Ozan & Sinan Yurdakul ile ‘Arka Sokaklar’ Üzerine

 Ozan & Sinan Yurdakul ile ‘Arka Sokaklar’ Üzerine

İster beğenin ister beğenmeyin, bir gerçeği kabuI etmelisiniz: Türk televizyonları Arka Sokaklar kadar izleyicinin ne istediğini bilen pek az dizi görmüştür. Birkaç sezon bile ayakta kalmanın mesele olduğu bir rekabetin içinde Arka Sokaklar, hem de defalarca başkarakterleri (Mesut, Hüsnü, Ali, Rıza Baba hariç) değişmesine rağmen 15 sezondur hep tepeye oynuyor. 

Arka Sokaklar‘ın bu başarısında Zafer Ergin, Şevket Çoruh, Özgür Ozan gibi oyuncuların rolü büyük ama kuşkusuz aslan payı karakterleri, hikâyeyi yaratan ve yıllardır istikrarla sürdüren senaristlerin. Biz de bu yüzden Arka Sokaklar dizisinin senaristleri Yurdakul kardeşlerle, Ozan ve Sinan Yurdakul ile konuştuk.

Keyifli okumalar…

Öncelikle, çok izlenen dizilerin altında imzanız var ama sizi yakından tanımıyoruz. Nasıl bir ailede büyüdünüz? Yazmaya ne zaman, nasıl başladınız? Bize biraz kendinizi anlatır mısınız?

Sinan: İzmir’de doğup büyüdüm. Üniversite eğitimi için İstanbul’a taşındıktan sonra hem aileden gelen hevesle hem de Boğaziçi Üniversitesi’nde Murat Gülsoy Hoca’dan aldığım yaratıcı yazarlık derslerinin etkisiyle yazma maceram başladı. 

Ozan: Ne tesadüf, ben de kardeşim Sinan gibi İzmir’de doğup büyüdüm. Babamız Ahmet Yurdakul’un daktilosunun sesiyle büyüdük de diyebilirim. Ankara’da öğrenciyken kısa film ve belgesel çalışmalarında amatör olarak yer almakla merak yerini heyecana bıraktı bende. Devamında İstanbul, kısa süren reji asistanlığı ve nihayet babamın yanında çıraklık… 

Babanız Ahmet Yurdakul önemli bir senarist. Ondan neler öğrendiniz?

Sinan: Babamdan iyi bir hikâyenin ne olup olmadığını, iyi diyalog yazmanın püf noktalarını öğrendiğimi ve hâlâ öğrenmeye çalıştığımı söyleyebilirim. 

Ozan: Sinan’ın bahsettiklerinin yanı sıra babamdan iş disiplinini, iş ahlakını, aslen ve her zaman hikâyeyi savunmanın senarist için ne kadar hayati önemde olduğunu öğrendim diyebilirim.

Profesyonel olarak senaryo yazarlığı yapmaya karar verdiğinizde yaratmayı hayal ettiğiniz gibi diziler yaratabildiniz mi?

Ozan: Yarattığım da oldu, yaratamadığım da diyebilirim. Hayal ettiğim hikâyelerde beklediğim sonuçları alamayıp hayal kırıklığına uğradığım, cesaretimin kırıldığı da oldu. Ama bence önemli olan yılmadan devam edebilmek.

Sinan: Yazarlığı profesyonel meslek olarak kabul ettiğinizde ister istemez hayallerinizden feragat etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu, gönlümüzdeki projelerden vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyor tabii. 

Yazarlığa başladığınızda ya da çocukluğunuzda idolleriniz, etkilendiğiniz kişiler kimlerdi?

Ozan: İdol aslında evde, yan odada çalışıyordu. Yazarlık ve mesleki kimlik olarak izinden gitmeye çalıştığım elbette Ahmet Yurdakul’dur. Onun dışında herkesin bildiği, sevdiği büyük filmler aklımı başımdan almıştır; Godfather serisi ve yazarı Mario Puzo’yu başka bir yere koyabilirim. 

Sinan: Çocukluğumda Cehennem Silahı serisini tekrar tekrar bayılarak izlediğimi hatırlarım. Polisiye türüne merakım öyle başladı, sonra Dashiel Hammet, Trevanian, Patricia Highsmith romanları ilgimi artırdı. Senarist olarak Kurt Sutter’ın tarzından etkilendiğimi söyleyebilirim. 

Arka Sokaklar

Arka Sokaklar eski ama kendini yenileyebilmeyi başarmış bir yapıdır aslında. Seyirci alışkanlıklarına uygun, fabrika ayarlarına sadık kalarak bu yapı içinde sürekli devinir.”

