Özel Röportaj: Yapımcı-Senarist Lauren Schmidt Hissrich ile “The Witcher” Üzerine

 Özel Röportaj: Yapımcı-Senarist Lauren Schmidt Hissrich ile “The Witcher” Üzerine

Amerikalı yapımcı ve senarist Lauren Schmidt Hissrich, The Witcher’ın yapımcılığını ve senaristliğini üstlendi. Daha önce Daredevil , The Defenders ve The Umbrella Academy gibi yapımlarda idari yapımcı ve senarist olarak karşımıza çıkan Hissrich ile The Witcher evreni ve Netflix dizisi üzerine özel bir röportaj gerçekleştirdik.

Bize bu projenin nasıl başladığından bahseder misiniz?

Serinin The Last Wish adlı ilk kitabını okumuştum. Kısa hikâyelerden oluşan bir kitaptı bu ve Netflix, The Witcher’ı bütünüyle uyarlamak için benimle görüşmeye başlamadan yaklaşık bir sene önce okumuştum. Müthiş bir kitaptı.

Hikâye, Geralt’ın Kıta üzerindeki maceralarını konu alıyor. O fantastik dünyayı ve canavarlarını okumak büyük bir haz veriyor size ve aynı zamanda politik dramın arka perdesini de görebiliyorsunuz.

Bu kitapları ekrana uyarlamayı hiç düşünmemiştim elbette. Kendimi hiçbir zaman fantastik türde eserler çıkaran bir yazar olarak görmedim. Daha önce birkaç çizgi roman uyarlaması yapmıştım evet ama benim en etkili olduğum nokta her zaman ilişkilere dair dramalar olmuştur. O nedenle bana ilk geldiklerinde, bu proje için doğru insan olduğumu düşünmediğimi söyledim; onlar da beni hikâyeye yönlendirdiler. Bu hikâyeye nasıl yaklaşırdım, bunun üzerine düşünmem için beni teşvik ettiler.

Ben de The Last Wish’i tekrar okudum. Sonrasında da Sword of Destiny ve Blood of Elves’i okudum, tüm dünyayı gözümde canlandırabilmek istiyordum. En nihayetinde hikâyeye odaklandım ve diziyi dağılmış bir ailenin, kendi başlarına dünyada dolanıp duran üç karakterin hikâyesi olarak planladım. Birbirlerini nasıl bulmaya çalıştıklarını ve bulduklarında neler olacağını gösteren bir hikâye ortaya çıkarmak istiyordum.

Ben her zaman için The Witcher dünyasının kalbinde böyle bir hikâye yattığına inandım, böyle bir hikâye ve Geralt, Yennefer ve Ciri gibi karakterler.

Hikâyeyi bu şekilde inşa ettikten sonra geriye fantastik türe ait öğeleri hikâyeye eklemek kalıyor. Bu türün hayranı olan tüm insanların beklediği şeyler; canavarlar, büyü, arka plandaki olağandışı savaşlar… Tüm bunlar dizinin olmazsa olmazları ve bu üç ana karakter de dizinin vazgeçilmezlerinden.

Sevilen kitapların sinemaya ya da ekrana uyarlanması hayranlarını her zaman heyecanlandırıyor. Ne var ki diziler ve romanlar, hikaye anlatısı sözkonusu olduğunda oldukça farklı mecralar. Bu nedenle uyarlamalar sözkonusu olduğunda değişiklik yapmak kaçınılmaz olur diye düşünüyorum. Bu, The Witcher için ne kadar geçerli?

Bir mecradan başka bir mecraya geçildiğinde hikâyede değişiklikler yapmak neredeyse kaçınılmaz oluyor. The Witcher serisinde sekiz kitap var, yani muhtemelen dört bin sayfadan fazla malzemeden bahsediyoruz. Her bir sayfayı, kitapta yazdığı gibi beyazperdeye ya da ekrana uyarlamak imkânsız. 20 sene boyunca yayınlanacak bir dizi hazırlasak bile tüm malzemeyi bitiremeyiz. O nedenle yapmamız gereken ilk şey, hikâyeleri tekrar taramak ve bu karakterleri izleyicilerle tanıştırmanın en iyi yolunu bulmak. Bu muhtemelen benim yaptığım en büyük değişikliklerden biri.

Kitapları okuduğumda hikâyenin aşikâr bir şekilde Geralt ile ilgili olduğunu anlamışım. Dizinin ismi The Witcher. Witcher dediğimiz zaten Geralt. Ancak hikâye aynı zamanda Geralt’ın Yennefer ve Ciri ile karşılaştıktan sonra nasıl değiştiğiyle de ilgili. O nedenle yapmak istediğim ilk şey, Yennefer ve Ciri karakterlerinin gerçekten içine girip onları kendi başlarına birer karakter olarak inşa etmekti. Bunu da bu karakterler henüz Geralt ile tanışmadan yapmak istedim. O nedenle Sapkowski’nin bu karakterlerle ilgili romanlarında arka planda yazdığı hikâyeleri inceledim. Bazen bu karakterlerin hikâyeleriyle ilgili birkaç cümleye rastlıyor ve bunlar üzerinde daha detaylı çalışıyordum.

Bu karakterlerin hayatlarını sadece flashbackler ya da hatıralar olarak değil, gerçekten tecrübe ettikleri şekilde vermenin çok daha iyi olacağını düşündüm. O nedenle izleyicilerin romanla kıyasladıklarında farklı bulacakları en büyük şey, diziye başladığımız noktada Geralt, Yennefer ve Ciri karakterlerinin henüz birbirleriyle tanışmadıklarını görmek olacak.

Başlarda kendi başlarına yolculuk edecekler, biz zamanla onları tanıyacağız ve umuyorum ki seveceğiz. Sonrasında da yolları kesiştiğinde neler olacağını izleyeceğiz. Bence bu hikâyeyi çok daha ilgi çekici bir hale getiriyor ve birbirlerinden gerçekten çok farklı olan bu üç karakterin kendi başlarına gelişimlerini ve değişimlerini görmemizi sağlıyor.

“İzleyicilerin, anlattığımız kurgusal hikâyelerin ahlaki yönlerinden örnekler alarak kendi yaşamlarına uygulayabilmelerini umuyoruz.”

Fantastik türün izleyiciler arasındaki popülaritesi aşikâr, özellikle de son dönemin başarılı fantastik yapımları göz önünde bulundurursak. The Witcher’ın bu dünyaya kattığı tamamıyla otantik ve eşsiz olan şey nedir?

Bana kalırsa bu dönem, fantastik türün televizyonda gerçekten parladığı bir dönem. Game of Thrones ve bu dizinin The Witcher üzerindeki etkisiyle ilgili epey soru alıyorum.

Game of Thrones’un büyük bir hayranı olduğumu söyleyebilirim ve ekranlarda fantastik türdeki yapımlar için de birçok kapı açtığını düşünüyorum. Çünkü uzun bir süre boyunca, izleyiciler bu türün sadece belirli bir kitleye hitap eden bir tür olduğunu, aslında kendilerine pek uymadığını düşündüler. Game of Thrones ise tüm bu kapıları açtı ve fantastik türün hayranlarını ve bu türe ilgi duymayanları, gelip bu dizinin aslında neyle ilgili olduğunu görmeleri için davet etti. İzleyiciler de bu daveti geri çevirmedi, o nedenle bu dönemin fantastik diziler için önemli bir dönem olduğunu düşünüyorum.

The Withcer’a gelecek olursak… Diğer fantastik dizilerden farklı olduğunu düşündüğümüz ve kendi dünyamızda üzerine eğildiğimiz nokta, “doğaüstü” konsepti aslında. Bu kolay bir karar değildi çünkü Geralt’ın kendisi aslında bir canavar avcısı; dolayısıyla bizim dünyamızla birçok canavarla ve insan olmayan, başka türdeki yaratıklarla karşılaşmak mümkün.

Üzerine eğildiğimiz başka bir nokta da büyü. Fantastik türde büyüye atıflarda bulunulduğunu görmek mümkün. Ancak tam anlamıyla büyücülerle ilgili bir dizi değilseniz, büyünün tarihi ya da büyünün kuralları gibi derinlikli konulara inmiyorsunuz. Biz ise The Witcher’da bunların tam ortasına dalıyoruz. Bence The Witcher’ı diğer fantastik dizilerden ayıracak olan en önemli nokta bu.

Geralt karakterinden biraz bahseder misiniz? Bu karakteri kimin nasıl canlandıracağına nasıl karar verdiniz?

Geralt oldukça karmaşık bir karakter. Dizinin üzerinde çalışmaya başladığımdan bu yana Geralt karakterine dair anlayışım da değişti. Kitapları okuduğumda zihnimde oldukça belirgin özelliklere sahip bir Geralt canlanmıştı. Kitaplarda Geralt konuşur örneğin, çok konuşur. Çok şey söyler, birçok hikâye anlatır. Okurun maceralarını anlamasını ister. Romanda yapmanız gereken şey de budur elbette. Bir karakterin ne düşündüğünü anlayabilmeniz için diyalog gerekir.

Ben de Geralt’ı bu şekilde yazmaya başladım, ta ki Henry Cavill ile tanışana kadar. Henry’nin projeye dahil olduğu ilk zamanlarda, Witcher dünyasının büyük bir hayranı olduğunu öğrendim. Kitapların hepsini okumuş ve oyunların hepsini oynamıştı. Dolayısıyla Geralt’a dair inanılmaz bir iç görüye sahipti. Aynı zamanda karaktere kendinden de bir şeyler katmıştı. Bizim dizimizdeki Geralt çok daha sessiz bir karakter. Konuştuğundan çok düşündüğünü görüyoruz. Birçok şeyi içselleştiriyor.

Dizide Geralt’ı bir şeyin etkilediğini görmeniz için, Henry’nin en ufak bir mimiği yeterli oluyor. Henry de kesinlikle böyle düşünüyordu. Sette beraber çalışırken Geralt’ın repliklerinin bazılarını kesmeye başladık. Geralt’ın konuştuğunda gerçekten etkili bir şeyler söylemesine dikkat ediyorduk. Az konuşacaktı ama etkili olacaktı.

Geralt oldukça metanetli bir karakter. Kırılganlıklarını kendi içinde saklıyor. Geçmişinde yaşadıklarının hâlâ üstesinden gelmeye çalışıyor. Geralt aynı zamanda inanılmaz komik bir karakter. Henry bu noktada da karaktere çok fazla şey kattı, kendisinin oldukça şahsına münhasır bir mizah anlayışı var.

Geralt’ı önemli kılan noktalardan biri de işi. Onunla tanıştığımızda uzun süredir “Witcher” olduğunu öğreniyoruz. Yıllardır bu işi yapıyor ve işinde çok iyi. Bizim yaptığımız şey bunu sorgulamak oldu. Hayatta istedikleri sadece bundan mı ibaret? Daha fazlasını istiyor mu? İnsanlarla bir bağ kurmak istiyor mu? Yennefer bu durumun neresinde? Ciri, Geralt’ın hayatında nerede konumlanmış durumda? Bunun yanı sıra Geralt oldukça değişen ve gelişen bir karakter. İlk bölümde izlediğimiz Geralt ile sekizinci bölümde izlediğimiz Geralt tamamen farklı.

Ciri ve Yennefer adında iki ana kadın karakter var. Ciri ve Yennefer için uygun aktörleri bulmak nasıl bir süreçti?

Bu karakterleri hangi aktörlerin canladıracağına karar vermek zor bir süreçti çünkü hem Ciri hem de Yennefer oldukça karmaşık karakterler. Kitaplardaki Ciri karakteri oldukça genç aslına bakarsanız. Dolayısıyla aktör ararken 11-12 yaşlarında bir oyuncu arıyorduk. Fakat çok geçmeden şunun farkına vardım ki ben Ciri’nin dizide önemli bir rol oynamasını istiyordum. Çocuk aktörlerle çalıştığınızda bunu başarmak özellikle sette geçirilen zaman açısından nispeten daha zor oluyor. Dolayısıyla sonrasında planladığımızdan daha büyük yaşta bir aktör aramaya başladık.

Ciri’yi canlandıran Freya Allan ile aslında başka bir karakteri canlandırması için anlaşmıştık. Biz de Ciri için istediğimiz oyuncuyu arıyor ancak bulamıyorduk. Bir gün cast direktörümüz Sophie Holland beni aradı ve Ciri için Freya’yı düşünür müsün diye sordu. Ben de elbette dedim. Londra’ya uçtum ve Freya ile tekrar görüştüm. Ertesi gün de dizinin Ciri’si olarak onunla çalışmaya başladık. Bu kadar hızlı gelişti süreç.

Yennefer ise cast sürecini en erken tamamladığımız karakterlerden biriydi. Yennefer’ın süreci de ilginçti. Kitaplarda Yennefer’ın 21 yaşlarında görünen genç bir kadın olduğunu anlıyoruz. Fakat kendisi aynı zamanda uzun yıllardır hayatta olan bir karakter. Dolayısıyla Yennefer’ın belirli bir olgunluğa sahip olması, görmüş geçirmiş biri gibi olması gerekiyordu. Bu, bir aktörde bulması epey zor bir özellik aslında. Gerçekten genç görünen ama uzun süredir çok fazla şey yaşadığını hissettiren bir karakter. Birçok aktörle görüştük, muhteşem performanslar izledik ama yine de bir şeyler eksikti.

Anya ile Londra’da tanıştığımda, o zamanlar rol aldığı bir oyunu izleme şansı buldum. Performansı beni fazlasıyla etkiledi. Ertesi gün cast seçimlerine geldi. Yennefer’ı tamamıyla içselleştirmişti. O noktada henüz hiçbir Witcher kitabını okumamıştı, okumak ve karakterle ilgili bir ön bilgiye sahip olmak da istemedi. Sadece sayfada yazanları canlandırmak üzere seçmelere katıldı. Yennefer karakteri inanılmaz bir olgunluğa sahiptir. İçinde bulunduğu dünyaya dair büyük korkuları vardır ancak bu korkuları bastırabilecek güce de sahiptir. Anya’da bunların hepsi vardı. Onunla da Londra’da tanıştığımızın ertesi günü çalışmaya başladık.

The Witcher romanlarının hayranlarıyla nasıl bir ilişki kurdunuz? Dizinin görsel dünyasına nasıl tepkiler verdiler?

Bana kalırsa inanılmaz derecede güçlü bir geri dönüş aldık, özellikle de diziden bazı görselleri paylaştıktan sonra. Benim de hayranı olduğum birçok roman var ve bunlardan bazıları ekrana ya da beyazperdeye uyarlandığında ben de bazı endişelere kapılıyorum. Bazı şeylerin değiştirileceğini biliyorsunuz çünkü. Bu yeni mecranın da sizin sevdiğiniz şeylerin hakkını veremeyeceğine dair doğal bir güvensizlik oluşuyor. Dolayısıyla bu korkuyu çok iyi anlayabiliyorum.

The Witcher romanlarının hayranlarının da bazı değişiklikler olacağını bilerek, açık fikirlilikle yaklaşacağını düşünüyorum. Değişiklik olmak zorunda çünkü televizyonda yapabileceklerimizin sınırları var. Daha ufak şeyleri keşfedebilmek adına başka şeylerden vazgeçmek zorunda kalabiliyoruz. Hikâyeye yeni karakterler katıyoruz ya da olayları romanlarda anlatıldığından farklı bir şekilde aktarıyoruz. Romanların hayranları diziyi izlediklerinde bazı değişiklikler olduğunu görecekler ancak yine de dizinin her saniyesinde romandan bir şeyler bulacaklar.

Romanların hakkını vermek için gerçekten sıkı çalıştık. Diziden bazı görseller yayınladığımızda; Ciri, Yennefer ve Geralt karakterlerini izleyicilere sunduğumuzda ve özellikle de temmuz ayında San Diego Comic-Con’da dizinin ilk teaser’ını yayınlandığımızda The Witcher hayranlarından yoğun ve pozitif tepkiler aldık. Bu dünyanın sıkı hayranlarının rahatladığına inanıyorum. Değer verdikleri, sevdikleri bir şey emin ellerdeydi. İnsanların izlemelerini istiyoruz. Bazı değişiklikler yapmış olsak da sevdikleri şeyi eksiltmiyoruz aslında. Biz sadece The Witcher’ın yeni bir versiyonunu sunuyoruz.

“Belki biraz naif bir düşünce olacak ama izleyicilerin diziyi izledikten sonra gerçek dünyaya döndüklerinde diğer insanlarla empati kurabilmelerini umuyoruz.”

The Witcher romanlarının hayranlarının ne izleyeceklerine dair bir fikirleri var. Witcher dünyasına dair hiçbir şey bilmeyen izleyiciler için diziden neler bekleyebileceklerini söyleyebilir misiniz?

İzleyicilere şunu söyleyebilirim: gerçekten otantik, katmanlı, bazen hasarlı ama yine de oldukça gerçek karakterlerle karşılaşma beklentisiyle gelin ve izleyin. Benim için ve diğer senaristler için çok önemli bir nokta var; biz hiçbir şeye tamamıyla siyah beyaz bir perspektiften bakmıyoruz. Dizide birçok nüans görmek mümkün. Bir bölümde tanıştığınız ve kötü olduğunu düşündüğünüz bir karakterin iki bölüm sonrasında aslında çok kahramanca bir misyona sahip olduğunu görebilirsiniz. Mükemmel bir karakter olmayabilir ancak doğru olduğunu düşündüğü şeyleri yapmaya çalışan bir karakter… Biz iyi ve kötü arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmaya çalıştık.

İzleyicilerin karşılaşacağı en önemli şeylerden biri de eğlenceli ve ilgi çekici görseller. Yapım tasarımcımız Andrew Laws, The Witcher dünyasının canlandırmakta muhteşem bir iş çıkardı. Kitapları didik didik okudu, belirli bölümler üzerinde çalıştı. Görsel dünyayı yaratırken de sık sık romanlara başvurdu. Dizinin görsel dünyası gerçekten etkileyici. Umarım insanların tekrar tekrar izlemek isteyeceği bir dizi olur. The Witcher dünyasına aşina olan ve olmayan tüm izleyicilerin muhteşem bir macera beklentisiyle diziyi izlemelerini isterim. Bu sekiz bölümde birçok karakterle tanışıyoruz, birçok yere gidiyoruz… Tam anlamıyla bir yolculuk ve bu yolculuğa eşlik etmeye değer.

The Wicther içinde yaşadığımız dünya hakkında neler söylüyor sizce? Gri ahlaki bölgeler ve aynı zamanda “iyi” ve “kötü” konseptleri sözkonusu.

Bu, izleyicilerin dizinden ne bekledikleriyle alakalı aslında. Ben ve diğer senaristler, The Witcher dünyasını kullanarak kendi inançlarımızı empoze etmemeye özen gösterdik. The Witcher’da fazlasıyla ilişkilendirilebilir politik meseleler bulmak mümkün; ırkçılık, yabancı düşmanlığı, cinsiyetçilik… Tüm bunlar kitaplarda var, dolayısıyla dizide de mevcut.

Bizim yapmaya çalıştığımız şey, hiçbir zaman taraf tutmamak. İzleyicilerin kendileriyle özdeşleştirdikleri karakter herhangi bir meselenin bir tarafında bulunacak; bazen de başka bir meselenin tamamen farklı bir boyutuna inanacak. İzleyicilerin, anlattığımız kurgusal hikâyelerin ahlaki yönlerinden örnekler alarak kendi yaşamlarına uygulayabilmelerini umuyoruz. Belki biraz naif bir düşünce olacak ama izleyicilerin diziyi izledikten sonra gerçek dünyaya döndüklerinde diğer insanlarla empati kurabilmelerini umuyoruz. Bir karakterin yerinde olsaydı ne yapardı? Bana kalırsa fantastik dizilerin yapması gereken de bu. Kendi dünyamızın bir yansıması haline gelebilmek…

*Röportaj Episode derginin 17. sayısında yayımlanmıştır.

Fulya Turhan

2011’de Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. 2014 yılında, lisans tezi olan çalışması “Sherlock Holmes & Peder Brown, Rasyonalite ve İnancın Çatışması” ismiyle yayımlandı. Özellikle polisiye edebiyat alanındaki çalışmalarına ağırlık veren Fulya Turhan, Episode ve 221B editörlerindendir. Türkiye’de sayılı Sherlock Holmes uzmanlarından biridir.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir