Avrupa’nın Babil’i Berlin
Yerli dizi sektöründe Osmanlı dönemi hariç herhangi bir tarihsel kurgu bulmak -hele de sözkonusu yakın dönem tarihiyse- epey zor. Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık hikâyesinden herhangi bir dönem alıntılanıp ya melodraması yüksek bir formülasyonla “daha tehlikesiz” bir yerden anlatılabiliyor ya da bol hamaset yüklenip seyirciye bambaşka bir “cet” hikâyesi sunulmaya çalışılıyor.
Yakın dönem tarihi anlatmak ise Türkiye’de bambaşka bir cesaret gerektiriyor. Genç Cumhuriyetimiz henüz 100 yaşını bile doldurmadığından seçilen her hükümetin ülkenin kuruluşuyla, kurucularıyla ilgili illaki manipülatif bir söylemi oluyor. Eğer hikâye anlatıcısıysanız siyasetin manipülasyon alanlarıyla ilgili söz söylemek, senaryo kurgulamak, halka ulaşacak kadar popüler bir mecrada konuyla ilgili üretimler yapmak hapse atılmanıza, hedef gösterilmenize, devlet başkanının nefret söylemlerinden nasibinizi almanıza neden olabiliyor.
Bu durum böyle olmasaydı beyinleri tembelliğe ve hazır gelen düşünceleri, biçimleri öğütmeye alışmış entelektüel üreticilerimiz, yakın tarihimizi bir söylem kurarak ele alabilir miydi? En azından bunun için kütüphaneye dahi gitmeye tenezzül eder miydi? Ondan da hiç emin değilim…
Neyse ki dünyada yakın tarihlerini ele almaktan çekinmeyen hatta bunu estetiğin ve zanaatin en güzel şekilleriyle yapabilen ülkeler var. Mesela Almanya…
Almanya’nın televizyon tarihinde ilk kez yapılan kamu-özel sektör yapım ortalıklığı
Dizi sektöründeki parıltıyı bana kalırsa hak etmeden sürekli üzerinde toplayan Amerikan sektörünün karşısına, sarsılmaz hikâye teknikleri, itinalı sanat yönetimleri, sinema kültüründen beslenen yönetmenleriyle Avrupa dizilerinin en cesuru ve en pahalısından bahsedeceğim size bu yazıda: 2017 yapımı, 24 Ocak’ta Sky Deutschland’da 3. sezonu yayınlanmaya başlanan Babylon Berlin.
Almanya’nın televizyon tarihinde ilk kez yapılan kamu-özel sektör yapım ortaklığı neticesinde kamuya ait kanal ADN ile paralı kanal Sky-Deutschland işbirliğiyle hayata geçen, bütçesiyle dillere destan olan, İngilizce dışında bir dilde yapılan en pahalı proje olmasıyla gündeme gelen Babylon Berlin radarıma BluTV sayesinde takılmıştı. Etrafımdaki dizi övücü arkadaşlarımdan da duymayınca çok da üzerinde durmayıp bir ara izlerim diye kafama not almıştım bu diziyi.
Gereon Rath Serisi
Günlerden bir gün İletişim Yayınevi’nde çalışan çok sevdiğim arkadaşım Merin Sever’in telefonu, bu polisiye şaheserle yollarımızı kesiştirdi. Babylon Berlin’in aslında Alman yazar Volker Kutscher’in polisiyesinden uyarlanarak yazıldığını, Komiser Gereon Rath’ın başından geçen maceraların toplamda 7 kitaplık bir seri olduğunu anlattı. Politik, sosyoekonomik ayrıntılarla bezeli hikâyelere bayıldığımı bildiğinden olsa gerek, bana hemen serinin ilk kitabını hediye etti: İletişim Yayınları’ndan 2017 yılında çıkan Islak Balık – Gereon Rath’ın İlk Vakası…
Kitap elime geçtikten ancak bir süre sonra başlayabildim, ne yalan söyleyeyim. İstanbul’daki durup düşünmeye imkân bile verdirmeyen ve fazla dertli hayattan fırsat bulup da kitap okuyamıyorum diye mızıldanmaktan vazgeçtim. Islak Balık’ın içine dalmaya karar verdim. Ama ne dalmak! Her fırsatta işi gücü bırakıp hatta bazen randevularımı iptal edip evde Islak Balık’ı okurken buldum kendimi. Tabii arkası da geldi…
1920’lerin sonundaki kentsel dönüşümü, eski ve yeni yapıları, sıradışı eğlence hayatı, porno film sektörü, Nazileri, sosyal demokratları, imparatorluk günlerinin özlemiyle yanıp tutuşan ordu mensupları, Bolşevik Devrimi’nden kaçıp gelen Rusları, mafyası ve emniyet teşkilatıyla Berlin’e hoş geldiniz!
Doğup büyüdüğü yer olan Köln’de Cinayet Masası Komiseri olarak görev yapan Gereon Rath, takip ettiği bir şüpheliyi “kaza kurşunu” sonucu öldürünce artık Köln’de kalamaz. Babası Engelbert Rath, Köln’de Asayiş Şube Müdürü olduğundan Gereon’un bu kaosu atlatması için birkaç hatır gönül ilişkisini devreye sokarak Berlin’e tayinini çıkarır. Ancak Berlin’de Cinayet Masası gibi prestijli bir bölüme hemen transfer olmak kolay değildir. O nedenle Berlin Emniyeti Ahlak Masası’ndaki komiser kadrosuna atanmıştır. Cinayet Masası’na geçebilmek için ise sabretmesi gerekmektedir.
Ancak kuralların kendisi için geçerli olmasından pek de hoşlanmayan, Ahlak Masası’nda porno endüstrisine baskın yapmaktan sıkılan Gereon yakın zamanlarda Berlin basınının gündemine oturan cinayet için bağımsız bir soruşturma yapmaya başlar. Maksadı parlak bir ipucu yakalayıp ve hatta belki de vakayı çözüp kendini kanıtlamak ve Cinayet Masası’na atanmaktır. Bu nedenle üstlerinden gizli olarak önce ölü bulunan sonra da ölü bulunmadan önce öldürüldüğü anlaşılan Rus’un arkasındaki hikâyenin peşine düşer.
Kimliği bir türlü belirlenemeyen bu Rus’un önce kim olduğunu bulmak zorundadır. Bunun için ne yapabileceğini, Berlin’de nerelere bakabileceğini düşünürken “Kale” olarak tabir edilen emniyet müdürlüğünde ara sıra karşılaştığı Charlotte Ritter’e gün geçtikçe daha çok dikkat etmeye başlamıştır. Daha önce nişanlısı tarafından terk edilen Gereon, bununla başa çıkabilmiş ancak bunun içinde yarattığı boşluktan sonra başka bir kadınla pek de münasebeti olmamıştır. Cinayet Masası’nda kriminal asistanlık yapan bu güzel ve azimli kadın ise Gereon’un ilgisini epeyce çekmiştir.
Berlin’in dört bir yanında, öldürülen Rus’un katilini arayan Cinayet Masası’nın elde ettiğinden daha fazla bilgiyi tek başına elde etmeye başlayan Gereon Rath, Bolşevik Devrimi’nden kaçıp Almanya’ya sığınmış Ruslara rastlayabilmek ve cesedi tanıması muhtemel vatandaşlarını bulabilmek için Berlin’in gerçekten de sıradışı gece hayatına adım atar. Birçok risk alarak elde ettiği bilgilerle bu vakanın ardındaki enteresan bağlantı ağına ulaşır.
Bu bilgilerle doğru resmi çizerse imparatorluk sonrası kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin kırılgan demokrasisine güvenmeyen ve Alman imparatorunun yeniden tam yetkiyle donanması gerektiğini düşünen eski askerlerden müteşekkil paramiliter yapılanmayı, Sovyetler Birliği’nden kaçıp karşı devrim örgütlemeye çalışan Troçkistleri, Berlin’in en ünlü mafya liderini ve Rusya’dan kaçırıldığı varsayılan efsanevi Sorokin Altınları’nı içeren bir tablo elde edecektir.
Islak Balık’ı okuyup Babylon Berlin’in başına oturunca 1.sezonun ilk kitabın uyarlaması olduğu beklentisiyle izlemeye başlıyor insan. İlk iki bölümde, kitaptaki ana aks korunmuş ancak başka birçok ayak eklenerek hikâye daha da genişletilmiş. Edebiyatın açtığı alanla dizinin açtığı alan arasında ister istemez fark oluyor. Diyelim ki romanda bir karakteri, onun değdiği yerleri onun değdiği kadar görmek yeterli olabiliyor. Ancak dizide mutlaka birkaç ana karakter ve bu karakterlerin sonradan kesişmek üzere kurgulanmış, bağımsız da takip edebileceğimiz bir hikâyesinin olması gerekiyor.
Şatafatsız Ustalık
Yukarıda saydığım nedenlerden olsa gerek, karakterlerdeki en büyük değişikliği Gereon Rath’ın kitapta çok beğendiği Charlotte Ritter’da görüyoruz. Kitapta azimli bir kriminal sekreter olan Charlotte, emniyette çalıştığı zamanların dışında hukuk fakültesine hazırlanmaktadır. Fena olmayan bir evde, çok sevdiği bir ev arkadaşıyla yaşamaktadır.
Dizide ise Charlotte, Berlin’in en yoksul mahallelerinden birinde, yaşanamayacak kadar izbe bir yerde kalabalık ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Düzenli bir işi yoktur. Emniyet müdürlüğünde gündelik sekreterya işlerinden üç beş kuruş kazanmaktadır. Geceleri de Berlin’in en ünlü gece kulüplerinden birinde sabaha kadar eğleniyormuş gibi görünürken aslında seks işçiliği yapmaktadır.
Charlotte Ritter böyle olunca haliyle Gereon Rath’ın da kitaptaki kurgusu değişiyor. Dizide, kitaptakinden daha travmatik bir Gereon Rath çizilmiş. Savaşta cepheye gitmiş, gördükleri yüzünden duygu durum bozukluğuna bağlı ataklar yaşayan, atak geçirdiğinde sadece morfinle sakinleşebilen sinirsel bir hastalıktan muzdarip Gereon var karşımızda. Ayrıca cephede ölen abisinin eşiyle aralarında, herkesten gizli bir aşk yaşanmakta.
Senaristler bu aksı, o dönemki Stalin-Troçki hattıyla açarak genişletip zenginleştirmişler.
Kitapta genellikle karakterlerin ağzından duyduğumuz ya da soruşturmanın birkaç noktasında kesiştiğimiz Ruslar, dizide çok büyük bir yere sahip. Özellikle Kontes Sorokina ve Aleksey Kordakov’un kendi başlarına bir hikâyeleri var. Senaristler bu aksı, o dönemki Stalin-Troçki hattıyla açarak genişletip zenginleştirmişler.
12 bölümden oluşan 3. sezon ise büyüyen sinema sektörünü merkeze alan, serinin ikinci kitabı Sessiz Ölüm’den uyarlanmış. Yukarıda yaptığımız gibi bir kitap-dizi kıyası yapabilmemiz için Türkiye yayınını biraz daha beklememiz gerekiyor. Ancak önceki sezonlardan Gereon Rath’a dair şahsi hikâyelerin devam ettirileceğini düşünürsek bu kitaptan da birebir uyarlama olmayacağı bir hakikat.
Sessiz sinemaya karşı yükselen sesli sinema akımını, film stüdyolarını, yapımcıları, giderek daha da şatafatlı bir hal alan eğlence dünyasını, Nazi birliklerine dönüşme yolunda olan faşistleri ve Berlin’in yoksullarını nasıl gösterecekleri ise büyük bir merak konusu.
Ama asıl merak konusu Charlotte Ritter ve Gereon Rath arasında gördüğümüz etkileşimlerin bu sezonda hangi yöne gideceği… İnternette okuduklarıma göre ilk iki sezonda ihmal edilen bu ikilinin ilişkisi bu sezonda ivmelendirilecek.
Ee, ama kitabını çok değiştirmişler olmaz ki böyle derseniz, dizinin damağınızda apayrı iki tat bırakacağına dair güvence verebilirim. Böyle nakış gibi işlenmiş bir polisiyeye, edebiyatın ve dizinin etkisiyle kendinizi kaptırmanızı isterim. Kitabın ayrıntılarla meraka sürükleme kabiliyeti de dizinin sunduğu dönem ihtişamı, oyuncuların şatafatsız ustalığı da hafızanızdan hiç silinmeyecek.
Episode’un 19. sayısında yayımlanmıştır.