Birlikte yazdığınız ilk iş neydi ve zaman içinde nasıl bir çalışma yöntemi geliştirdiniz? Bugün Arka Sokaklar’da nasıl çalışıyorsunuz, aranızda nasıl bir iş bölümü var? 

Ozan: Sinan’la mesaimiz Arka Sokaklar’la başladı. Öncesinde babamla beraber kaleme aldığımız Köprü dizisi benim için özel ve çok öğretici bir iş olmuştu. Arka Sokaklar’da bugünkü sistemimiz şöyle: Bölüm ve karakter hikâyelerini ben kuruyorum, devamında tretman yazarımız Barkın Şenüren’le toplanıp bunların akışını netleştiriyoruz. Tretmandan sonra senaryoyu paylaşarak yazıyoruz, burada en büyük yükü Sinan çekiyor. Sinan’dan, ona bağlı çalışan asistanımız Metin Aslan’dan gelen sahneler ve benim yazdıklarım bende birleşiyor, sete ulaştırılıyor.

Sizce bir senaryoyu ve diziyi “iyi” kılan nedir? Şöyle de sorabilirim: İyi bir senaryo yazmanın püf noktası nedir ve iyi dizi neye denir? 

Ozan: Önce hikâyeye, o karakterlere inanmak sonra da inandırabilmek diyebilirim çok kısaca. Bu, her senaryoyu (dizi ya da film) yükseltir; okuyana, izleyene yaklaştırır bence. Yani aslında inandırıcılık, olabildiği kadar insani sahicilik, benim için en kilit nokta burada. Eğer o senaryo, iyi diyalogla, doğru durumlarla da beslenmişse ne alâ. 

Arka Sokaklar, 15 yıldır ülkenin en çok izlenen, bu bakımdan en başarılı dizilerinden. Onu istikrarlı şekilde bu kadar izlenir kılan, geniş kitlelerle buluşturan temel unsur nedir?

Sinan: İzleyiciyi çok ciddiye alıyoruz, bu yüzden içeriği sürekli canlı ve ilgi çekici tutmaya çalışıyoruz. 

Ozan: Arka Sokaklar eski ama kendini yenileyebilmeyi başarmış bir yapıdır aslında. Seyirci alışkanlıklarına uygun, fabrika ayarlarına sadık kalarak bu yapı içinde sürekli devinir. Her defasında yapacak bir hamlesi, söyleyecek bir sözü daha vardır. Tabii bu yapıyı canlı ve güncel tutmak ciddi mesai ister. 

Arka Sokaklar’ı yaratırken model aldığınız yabancı bir yapım var mıydı ve böyle bir polis draması konseptinin Türkiye’de bu kadar tutacağını tahmin ediyor muydunuz?

Ozan: Zaman içinde yol alırken izleyip beslendiğimiz yerli-yabancı kaynaklar elbette olmuştur ancak kurulum sırasında birebir örnek aldığımız bir yapım olmadı; bu anlamda Arka Sokaklar orijinal bir formattır. 

“Çoban ailesi büyüyen, gelişen ve çok canlı bir köşe bizim için. Üstelik tam da “biziz” diyebileceğimiz kadar bize yakın ve samimiler.”

Arka Sokaklar‘da emniyet teşkilatı içindeki kimi yolsuzluklara ya da haksızlıklara, kirli polislere de rastlıyoruz. Bu sezonda da Arif Müdür’ün başı derde girdi ve ekip dışında arkasında gerçekten duran yok. Böyle hikâyeler dolayısıyla emniyet teşkilatının sitemine maruz kaldınız mı hiç? 

Ozan: Açıkçası bu anlamda herhangi bir sorun, sitem bize yansımadı. Zaman zaman bazı meslek örgütlerinden şikâyetler, gereksiz alınganlıklar herkese olduğu gibi bize de gelir. 

Sinan: Deyim yerindeyse “kirli polis” diyebileceğimiz hikâyelerde toplum da ilgili kurumlar da belli bir olgunluğa ulaştı diyebiliriz. “Polisimizi kötü gösteriyorlar!” gibi bir tepki gördüğümüzü hatırlamıyorum… 

Pandemi, bu sezon için daha önceden yaptığınız planları etkiledi mi ya da hikâye oluştururken sizi zorluyor mu?

Sinan: Özellikle başlarda oldukça zorlandık. İstediğimiz mekânlara girme veya kalabalık sahneler kurmada pandemi koşulları engel oldu, hatta oyuncular maskeyle oynamak zorunda bile kaldılar. Tabii setteki arkadaşları bizden çok daha zorlamıştır, onlar ciddi risk alarak çalışıp işin devamını sağladılar; Arka Sokaklar pandemide çekimleri devam eden neredeyse tek diziydi. 

