Alican Aytekin: Farklı Şeyler Yapmak İstiyordum, Kendimi TV’de Buldum I Engin İnan
[highlight]İç mimarlık okurken okulu uzayınca boşluğu doldurmak için hep hayalini kurduğu oyunculuğa adım atan Alican Aytekin, Artiz Mektebi yarışması sonrasında kendini dizi setlerinde buldu. Ufak Tefek Cinayetler‘de İlhan’ı Alican Aytekin, “Çok hayal kuran bir çocuktum, hâlâ çok hayal kurarım. Farklı şeyler yapmak istiyordum, bir şey yaratmak istiyordum. Sonrasında da kendimi TV’de buldum, zaten istediğim de hep buydu,” diyor…[/highlight]
Ufak Tefek Cinayetler‘de İlhan karakterini canlandıran Alican Aytekin’le yağmurlu bir İstanbul gününde Hilton İstanbul Bosphorus’da buluştuk. İzmir’de İç Mimarlık okurken Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde eğitime başlamasını, katıldığı yarışma programıyla TV’ye adım atışını ve dizileri konuştuk.
Röportaj: Engin İnan
Fotoğraf: Murat Tepe
Mekân: Hilton İstanbul Bosphorus
Ufak Tefek Cinayetler nasıl gidiyor?
Güzel gidiyor, beklediğimden çok daha iyi, kamera arkasında özellikle. Çünkü çok gerilerek işe başlıyorsun. Yönetmen, beraber çalışacağın insanlar çok önemli. O yüzden bu projenin içinde olduğum için kendimi şanslı hissediyorum.
Instagram’dan takip ediyorum, sette çok eğleniyorsunuz…
Evet. Gerçekten sete giderken çok mutlu gidiyorum, bittiği zaman da keşke biraz daha kalsak ve devam etsek diyorum. Sette çok pozitif bir ortam olduğu için bu da tüm paylaşımlarımıza yansıyor sanırım.
Gökçe Bahadır, Tansu Biçer gibi iki büyük oyuncuyla sahnelerin var dizide, onlarla çalışmak ne hissettiriyor, onlardan neler öğreniyorsun? Tansu Biçer eğitmen de aynı zamanda…
Tansu Abi’yle ortak tanışlarımız da var, benim oyuncu koçum da Tansu Abi’nin arkadaşı. Tansu Abi’nin ilk başta yüzüne bakamıyordum, o sorgu odasına girdiğim zaman gerçekten terliyordum. Bir de daha çok başları, konuşmuyoruz da çekim öncesinde, çünkü ben gittiğimde o sette oluyor ve sorgu odasında oturmuş, bizi bekliyor. Hazırlıkta da onu görmüyordum, giriyorum sorgu odasına sert biri, gözümün içine bakıyor, gözümü kaçırıyorum, bakamıyorum. Bir gün söyledim zaten, “Abi ben sana bakamıyorum, o kadar sert geliyorsun ki bana çekiniyorum senden…” Zamanla konuştukça, gerçeğini tanıdıkça daha rahat oldum. Ama en başta yüzüne bakamamam da güzel bir oyun veriyordu çünkü gerçekten sorgu odasındaymışım gibi hissediyordum kendimi.
İzliyor musun her bölümü?
Evet. Evde diziyi izlerken tepkiler veriyorum, “Hadi ya!” gibi. Arkadaşlarım, “Sende senaryo yok mu, niye şaşırıyorsun bu kadar?” diyor. Gerçekten bir seyirci gibi oturup izliyorum.
Dizideki tüm kadınların yavaş yavaş Merve’ye dönüşmeye başladığını düşünüyor musun sen de?
Yok; ama herkes birbirine o karakterleri yakıştırarak bakıyor. Bu Merve gibi, Arzu gibi şeklinde ifadeleri bunları çok fazla duyuyorum. Kendi hayatından örnekler vererek, ben Arzu’yum diyenler çok fazla oluyor.
“Bir şey yaratmak istiyordum, istediğim hep buydu”
İç mimarlıkla başlayıp oyunculuğa giden bir eğitim hikâyen var…
Önce İzmir Ekonomi Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü’ne başladım. Yarım dönem okulum uzayınca boşluğum oldu. O dönem ne yapayım derken, çok istediğim oyunculuk eğitimini almaya karar verdim. Çocukluğumdan beri sahneye çıkan bir insandım, dans ediyordum, halk dansları ekibindeydim, tiyatro yapmışlığım da vardı. Dedim ki profesyonel bir eğitim alayım, bu boşluğu böyle değerlendireyim. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne gittim. Orada eğitim aldım. Sonra Artiz Mektebi yarışması çıktı, arkadaşımın ısrarıyla gittim, elemelere girip birinci, ikinci, üçüncü aşama derken bir anda kendimi Kanal D’de canlı yayında buldum. Burcu Biricik’le beraber. Çok garip, biz ilk elemeye Burcu’yla peş peşe girdik. O da ben de son anda girenlerdeniz; orada tanıştık. Sonra yarı eleme oldu, sonra final, sonra çok yakın arkadaşım oldu, hatta ev arkadaşım oldu. O da İzmir’den geldi. Şu anda evli ama bizim evimizden gelin çıktı…
Gerçekten oyuncu olmaya karar verdiğin anı hatırlıyor musun?
Ben İzmir Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde eğitim aldım. Yarışmada birinci olduktan sonra İstanbul’a yerleştim. Oyunculuk içimde hep vardı. Çok hayal kuran bir çocuktum, hâlâ çok hayal kurarım. Çocukken kurduğum hayallerin hepsinde sahne ve televizyon vardı. Hep ben sahnede olmalıyım, kendimi izletmeliyim, çünkü bu benim hoşuma gidiyor, sıradan bir iş yapamam, 9-6 çalışamam diyordum. Zaten iç mimarlığı seçmemin nedeni de oydu, mesai saatleri içinde kalmak istemiyordum. Farklı şeyler yapmak istiyordum, bir şey yaratmak istiyordum. Sonrasında da kendimi TV’de buldum, zaten istediğim de hep buydu.
“Pes etmezseniz, tırmalarsanız oluyor”
Pek çok şarkı yarışması da yayınlandı, yayınlanıyor ama kalıcı isimler çok az çıkıyor. Oyunculuk yarışmalarındansa çok fazla isim kalıcı oldu…
Bunun birçok örneği var. Yarışmalardan çıkanların hepsi daha sonra kendi çabalarıyla bir yere gelmiş insanlar. Ben Burcu’nun, Burcu Biricik olduğu dönemi birebir yaşamış bir insanım. Burcu tamamen kendi çabasıyla, kendi koşuşturmasıyla bir yerlere geldi. Benim için de aynı şekilde, 2011’deki yarışmada birinci oldum.
Peki, yarışma sana neler kattı?
Bana çok güzel dostluklar kattı. Birbirinden çok sevdiğim arkadaşlarımı kattı, o yarışmadaki arkadaşlarımızın hepsiyle görüşüyoruz. Çünkü bir kader birliğimiz var, hepimiz aynı şeyleri yaşadık, 3 ay boyunca aynı otelde kaldık. Bir yere hep beraber gidiyoruz, bir davet olduğu zaman herkes birbirine haber veriyor, böyle enteresan bir durum var. Bu, hiçbir yarışmada olmamıştır bence. Hâlâ herkes birbiriyle görüşüyor hatta içinden iki arkadaşımız evleniyor.
Yarışmadan sonraki süreç nasıl geçti? Seçmelere girmek, bir işe dahil olmak için beklemek aynı zamanda stres de yaratıyordur…
Güzel anılar ama o dönemde gerçekten çok büyük bir stres. Sürekli hayır cevabını almak sizi yıpratıyor ve olmayacak, zorlamasam mı diyorsunuz. Ama niye olmayacak, bu kadar insan yapabiliyorken ben neden yapamayayım, eğitimini almışım, daha önce sahneye çıkmışım, kamera önüne çıkmışım, neden olmasın dedim. Pes etmezseniz, tırmalarsanız oluyor.
Hayat Şarkısı‘nda çok farklı bir karakteri canlandırdın…
Evet, Birkan’ın üniversiteden arkadaşı rolündeydim. İyi bir çocuk olarak girip kötü bir çocuk olarak çıktım işten, o da çok enteresandı. Aşkla kötüleştim. Beste’nin yakın bir arkadaşı rolüyle işe girmiştim ama sonra etraftan, sen o kıza âşık mısın dedi izleyenler. Dedim ki, hayır, acaba ben yanlış mı oynuyorum? Sonrasında senaryo bir geldi, ben gerçekten kıza âşıkmışım.
Burada da Oya’ya âşık olduğunu düşünenler var…
“Sen Oya’ya âşık mısın?” sorusunu çok duydum, o zaman da yanlış mı oynuyorum dedim. Bir gün tiyatroya gitmiştim, bir hanımefendi gelip, “Sizin de ne olduğunuzu tam çözemedik ama…” dedi. Dedim, güzel o zaman.
“Biraz kilo alayım, mutsuz oluyorum”
Alican Mutfakta kanalın da var YouTube’da, devam edecek misin?
Ben projeyi değiştirdim, şu an izlediğinizden çok farklı bir proje haline geldi. 5 bölüm çektik, montajları bitti. Yine YouTube projesi. TV için birkaç görüşme yapıldı ama benim istediğim şey YouTube; çünkü yeni nesil bir şey yapmak istiyorum. İnternette çok büyük bir kitle var.
Evde mutfağa giriyor muydun?
Küçüklüğümden beri hep mutfakta olan biriyim.
Peki, çok mu düzenlisin? Videolardan gördüğümüz kadarıyla çok derli toplu mutfağın…
Hiç değilim. Orada sürekli arkayı düzenleyen biri var. O yüzden derli toplu görüyorsunuz…
Bu gömlek olayın nedir? Sen hep gömleklisin, İlhan da sürekli gömlek giyiyor? Öyle bir tutkun mu var, denk mi geldi?
Çok alışığım gömlek giymeye. Biraz kilo alayım, kendimi çok mutsuz hissederim. Birkaç kilo aldığım için arkadaşımın doğum gününe gitmemişliğim var. O yüzden gömlek benim için kaçış noktası oluyor. Eskiden daha kiloluydum, o dönemde sadece gömlekliydim.
Röportaj, Episode Dergi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır…