A Gentleman in Moscow: Devrimin gölgesinde yok olan unvanlar, yeşeren umutlar
Rusya’da imparatorluğun yıkılması ve devrimle beraber komünist rejimin oturmasına giden süreç toplumsal alanda da sarsıcı olaylara yol açmıştı. 1917 yılında gerçekleşen ihtilal sonrası Çarlık ve onunla ilgili, onu çağrıştıran her şey mercek altına alınmış ve gözden düşürme, yok etme ve yok sayma süreci başlamıştı. Dönemin asilzade unvanlarına sahip pek çok kişinin mallarına el konmuş ve sürgüne gönderilmişti. Amor Towles’ın 2016 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan A Gentleman in Moscow, ihtilalden kısa bir süre sonra rejimle karşı karşıya gelen Kont Aleksandr İlyiç Rostov’un (Ewan McGregor) kurgusal hikâyesini ekrana taşıyor.
A Gentleman in Moscow‘da Kont Aleksandr İlyiç Rostov’un hikayesi anlatılıyor
Kont Rostov gelişen devrimi çok da anlamamış ve hayatın eskisi gibi devam edebileceğini düşünürken 1921 yılı gelmiştir. Kaotik dönem bir parça durulsa da Moskova’nın eski haklarından mahrum bırakılmış aristokrasisi yargısız infazlar ve idamlarla karşı karşıyadır. Bu sürecin bir kısmını da Avrupa’da geçiren Rostov, Moskova’da konakladığı Metropol Otel’de eski yaşantısını devam ettirme çabasındadır. Otel personeli dahil çevresindekilerin ona “Kont” unvanıyla hitap etmesi, rafine yemek ve şarap zevkinin karşılanması ve şık süit odası bunun göstergesidir. Ancak bir süre sonra ihtilalin oyuncuları onu sıkıştırmaya başlar.
Yeni rejimde onun da bir an önce ortadan kaldırılmasını isteyenler olduğu gibi, sadece gözaltında tutulmasının yeterli olacağını düşünenler de vardır. Aslında Çarlık rejiminin artığı olarak yok edilmesi gerekirken üzerinde bulunan ve bir kartpostala el yazısıyla yazılmış, ihtilali öven şiir onu kurtarır. Sonuçta
Bolşevik rejim Rostov’a uygun bir ceza bulur ve uygulamaya başlar. Bulunduğu Metropol Otel’den bir adım dahi dışarı çıkmayacaktır ama tüm ihtiyaçları karşılanmaya devam edecektir. Lakin artık süitinde değil çatı katındaki eski personel odalarından birinde kalacaktır. Rostov başta buna anlam veremese de kabul eder ve çatı katındaki soğuk, konforsuz ve izole mekânında yaşamaya başlar.
A Gentleman in Moscow fragmanını izlemek için buraya tıklayın.
Onu takip etmesi için görevli ajan ise Osip’tir (Johnny Harris). Soğuk davranışları yanında Rostov’un yanlış bir hareketinde onu derhal ortadan kaldırmaya kararlı tutumu bir korku unsuru olarak otel lobisine çöker. Ancak geçen günlerde Rostov yine kabuğuna çekilmek yerine hayatın içinde olmaya kararlıdır. Kendisi gibi otelde uzun süreli konaklayanlar yanında garsonlarla, otel görevlileriyle ve lobide çalmaya gelen müzisyenlerle arkadaşlıklar kurar.
Resepsiyonist Vasily, başgarson Andre, barmen Audrius, terzi Marina ve şef Emile artık onun ailesi gibidir. İlişkilerinde bazen gurmeliğini, bazen derin kültüründen gelen entelektüel yanını bazen de sadece hoşsohbet karakterini kullanır. Bir tutsak gibi yaşasa da hâlâ akşam yemeğinde karşısına oturana hangi balığın yanında hangi şarabın gideceğini anlatmada isteklidir.
Bir müddet sonra onu devamlı izleyenin sadece Osip olmadığını, küçük bir kızın da kendisini izlediğini fark eder. Adının Nina (Alexa Goodall) olduğunu öğrendiği bu dokuz yaşındaki kız, zengin hayal gücü yanında otelin tüm arka odalarını, gizli geçitlerini ve sırlarını bilmesiyle de Rostov’a arkadaş olur. Nina, annesi ve babasından bahsetse de onlar ortada hiç görünmezler.
Stalin’in ölümünün yansıması ve kapalı kapılar ardında oynanan politik oyunların Rostov’a yansımalarını izliyoruz.
İlerleyen süreçte Rostov’un kafasında beliren bir düşünce de böyle bir tutsaklığın idamla sonuçlanabileceği korkusudur. Zira otele gelen müzisyenlerden, arkadaşı eski Prens Petrov da (Paul Ready) onu rejime karşı daha çok doldurur ve Çar yanlılarının olduğu Minsk’e kadar yürüyerek kaçma planına dahil etmek ister.
Otel sakinlerinden biri de karizmatik film yıldızı Anna Urbanova’dır (Mary Elizabeth Winstead). Rostov’un ilk görüşte ilgisini çeken aktris çevresine ışık saçmaktadır ve dönemin sivrilmiş politikacılarıyla yakın ilişkidedir. Kendisinin ise kaybedilmiş unvanları dışında elinde hiçbir şeyi yoktur. Ancak bir süre sonra yakınlaşmaları hem Nina’nın hem de Osip’in dikkatinden kaçmaz. Osip’in dikkatinden kaçmayan daha önemli durum ise Petrov’un kaçış planı ve buna Rostov’un dahil olabilme ihtimalidir.
A Gentleman in Moscow dizisinin ilerleyen bölümlerinde yıllar içinde çatlayan rejimin yankıları, sürgüne gönderilen tanıdık simalar, Stalin’in ölümünün yansıması ve kapalı kapılar ardında oynanan politik oyunların Rostov’a yansımalarını izliyoruz. Otelden çıkamayıp çatı katında bulduğu arı kovanı ona ışık olurken, Osip’le farklı yönde gelişen ilişkisinin onu ne yöne çekeceğini merak ediyoruz. Her türlü durum karşısında sükûnetini kaybetmemeye, asaletini muhafaza etmeye çalışan bir insan olan Rostov’u canlandırma konusunda Ewan McGregor güzel bir performans sergiliyor.
Asilzade yaşantısı sona ererken yargılandığı mahkemede ne iş yaptığı sorulduğunda Rostov’un verdiği cevap, “Meslek sahibi olmak bir beyefendinin işi değildir,” olmuştur. Kısmen yeni rejimle dalga geçerken kısmen de eski konumunu devam ettirme çabasının yansıması olarak görülen bu durum zamanla düşüncelerini değiştirmesine yol açacaktır. Bir müddet sonra söylediği, “Değişmek zamanın ve onlarla birlikte değişmek beyefendilerin işidir,” cümlesi yeni hayatına uyum sağlamaya yönelik teslimiyetin de itirafı niteliğindedir.
A Gentleman in Moscow neticede bir baskı hikâyesi. Duyguların, kültürün, ifadenin bastırılması yanında ne düşünmemesi gerektiğinin öyküsü. Ancak yaşanan olaylar ve gelişen günler yine de her daim umudu canlı tutuyor, neşeyi tümden yok edemiyor. Dramatik örgüsü yanında kara komedi unsurları da barındıran yapımın çekimleri İngiltere’de tamamlandı.
Gösterim sonrası genel anlamda beğeniyle karşılaşılan yapıma en fazla eleştiri, dönem Rusya’sında aktif görev aldığı gözlenen siyahlarla ilgili olarak geldi. Bunun gerçekle bağdaşmadığı ve değil devrim sürecinde normal hayatta bile o dönem Moskova’da çok az siyahın bulunduğu iddia edildi. Politik doğruculuk uğruna yapımcıların bu tercihte bulunduğu söylense de eserin dönem Rusya’sına ait distopik bir kurgu olduğu da unutulmamalıdır. Ancak yapımda yer alan önemli karakterlerden Mishka’nın romanda beyaz olmasına rağmen dizide siyah bir aktör (Fehinti Balogun) tarafından canlandırıldığını da belirtelim.
Burada ufak bir parantez açarak Rusya’da gerçekten siyahların durumu nedir diye bakıldığında ise yolumuz meşhur yazar Aleksandr Sergeyiç Puşkin’e bile uzanır. Dedesi Abram Gannibal bir siyahtı. Hatta Puşkin, büyük büyükbabasının hayatına dayanan tarihi bir roman olan Arap Petra Velikogo (Büyük Petro’nun Bozkırı) isimli bir kitaba başladı ama asla bitirmedi. Osmanlı tüccarları tarafından bir Rus generale satılan Afrikalı Abram Petroviç Gannibal sonrasında Büyük Petro’ya (ülkemizde Deli Petro olarak da bilinen) hediye edilmişti. O dönem statüleri köle olarak adlandırılmıyor hatta iyi eğitim görenleri bile oluyordu. Abram Gannibal da bir hizmetli olarak kalmadı. Büyük Petro ondan ve zekâsından hoşlandı. Bir süre sonra onu serbest bıraktı ve eğitimini sağladı. Abram Gannibal zamanla soyluluk unvanına sahip bir askeri
mühendis, Fransa’da bir diplomat, Peter’in kızı ve vârisi olan İmparatoriçe Elizabeth’in sırdaşı oldu. On çocuğu oldu. Oğullarından İvan Abramoviç Gannibal, seçkin bir deniz subayı oldu. İşte Puşkin bu subayın torunuydu.
A Gentleman in Moscow son bölümlere doğru, ajanlık ve kaçış serüvenine evrilirken maceranın dozu da artmaya başlıyor. Dram dozunun artışıyla paralel giden bu gerilimli süreç Moskova’daki beyefendinin yaşadıklarının zirvesi niteliğindeki bir sona bağlanıyor.
Showtime ve Paramount işbirliğiyle yapımı tamamlanan A Gentleman in Moscow dizisinin ilk gösterimi bu yılın mart ayında yapıldı. Her biri yaklaşık 50 dakika süren sekiz bölümlük yapımın ülkemizde hangi platformda ekrana geleceği bu satırlar yazıldığı süreçte henüz belli olmamıştı.
Ömür Tanyel imzalı bu A Gentleman in Moscow incelemesi, Episode’un 57. sayısında yayımlanmıştır.