Çoban ailesi her daim dizinin önemli unsurlarından oldu ama son üç beş sezondur yan hikâye olmaktan çıkıp biraz daha ana hikâyenin parçası haline geldi sanki. Aile üyelerini uzun zamandır daha fazla polisiye vakanın parçası olarak görüyoruz ya da onların yaşadıklarına daha yakından, birkaç bölüm boyunca tanık oluyoruz. Sizce neden bu kadar sevildiler? 

Ozan: Çoban ailesi büyüyen, gelişen ve çok canlı bir köşe bizim için. Üstelik tam da “biziz” diyebileceğimiz kadar bize yakın ve samimiler. Oradaki çocukların büyümesi, yetişkinliğe adım atarak artık daha başka hikâyelere doğru yol alabilmelerini sağladı. Evin annesi Suat Çoban’ın ölümü bambaşka bir dramatik zemin doğurdu. Dolayısıyla hem polisiye damarda hem de aile-komedi-dram hikâyelerinde seyirciye en kolay ulaşan, kalemimizin en rahat ettiği köşe Çoban ailesidir diyebiliriz. 

Çoban ailesi spin-off’u yaratmayı düşündünüz mü?

Sinan: Hem de birçok kez… Ama 120+ dakikalık bir formatta değil. 

“Türk televizyonlarının en eski ve en sevilen çifti bence HüsMes’tir.”

Dizinin kadrosu zaman içinde çok değişikliğe uğradı. Murat’tan Aylin’e, Suat’a birçok ana karakter ayrıldı, yerlerine yenileri geldi ve seyirci onları da benimsedi. Bir gün Hüsnü’ye, Mesut’a ya da Rıza Baba’ya da veda etmemiz gerekirse sizce onların da yeni dolar mı?

Sinan: Bugüne kadar ana kadrodaki değişiklikler çoğunlukla bizim dışımızdaki sebeplerden dolayı yaşandı. Kim ayrılırsa üzülürüz, tıpkı öncekilere üzüldüğümüz gibi. 

Ozan: Bu üçlüye dokunmak birçok şeyi temelinden sarsmak olacaktır. Onlardan kalan yer dolmaz, doldurmaya çalışmak bile nafile olur.

Arka Sokaklar başlarken Mesut ve Hüsnü’nün bu kadar ağır toplar olacakları belli miydi yoksa sezonlar ilerledikçe mi bu karakterler böyle bir yola girdi? Özellikle son birkaç sezondur hikâye neredeyse tamamen onlar üzerinden anlatılıyor.

Sinan: Mesut ve Hüsnü her zaman bu dizinin ağır toplarıydı, bu doğru ancak dizinin tamamen onlar üzerinden yürüdüğü görüşü bana göre pek isabetli değil; kaldı ki karakter çeşitliliği bakımından başka dizilere göre çok şanslı bir konumdayız. 

Ozan: Bundaki sihir bence oyuncuların performansıyla açıklanabilir. Özgür Ozan (Hüsnü Çoban) ve Şevket Çoruh (Mesut Güneri) başarılı performanslarıyla bu karakterleri de onlara ait dünyayı ve hikâyeleri de mükemmel şekilde sırtladıkları için öne çıkmıştır. Türk televizyonlarının en eski ve en sevilen çifti bence HüsMes’tir. (Gülüyor)

Bir süredir Mesut’u daha sık Güneydoğu’da görür olduk, bu sezon da yine gitti, eskiden de dönem dönem gidiyordu. Bu Güneydoğu ziyaretlerinin sıklaşmasının ardında hikâyeyi ve mekânları çeşitlendirme çabası mı yatıyor? 

Sinan: Bu biraz da Mesut karakterinin geçmişiyle alakalı bir durum. 

Ozan: Özel Harekat’tan ve epey travmatik bir geçmişten gelen bir karakter Mesut. Olay çeşitliliği bizi polisiye hikâyelerde terörle karşı karşıya getirdikçe o travmaya ve oradaki fedakârlığa dönüp bakmak, o yolculuklara çıkmak gerekiyor tabii. 

Şimdiye kadar en çok hangi karakteri diziden çıkarırken üzüldünüz? 

Sinan: Suat Çoban ve Metin Çoban… 

Ozan: Ben de Suat Çoban’ı sayabilirim. Murat Komiser’e de biraz içim yanmıştır.

“Tüm karakterlerimizin iyi polis olmadan önce iyi insan olmak gibi bir dertleri var. Bunun yeterince politik bir duruş olduğunu düşünüyorum.”

Arka Sokaklar‘da güncel olayların da yansımalarını sıklıkla görüyoruz. Buna politik olaylar da dahil ama bunları nötr bir bakışla vermeye çalışıyorsunuz. Bu sizi zorluyor mu?

Ozan: Hayır, zorlamıyor. Biz bu konularda özel bir yorum ya da görüş bildirmeden sadece kamu vicdanıyla ve dramanın ahlakıyla meseleleri ele alarak hikâyeleştiriyoruz.

Sinan: Tüm karakterlerimizin iyi polis olmadan önce iyi insan olmak gibi bir dertleri var. Bunun yeterince politik bir duruş olduğunu düşünüyorum.  

Hikâyenin ya da bir karakterin gelişimine dair yaptığınız en büyük tartışma, en büyük anlaşmazlığınız ne oldu bugüne kadar?

Ozan: Öyle bir tartışma ya da anlaşmazlık hatırlamıyorum. Ben hatırlamıyorsam olmamıştır, değil mi Sinan? 

Sinan: … Yanıt yok. (Gülüyor)

Artık televizyon izleyicisini ve onların isteklerini çok yakından tanıyor olmalısınız. Genel izleyici kitlemizin bir diziden temel beklentileri nelerdir?

Sinan: Aile mevhumunun önemi çok fazla. Buna ek olarak, Türk seyircisinin kodlarında “Yeşilçam” vardır ve seyirci yüzlerce iyi film/dizi seyretmiştir; bu yüzden inanmadıkları hikâyeyi reddederler diye düşünüyorum. 

Ozan: Yani esas mesele inandırıcılık ve biraz kirletilmiş bir tanım olsa da samimiyet bence de. O temeller sağlam olunca hikâyenin sınırlarını da ömrünü de genişletmek mümkün oluyor. 

“Bir eşcinsel karakter yüzünden bir dizinin başına gelmeyen kalmadı, dolayısıyla platformlar şimdilik vaat ettiklerini yerine getirebilmenin oldukça uzağındalar, bu da onların suçu değil.”

Televizyon dizilerinin süreleri hep tartışılır. Arka Sokaklar da Türk televizyonlarının en uzun bölüm sürelerine sahip dizilerinden. Özeti bile bir saat sürüyor. Hiç bıkkınlık, yorgunluk hissetmiyor musunuz ve bu kadar uzun bölümler yazmak zorunda olmasanız daha iyi bir dizi yaratabileceğinizi düşünüyor musunuz? 

Ozan: Bu koşuşturmanın içindeyken objektif bir gözle duruma dışarıdan bakmak epey zor aslında. Süreler düşsün, şartlar daha insani, daha medeni hale gelsin, bunu bir daha konuşalım. 

Sinan: Daha uzun yazmak zorunda olmasaydık daha iyi işler yapabilir miydik, bu sorunun cevabı yazarından oyuncusuna, yönetmenine herkes için aynıdır: Kocaman bir evet! 

Senarist olarak dijital platformları cazip buluyor musunuz?

Sinan: Elbette platform sayısının artması sektör için iyi bir şey ancak başlarda biz bu platformların daha özgür bir üretimi beraberinde getireceğini sanmıştık. Sadece küfür yazabilme özgürlüğüne ulaştık sanırım. Bir eşcinsel karakter yüzünden bir dizinin başına gelmeyen kalmadı, dolayısıyla platformlar şimdilik vaat ettiklerini yerine getirebilmenin oldukça uzağındalar, bu da onların suçu değil. 

Ozan: Bu platformlarda yer alan belli başlı projelerde yakalanmış özenin ve anlatım kalitesinin genele yayılamadığını görerek biraz çekimser kalıyorum. 

Şu an Arka Sokaklar dışında üzerinde çalıştığınız bir proje var mı?

Sinan: Var ama bizde kalsın. (Gülüyor)

Ozan: “Proje” aşamasına gelebilmesi için üzerinde çalışmamız gereken ancak Arka Sokaklar nedeniyle fırsat bulamadığımız, fena olmayan fikirlerimiz var diyelim. (Gülüyor)

Herkesin aklındaki soruyla kapatayım: Arka Sokaklar ne zaman bitecek?

Sinan: Aradığınız yanıta şu anda ulaşılamıyor. (Gülüyor)

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

1 Yorum

  • Arka sokaklar efsanesini 15 yıldır istikrarla yürüten, her zaman izleyiciye doğruyu, samimiyeti, Aile değerlerini ve dostluğu- meslek ahlakını en ince ayrıntısına kadar aşılayan; Arka sokaklar ekibine başta değerli hocam; Ahmet yurdakul ve onun izinden fevkalede bir şekilde giden abilerim; Ozan & sinan yurdakul ‘a kendi adıma şükranlarımı sunuyorum. İyi ARKA SOKAKLAR gibi bir efsane var!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir