2016’nın Tortusu | Ufuk Kaan Altın
Episode Dergi için yazdığım ilk yazıda dizi seçimlerimden bahsetmiştim. Uzun uzadıya kendimi tekrar etmeyeyim ama önce senaryoya, daha da önemlisi senaryonun inceliklerine, öykünün gücüne baktığımı söylemiştim. 2016’nın bitmesine az kaldı. Yıl içinde izlediklerimi bu perspektiften irdeleyeyim istedim. Buyurun…
Bron/Broen
Öncelikle, İsveç/Danimarka ortak yapımı diziden Amerikan uyarlamasını (Bridge/Köprü) izledikten sonra haberdar olduğumu itiraf edeyim. Ne büyük ayıp. Ne büyük kayıp… Tamam, Diane Kruger ablamız da iyi rol kesiyor ama bir Sofia Helin değil tabii. Saga Norén‘in (Helin) her “Saga Norén, länskrim Malmö” (Malmö Emniyeti’nden Saga Norén) deyişinde heyecanlanır mı bir insan yahu? Oyuncu seçimi mükemmel, hikâye iyi, senaryo sağlam, mekân kullanımı 10 numara, 5 yıldız. Tek kötü yanı; 4. sezon için daha çok bekleyecek olmamız. Yeni sezon, 2018’de…
The Night Manager
Mininin de minisi ama derdini 6 bölümde enfes bir şekilde anlatıyor. Usta John le Carré’in Soğuk Savaş sonrasında geçen 1993 tarihli romanından beyaz cama aktarılan dizide, silah tüccarı Richard Onslow Roper ile (Hugh Laurie) İngiliz Gizli Servisi için çalışan gece müdürü Jonathan Pine‘ın (Tom Hiddleton) amansız kapışmasını izledik. Şahsen ben ağzımın kenarından sular akarak izledim. Mekân kullanımı iyi, atmosfer iyi, senaryo sağlam, öyküye dil uzatmak zaten haddimize düşmez, oyunculuğa da… Yine de şu notu düşmeme izin verin: Laurie, bildiğimiz gibi. Çok iyi ama daha iyisini bekliyorsunuz. Hiddleton ise ışıl ışıl. Yan karakterler de çok, çok iyi. Tadı damağımda kaldı ama belki uzatılsaydı bu etkiyi vermeyebilirdi. Bazen böylesi isabetlidir…
Shameless
Sevmeyeniniz var mı? Yoktur. Yoktur değil mi? 7. sezonu süren dizinin temposundan kaybettiğini kabul ediyorum. Hikâye farklı bir yere evrildi, evriliyor ama her şeye rağmen hâlâ çok iyi yahu. Frank Gallagher‘dan (efsanevi William H. Macy) nefret ediyorsunuz ama geçişler öyle ustaca ki kızamıyorsunuz bir süre sonra. Lip‘i de (Jeremy Allen White), ayrı bir yere koyuyorum. Fiona (Emmy Rossum) ve diğerleri de rollerinin hakkını sonuna kadar veriyor, yanlış anlaşılmasın tabii. Utanmaz babayla hayata tutunmaya çalışan çocuklarının serüveni hiç bitmesin…
House of Cards
Yukarıda bahsi geçen ilk yazıda “Galiba entrika seviyorum” diye bir cümle kurmuşum, geriye dönüp bakınca gördüm. House of Cards‘da entrikanın hası, iktidar savaşının en kanlısı, sahtekârlığın alası, acımasızlığın dibi, adam satmanın babası var. Başka ne mi var? Yan öğeleren tamamlayıcılığı, oyunculuğun gücü, atmosfer yerli yerinde. Senaryo, inanılmaz incelikli. Hem de sürprizli. Neyin gelmekte olduğunu anlasanız da sürpriz bozulmuyor. Yine de şaşırıyorsunuz. Ama dizinin lokomotifi, Frank Underwood‘un (Kevin Spacey) varlığı. Spacey’nin olağanüstü oyunculuğuna şapka çıkartmaktan başka elimizden bir şey gelmez. Claire‘i de (Robin Wright) es geçmemek kaydıyla tabii. Geçen sezon ortalarında biraz tökezlese de House of Cards, öyle bir yerde sezon finali yaptı ki nefesimiz kesildi. 5. sezonun ilk bölümü, IMDB’ye göre 24 Şubat’ta. Zamanı hızlandıralım lütfen…
The Americans
Çevirilerinden, romanlarından (Katilin serisi, Vedat ile Tefo‘nun yaratıcısı) ve 221B‘deki enfes yazılarından tanıdığınız sevgili Algan (Sezgintüredi) değinmeseydi belki de The Americans‘ı hiç duymayacaktım muhtemelen. Alın size bir büyük ayıp daha. Olsun, geç başladım ama hızlı bitirdim. 4 koca sezonu bir çırpıda tükettim. Hızlı kurgusu, nefes nefese temposu, mekân kullanımındaki özen, konunun Soğuk Savaş yıllarında geçiyor olması, sağlam öyküsü ve tabii ki oyuncuların başarısı diziyi özel bir yere koyuyor benim gözümde. Ama daha da önemlisi, iyi ve kötü dengeli. Klasik bir Amerikan dizisi olmasına rağmen Rusları kötülemiyor. İki millet içinde de iyiler ve kötüler var. Vurgu bu… Kısacası, Algan’ın 221B‘deki analizine yürekten katılıyorum. The Americans ile beni tanıştırdığın için teşekkürler… Yeni sezon için yine 2018’i bekliyoruz. Maalesef…
Narcos
Tüm zamanların en büyük uyuşturucu kaçakçısı Pablo Escobar’ın hayatını anlatan Narcos, sıra dışı bir yapım. Bir kere klişelere yaslanmıyor, gerçeği olabildiğince çarpıtmadan vermeye gayret ediyor. Escobar’ı canlandıran Wagner Moura’nın enfes oyunculuğunu özellikle anmak gerek. Brezilyalı aktör, rolü için ailesiyle Kolombiya’ya yerleşmiş, Escobar ve Kolombiya tarihi üzerine ne kadar eser varsa hatmetmiş, İspanyolca öğrenmiş. Yetmemiş, bir de 20 kilo almış. 2. sezon sonunda gerçek hayatta olduğu gibi Escobar, polis operasyonunda öldürüldü. Escobar’ın kimliğini bir kenara koyarak söylüyorum; üzülmedim desem yalan olur. Dizi bitti derken 3. ve 4. sezon onayları geldi bu arada. Bence bitmeliydi. Devamını izler miyim, zaman gösterecek…
Quarry
Bu özgün Amerikan dizisine de yine 221B‘deki çıkan Çağlan Tekil imzalı yazıdan sonra başladım. 8 bölümlük mini dizi formatında (henüz devamı gelecek mi bilmiyoruz. En azından ben bilmiyorum) kurgulanan Quarry, Vietnam’dan travmayla dönen bir Amerikan askerinin öyküsü temelinde dönüyor. Irkçılık, şiddet, aile içi sorunlar, Amerikan toplumundaki yozlaşma derken pek çok alt metni de barındırıyor. 1972’nin Memphis’ine gidiyoruz. Soluk renkler, kostümler, en önemlisi de müzikler enfes. Oyunculuk da yerli yerinde. Biraz yavaş ilerlediğini söylemeliyim yalnız. Merak uyandırıyor ama. Yine de dizinin içine girmek için biraz çaba göstermelisiniz…
The Night Of
2016’nın en iyilerinden. Sadece benim için değil, kiminle konuşsam aynı yorumu duydum. Kritikler de bu yönde zaten. Örnek öğrenci Naz‘ın (Riz Ahmed) iyi başlayıp cinayetle biten uzun gecesine tanık oluyoruz. Naz‘ın geçirdiği dönüşüm, olağanüstü bir biçimde aktarılıyor izleyiciye. Ama benim diziyi seyretme nedenim, mantar hastalığıyla boğuşan düşmüş (daha doğrusu kaderine razı, bu anlamda da hayatından memnun) avukat John Stone‘nun (John Turrurro) varlığı. Turturro, döktürüyor. Esasında 8 bölümlük The Night Of‘un sonunda öykü ucu açık bırakıldı. Devamının gelmesi ihtimali var. En azından konuşuluyor bir süredir bu. Ben yine “Böyle kalsın” diyeceğim…
Rizzoli&Isles
Tess Gerritsen’in (sevgili Fulya Turhan’ın Çin asıllı ABD’li yazarla yaptığı röportajı 221B‘nin halen piyasada olan son sayısında okuyabilirsiniz) eserinden televizyona uyarlanan dizi, 7. sezonu sonunda ekrana veda etti. Üzüldüm, üzülmesine ama final bölümü efsaneydi. Bunca polisiye arasında Rizzoli&Isles‘ı seçmemin nedenine gelince: Bir kere her bölümde farklı bir vakayı çözüme kavuşturuyorlardı. Adli tıp, her zaman işin içindeydi. Alt öyküler sağlamdı. Aile ilişkileri, güzel veriliyordu. “Biz büyük bir aileyiz” mesajı da… Tempo sağlamdı, heyecan dozu yerindeydi. Oyunculuk iyiydi. Boston (ABD’nin Avrupa’ya en çok benzeyen kentlerinden biridir) fonda iyi duruyordu. Kısacası, derli toplu bir diziydi Rizzoli&Isles. Jenerik müziğindeki İrlanda vurgusu ve davulun gücünü de yabana atmamalı tabii…
Person of Interest
Final yapan sevdiğim dizilerden biri daha. Harold Finch (Michael Emerson) ve John Reese‘le (Jim Caviezel) başlayıp dallanıp budaklanan, 5. sezonunda maalesef temposundan yitiren ve bir parça dağılan Person of Interest, kalbimizde daima yaşayacak. Hiç izlemeyenler, mutlaka şans versin derim…
The Big Bang Theory
Listedeki tek komedi olduğunu fark ettim şimdi. Dört bilim insanının çevresinde şekillenen The Big Bang Theory, 10. sezonunun ortasında. Sheldon‘ın (Jim Parsons) tavırları insanı sinir etse de diziyi bırakamıyorsunuz. Çünkü, dizi sadece Sheldon‘dan ibaret değil. Diğer karakterler, özelikle de kadın oyuncular çok, çok iyi. Herkes Penny‘ye kefildir (Kaley Cuoco yıldızlı pekiyiyi hak ediyor), eyvallah ama Amy Farrah Fowler bir harika. Amy‘i canlandıran Mayim Bialik’e sınıf başkanlığını veriyorum. Raj‘ı da (Kunal Nayyar) yardımcısı yapıyorum. Rolünü biraz daha artırabilirler…
Grey’s Anatomy
Çok fazla kelamda bulunmayacağım. Hastanede geçen dizileri hipnotize olmuş gibi takip ediyorum. Burada anahtar kelime, hipnotizma. Halbuki, doktor sevmem, ilaç sevmem, hastanelerden uzak dururum. İlk yazıda da zikrettiğim gibi, sanırım hastane dizilerinde beni çeken, gerçeklik duygusu… Grey’s Anatomy‘nin 13. sezonunun sonlarına yaklaşıyoruz. Bu, son sezon olur mu? Bekleyip göreceğiz…
2017 Planlarım
Polisiye ağırlıklı gitmişim 2016’da. Yeni yılda da durumun çok değişeceğini sanmıyorum. Daha çok yabancı dizi (yine İskandinav ağırlıklı) izlemeyi planlıyorum. Listemdekilerden biraz bahsederek kapatayım yazıyı: The Wire, çoktan final yaptı. İzleyenler ya yere göğe koyamıyor ya da birkaç bölüm sonra bırakıyor. İkisinin ortası yok. Ben de ilk bölümden sonra bırakanlardanım. Tekrar başlayacağım. Hannibal, listemde. Yabancılardan Trapped (İzlanda), Occupied (Norveç) ve Marseille (Fransa) merak ettiklerim. Yeni sezonunu beklediklerimi yukarıda yazdım zaten. Yeni başlayacaklar da olacaktır tabii. Çok zaman lazım, çok…
Dizileri, benim için en iyiden iyiye veya izlenme dönemine göre sıralamadım. Ya da şöyle söyleyeyim; bir sıralama sözkonusu değil…