyor. Ama bu bizim kültürümüzden tamamen bağımsız bir kültür, biz kimiz ki onları yargılayalım?” diyorlar. Bu enteresan bir ikilem ve bugünün dünyasında biraz karşılığı var. Eğer bu alanlara temas etmeden bir bilimkurgu yapıyorsanız, bence işinizi yapmıyorsunuz demektir.

Ve söz, dizinin diğer karakterlerinde

Karakterlerinizden bahseder misiniz?

Adrianne Palicki: Kumandan Kelly Grayson’ı canlandırıyorum. Kendisi hem ikinci kaptan hem de kaptanımız Ed’in eski eşi. Söylemeye gerek bile yok; ikisi arasında çok eğlenceli şakalaşmalar oluyor ve aradaki gerilimi de görüyorsunuz.

Halston Sage: Orville’in güvenlik şefi Alara Kitan’ı canlandırıyorum. Alara ile ilgili en sevdiğim şey, onun gemideki en deneyimsiz kişi olmasına rağmen aynı zamanda en güçlüsü olması. Geldiğim gezegende yerçekimi dünyadakinden yüksek olduğu için süper-kuvvetliyim! Sanırım kimse böyle bir rolün böyle bir karakterde olmasını beklemezdi ve Seth’in bu dizide yaptığı şeyler arasında en çok işte bunu seviyorum: Farklı tipte karakterleri farklı farklı rollerde, alışılmışın dışında kullanıyor.

J. Lee: Kıdemli yüzbaşı John LaMarr’ı canlandırıyorum. Ben bir seyir subayı, bir mühendis ve zeki elemanım. Hani yeleğine olabildiğince şey sığdırmaya çalışan ve sezon boyunca oradan pek çok havalı araç gereç çıkaracağını bildiğin karakter… Ama John LaMarr eğlenceli de bir tip, Scott Grime’in canlandırdığı Gordon karakteriyle geminin önünde epey eğleniyorlar. Evet, her gün işe gitmeyi seviyor.

Penny Johnson Jerald: Ben geminin doktoruyum, Dr. Claire Finn. Üç boyutlu bir karakterim. Diğer bilimkurgularda gördüğünüz doktorlardan hiçbirine benzemiyorum; ayrıca bir kadınım ama yalnızca o kadınsı şeylerden ibaret bir kadın değilim. Bir anneyim. Kendimi daha çok geminin bakıcısı gibi görüyorum çünkü vücutları onarıyorum ama ayrıca mürettebatın kalbinden ve zihninden geçenleri dinliyorum.

Chad L. Coleman: Ben Klyden karakterini canlandırıyorum. Klyden, Machluse gezegeninden, haliyle o bir Machlin ve bu, tamamı erkeklerden oluşan ama bebek sahibi olabilen bir tür. Gemideki diğer Machlin de Bortus, kumanda kademesinde üçüncü sırada. Yani ben aslında onun ailesiyim. Çok sayıda harika, delidolu ama dokunaklı şey oluyor. Daha önce hiç böyle uzaylılar görmediniz! Zaten Seth MacFarlane’i bu yüzden seversiniz. Onun janra büyük saygısı olduğunu bilirsiniz ama o aynı zamanda bu janrı kendince değiştirebilecek kadar da gözü pek. Çok çok eğlenceli ve çok çok dokunaklı bir öykü.

Bize biraz Seth MacFarlane ile, özellikle bu dizide çalışmanın nasıl olduğunu anlatır mısın?

A.P.: Bence bu dizi ve dizinin önemi çok güzel, izlemeye değer. Çünkü Seth tam bir mükemmeliyetçi… Hele bu dizide. Çünkü daha önce yaratılmamış bir dünya yaratıyor. Böyle bir projenin parçası olmak, bunu deneyimlemek çok özel bir duygu.

H.S.: Seth ile çalışmak büyük şans, gerçekten. Onun elinin değdiği her işte çalışmak istediğimi her zaman söylerim çünkü çok katılımcı bir insan. Bu evreni ortaya çıkaran kişilerden yalnızca biri olarak diyebilirim ki, söylediğin gibi, bu onun tutku projesi; bu projeye tüm kalbini veriyor. Bu yüzden ona kolaylıkla güveniyorsunuz çünkü kendini buna adamış halde ve bu evreni çok iyi biliyor. Ayrıca sizin görüşlerinize, karakterinizle ilgili isteklerinize hep açık. Bu çok hoş bir şey.

J.L.: Seth’i uzun zamandır tanıyorum, 13 yıl oldu. Los Angeles’a ilk taşındığımda Family Guy‘da bir resepsiyonisti seslendiriyordum, sonra Cleveland Show‘da yazmaya başladım. Yani diyebilirim ki Seth’le çeşitli görevlerde çalıştım ama bir arkadaş olarak kendisini geri çekip yepyeni şeylere başlama cesaretini göstermesini çok havalı bulduğumu söylemeliyim. Üstelik bunca hayrana ve eleştirmene rağmen. Ne zaman yeni şeyler denesen, söyleyecek sözü olan insanlar olacaktır. Bu açıdan onun üzerinde ekstra bir baskı olduğunu sanmıyorum ama ayrıca bir dostu olarak onun mutlu olduğundan emin olmak isterim. Kaldı ki zaten bir aktör olarak insan elinden gelenin en iyisi vermek istiyor, çünkü bu işte herkes pestili çıkana kadar hazırlanıp sapasağlam bir dizi ortaya koymaya çalışıyor.

P.J.J.: Birinin hayalinin parçası olmak gibi değil. Geçenlerde bir reklam gördüm, orada ne zaman birine baksan hayal kuran birine baktığını söylüyordu. Burada ben sadece hayal kuran birine bakmıyorum, onun hayalini gerçekleştirmesinin bir parçası oluyorum ve bu, insanın kalbini ısıtan bir duygu. Birinin hayalinin bir parçası olabildiğinde ve o ortaya çıkmaya başladığında içinden şöyle diyorsun: “Bu işi becermeliyim çünkü bu onun zihnindeydi ve şimdi de zihnindekinin nefes aldığını, yaşadığını görüyor.”

C.L.C.: Sete geldiğinizde onun içindeki çocuğu ve heyecanı hissediyorsunuz. Bu his hiç durmuyor. Bu kadar deneyimli ve başarılı ama hâlâ çocuksu enerjisi ve heyecanıyla olaya yaklaşan biriyle çalışmak insanı tazeliyor. Bu çok saf bir duygu. Ayrıca kendisinin ayakları yere basıyor, hep ulaşılabilir ve aktörleri çok seviyor. İster inan ister inanma, bu Machlin rolünün altından kalkabilmek için klasik eğitimime başvuruyorum. Özetle çok eğlenceli, cesaretlendirici ve sıcak bir setimiz var.

Umulmayan şey; “The Orville”…

Diziyi üç kelimeyle anlatabilir misiniz?

A.P.: (İç çekiyor) Neşe, eğlence, orijinalite.

H.S.: Tamam, söylüyorum: Heyecan verici, yeni ve aile. Demek istediğim, benim için dizide tam bir aile ortamı var. Cast ile gerçek ailemle geçirdiğimden daha fazla vakit geçiriyorum ve sanıyorum izleyiciler de karakterler arasındaki bağın nasıl gitgide güçlendiğini görüyorlardır. İşte bu da işin en sevdiğim kısmı.

J.L.: Ütopya, köprü, kahkaha.

P.J.J.: The Orville, maceralı, The Orville, çekici ve The Orville‘i seyretmek güzel.

C.L.C.: Umulmayan şey; The Orville işte bu.

Röportaj, Episode Dergi’nin 8. sayısında yayımlanmıştır…

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir