Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Can Kızıltuğ ile Kariyerini ve Dönence Dizisini Konuştuk
Ekrana yakışan isimlerin arasına giren Can Kızıltuğ ile İzmir’de başlayıp İstanbul’a uzanan yolculuğunu konuştuk. Tabii biraz Foça ağırlıklı konuşmuş olabiliriz. Çünkü son dizisi Dönence‘nin seti henüz bitmiş, artık İstanbul’a dönmüştü ve İzmir’e özlem içindeydi.
İlk olarak platin saçlarıyla Çukur dizisinde gördüğümüz oyuncu, Kuzey Yıldızı ile yoluna devam etti. Kendinden başka kimseyle bir derdi olmadığını belirten oyuncunun dizi öncesi dönemindeki müzikal maceraları da röportajın içinde. Aslına bakarsanız “Ateş Ediyor” şarkısının klibini izledikten sonra içinizden, müzikal yapsa ne güzel olur aslında diye geçirmeniz muhtemel.
Son dizin Dönence ile ilgili konuşacağız tabii ama öncesini de merak ediyorum, okul döneminde bu tip gençlik dizilerini izler miydin? Lise Defteri ya da Hayat Bilgisi gibi. Özenir miydin oradaki genç oyunculara?
Benim ilk izlediğim dizi Kavak Yelleri‘ydi, bayılıyordum oradaki karakterlere de oyunculara da ve öyle bir şey yapmak istiyordum. Hayatımın her anında ya lise işinde ya da böyle bir yazlık işte, bir gençlik dizisinde bulunmak istiyordum. Yabancı projelerde görüp de özendiğim, beğendiğim çok vardı ama yerli işlerde görüp beğendiğim, özendiğim, keşke ben de orada olsam dediğim Kavak Yelleri‘ydi.
Dönence, genç oyuncuların yer alması bakımından aynı şekilde konumlanabilir mi?
Bir bakıma ama keskin farklılıkları da var. En azından yine ailelerimiz var, genç bir kadromuz var, onların yaşadığı bazı gençlik sorunları var. O ailelerin içinde dönen problemler, mutluluklar ya da acılar var. Dönence‘de ise buna ek olarak bu ailelerin bazı üyeleri otizmli ve Asperger sendromuna sahipler, doğal olarak Kavak Yelleri‘nden daha spesifik bir konuya da sahip. O yüzden beni çok heyecanlandırdı bu iş.
Karakterin Berkay’dan biraz bahseder misin? Dizinin başlarında nasıl anlatılmıştı sana?
Berkay için ilk aşamalarda çok tatlı, günlük hayatta karşılaşabileceğimiz, çok keyifli, çok eğlenceli bir rol var, oynamaktan keyif alacağın bir rol olacak dediler. Keza öyle de oldu. Harbiden çok günlük hayattan, çok içimizden biri Berkay. Taşralı diyebilirim ama değil de. Foçalı bir karakter. İzmir rahatlığı var derler ya bazı insanlarda, tam böyle İzmir rahatı bir çocuk. Hem delikanlı, hem biraz tembel, hem çok eğlenceli. Günlük yaşayan biri Berkay.
Can Kızıltuğ: “Dizimizin başrolü Caner’i çok seviyorum, çok sıcak ve samimi biri. Kısa sürede arkadaş olduk”
Oyunculuk eğitimi almış mıydın?
Tabii, üniversitede tiyatro okudum. Lisede müzik, üniversitede tiyatro okudum. Mezun olduktan sonra eğitim almaya devam ettim. Başka çalıştığım özel tiyatro okulları oldu. Onlar da hiç bitmedi zaten. Sürekli birini bitirdim, başkasına başladım. Proje bazlı çalıştığım öğretmenler oldu. Karakterlere de hep öyle hazırlandım. Birileriyle çalışarak, kendimle çalışarak ekstra ders aldığım yerler oldu. Eğitim hiç bitmiyor bizde.
Birinin fikrini de almak iyi oluyor herhalde değil mi bu gibi durumlarda?
Tabii, öğrenmek gelişmektir, hiç bitmemeli. Tiyatro da hayat gibi, ben oldum, artık bu saatten sonra daha fazla öğrenemem diyebileceğin bir sektör değil. Ucu bucağı yok, sonsuz bir şey. Hem insanın entelektüel birikimi olarak hem oyunculuk adına yapabileceği şeylerin sonu yok. Oyuncu olmak sesinden bedenine, hareketinden mimiğine, entelektüel birikimine kadar çok kapsamlı bir süreç, bir yolculuk. O yüzden eğitim her anında, hayatın her anında olmalı. Hiçbir zaman bitmez yani. Zaten sürekli oyuncular kendilerini aşmak adına başka başka roller seçip başka başka karakterlere bürünüyorlar. Bunların hepsini içinde barındıramazsın.
Zaten o birazcık deliliğe giriyor bence. Peki, sizin çekim ortamınız nasıl?
Genç bir kadroyla çalışmak enerji açısından çok keyifli. Evet, bu arada gerçekten çok eğleniyoruz. Mesela sette çok eğleniyoruz. Set dışında Foça’da çok güzel bir otelde kalıyoruz, hepimiz bir aradayız. Otelde ayrı eğleniyoruz, set dışında ayrı eğleniyoruz, sette çok ayrı eğleniyoruz. Bence beraber zaman geçirmekten çok keyif alıyoruz. Zaten bir işi özel yapan şey, oyuncular arasındaki ve yönetmen arasındaki ilişkiden geçiyor.
Bu ilişki, bu enerji tutuyorsa, bu birliktelik sağlanıyorsa ne mutlu o işe.
Bu, seyirciye de yansıyor. Oyuncular arasında anlaşmazlık, ego çatışması olduğu zaman seyirci bunu hemen algılıyor. Bunu aşabilen, birbiriyle anlaşabilen bir kadro kurmak yapım ekibinin en zor görevi diye düşünüyorum. Sette ben nasıl bir insanım diye sorarsan, daha çok kendi derdinde bir tipim.
Kendi derdimde derken, kendini suçladığın konular mı var? Bunu böyle yapmasaydım, şunu şöyle yapmasaydım ya da işte burada başka türlü davransaydım gibi mi?
Yastığa başımı koyduğum zaman hep düşünüyorum mesela. Acaba öyle yapmasaydım da şöyle mi yapsaydım dediğim oluyor. Ama bu suçlamak gibi değil, gün sonu raporu. Bunu herkes yapmalı. Kendime yapıcı bir yerden yardımcı olmaya çalışıyorum. Kendime iyi davranmak zorundayım. Sonra hasta oluyorum.
Kim olmaz? Zaten hep kendimizi suçladığımız için daha kötü yerlere varıyor konu.
Ama o dert, biraz daha gelişmek ve kendinin daha iyi sürümünü yaratmakla ilgili bir durum. Yani kendimle derdim var derken daha iyi olmalıyım, daha çok üstüne koyayım derdindeyim.
Bunlar için sürekli okuyor ve izliyorsun o zaman değil mi?
Olabildiğince. Boş zamanınız kalıyor mu çekim sonrasında diye sorsana! (Gülüyor)
Evet, ona da gelmek istiyorum, Foça’da yaşam nasıl mesela?
Foça çok güzel bir yer. Ben zaten İzmirliyim. Çok sakin bir yer. Hem turistik anlamda çok güzel hem insanları çok samimi, sıcak. Deniz kenarı bir ilçe. İstanbul’dan bıkıp büyük şehrin kaosundan kaçayım, bir sahil kasabasına yerleşeyim dersin ya, orası seni o açıdan tatmin ediyor. Yani ben Foça’da çalışmaktan çok keyifliyim.
Ben de çok severim Foça’yı. Zaten o tarafı olduğu gibi seviyorum yani Ayvalık’tan al, İzmir’in sonuna kadar. Kıymetini bil. Peki, Caner Topçu’yla aran nasıl, bu aralar çok popüler oldu değil mi?
Dizimizin başrolü Caner’i çok seviyorum, çok sıcak ve samimi biri. Kısa sürede arkadaş olduk ama diğer başrollerimizin de hakkını yemeyelim, asıl otizmli karakterlerimiz vardı, Gülce’yle Rüzgar. Aslında hikâye biraz onların etrafında dönüyor.
Madem çekim için Foça’dasınız, arkadaş olmanız iyiymiş. Anlaşamadığın insanlarla bir arada olmak zordur.
Biz anlaşıyoruz. Ben Caner’in en yakın arkadaşını oynuyorum bir de. Berkay, Özgür’ün en yakın arkadaşı. Arkadaş olmadan arkadaşını oynamam mümkün değil zaten, Caner’le dert ortağı olduk.
Ne güzel. Evden uzakta yapılan çekimlerde zaten öyle bir dert ortağı hakikaten gerekiyor. Peki, bu star kavramı biraz değişti ya artık, ortamı nasıl görüyorsun?
Benim çocukluğumda starlık televizyonda ya da sinemada olmaktan geçiyordu, şimdi ise üretim alanları o kadar genişledi ki. Bir sürü dijital platform için sürekli yeni projeler üretiliyor, doğal olarak oyuncu sayısı da bu talebi karşılamak üzere artış gösteriyor. Birçok hedef kitle, birçok ünlü var.
Bence bu artık platformların çok fazla olmasıyla alakalı herhalde. Eskiden sadece televizyon vardı ve televizyonda yapılan iş sayısı da bu kadar fazla değildi.
Birini gördüğümüz zaman o kişiyi magazinde de görüyorduk. Hayatını da merak ediyorduk çünkü sadece televizyonda görüyorduk. Ulaşılmaz olma hali vardı. Artık herkesin, her şeyin daha kolay ulaşılabiliyor olmasıyla alakalı sanırım. Yani insanlarda merak biraz daha azaldı. Ben mesela 10 sene önce televizyonda gördüğüm insanı sosyal medyada göremezdim. Sokakta görürsem mucizevi bir şey olurdu. Şimdi sosyal medyada herkesin her anına tanık olduğumuz için belki de artık eskisi kadar meraklı değiliz starlara.
“Gittiğim bir ortamda tanınmak çok hoşuma gidiyor.”
İzmir’den İstanbul’a iş yapmak için mi gelmiştin?
Aslında üniversite için geldim. Çünkü tiyatro ve televizyon camiası İstanbul’da dönüyor. O yüzden ben de sektörün içinde olmak istedim. Beykent Üniversitesi’ne girdim, tiyatro bölümünü kazandım. Oradan tam burs aldım. 7 sene süren bir eğitimim oldu. Yani ne kadar uzatabiliyorsam o kadar gitsin, biraz daha üniversiteli olayım heyecanıyla. Sonra çalışmaya başladım. Önce müzik yaptım. Sonra birkaç tiyatroda çalıştım. Asistanlık yaptım. İşin arka tarafındaydım.
Hiç endişe duymadın mı? Başka bir şehre gidiyorsun ve yaşın da küçük. Tek başına başka bir şehirde yaşamak zor olmadı mı?
Ben biraz kaçmak istedim zaten. Aile yaşantısından uzaklaşmak istedim. Çok sağlıklı bir aile yaşantım yoktu. Parçalanmış bir ailenin çocuğuyum dolayısıyla uzaklaşmak istediğim için İstanbul’a gittim. Her şey bir bahaneydi aslında. İstanbul’da okuyayım, sektör oradan yönetiliyor ama aslında hepsinin temelinde bir kaçış hikâyesi var.
Kaçmak için ideal bir şehir tabii İstanbul. İlk dönemlerinden single’ını hatırlıyorum; “Ateş Ediyor”. Onun öncesinde oyunculuk yapmadın değil mi? İlk işin o muydu?
Evet, ilk işim oydu. O sıralarda zaten tiyatro okuyordum. Öğrenciyken müzik yapmaya başladım.
O da herhalde biraz menajerlerin isteğiyle olmuştu değil mi? Onur Özışık ile çalışıyordun.
O dönem Onur’la tanışmıştım. Onur, eskiden Stardium diye bir şirketin sahibiydi. Zaten müzikle alakalı pek çok projesi vardı. Biraz Onur’un yönlendirmeleriyle bir iki proje yaptık.
Peki, ister misin yeniden müzik yapmak? Nasıl geldi sana o dünya?
Bıraktım diyemem zaten, ara verdim. Enerjimi tekrar oraya çevirdiğim bir dönem olacak. Aslında hep düşünüyorum. Kendi kendime düşündüğüm şeyler var.
Seninle buluşmadan önce izledim videonu yeniden. Hakikaten ateş ediyordun videoda, bayağı güzel gözüküyorsun yani.
Evet, güzel bir dönemdi. Hatta başarılı diyebileceğim bir projeydi “Ateş Ediyor”.
Peki, dizilerle oluşturduğun hayran kitlenle nasıl gidiyor? Sosyal medyadan sürekli darlanıyor musun?
Seni görüp tanımaları bence hoş bir şey. Fotoğraf çekilmeye gelenler çok oluyor. Instagram’dan yazanlar da çok oluyor. Bir fan kitlemiz oluştu. Bunun avantajları oluyor. Gittiğim bir ortamda tanınmak çok hoşuma gidiyor.
Bazen insanın konuşmak istemediği dönemler de oluyor, o zaman ne yapıyorsun?
O anlarda ben hep suratsız oluyorum, kimse gelemiyor yanıma.
Sen kendi duvarını örüyorsun.
Bazen evet, duvarlarım o kadar sağlam oluyor ki yüzümden, enerjimden çok belli oluyor. Bir adım geri atarsın! Kimse gelmiyor bu durumlarda yanıma. Çok itici görünüyorum herhalde. (Gülüyor) Bir de ben ruh halimi hiç saklayamıyorum. Anlarsın, birini sevip sevmediğimi de anlayabilirsin yüzümden hemen.
Peki, bu hayranlardan iltifatlar alıyorsundur, onu tahmin ediyoruz herhalde hepimiz.
Alıyorum, evet. Çoğunlukla güzel mesajlar oluyor ama bazen çok saçma şeylerle de karşılaşabiliyoruz.
Kariyerinde güzel bir şekilde ilerliyorsun, bu, ilişkilerine nasıl yansıyor? Sevgililerinden hep bir şey öğrenen biri misin yoksa aklını bırakıp gidenlerden misin? Sana bir şeyler öğretilmesinden mi hoşlanıyorsun?
Karşılıklı kazanç sağlayamayacağım hiçbir ilişkide yokum. Eğer biri bana bir şey öğretmiyorsa, geçirdiğim zaman değerli sayılmıyorsa benim için, orada bulunmam. Bir şeyler öğrenmem gerekiyor, alışveriş olması gerekiyor. İlişkilerimin temeli bunun üzerine çünkü o zaman saygı duyabiliyorum karşı tarafa. Sadece verdiğim bir ilişkide bulunamam ben. Saygı duyamam karşı tarafa.
İlişkilerinde olayın ne kadar içindesin? Yan yana yaşamak mı istersin? Yoksa arada bir görüşsek daha iyi olur, yalnız kalmaktan hoşlanırım, tayfadan mısın?
O, kişiden kişiye değişiyor. Eğer o insan artık arkadaşım olmuşsa ya da zaman geçirmekten çok keyif aldığım bir insansa aynı evde yaşamayı düşünebilirim. Bu beni rahatsız etmiyor. Sevgilim, hayatımın her anında olsun isterim, biraz duygusalım o konuda. Uzak kalmayı çok sevmem ama ilişkinin konumlandırıldığı yer de önemli. Eğer sadece takılıyorsam yaşamayalım aynı evde, arada görüşürüz.
Kimisi de aynı evde yaşamanın ilişki süresinden çaldığını söylüyor, evlilik aşkı öldürür önergesinin başka bir versiyonu gibi. O yüzden sordum.
Heyecanın, o merakın hiç bitmemesi lazım. Heyecan ve merakın bittiği yerde aşk da bitiyor bence. Birbirine duyduğun o merak, o gizem, o heyecan hep taze kalmalı bir şekilde.
“Bir festival filminde yer almayı çok istiyorum. Ödül almayı, ödül alırken bir konuşma yaparken kendimi görmeyi çok isterim.”
Sen oyuncuyken bu merak edilme konusu sorun olmuyordur herhalde. Çünkü çalışma saatleriniz belli olmuyor mesela. Karşı taraf buna nasıl inanıyor? Yani, aşkım bitmiyor çekimim, burada kalmak zorundayım dediğinde sana nasıl inanıyor? Çünkü çalışma saatleriniz gerçekten hiç belli değil ya. Gerçekten hayatınızın böyle olduğunu biliyorum. Fakat başka birine söylesen inanmayabilir.
Evet ama inanmadığı noktada da ben o ilişkide bulunmam. Niye bulunayım ki bana inanmıyorsa karşı taraf, kendimi otomatik olarak yormaya başlarım. Çünkü kendimi ispatlama, inandırma ihtiyacı
duyuyorsam bir sıkıntı var o ilişkide. Çalışıyorsam o saat aralığında düşünmek zorunda olduğum şey kendim, işim ve dizideki karakterim. Güven benim için çok önemli. Ben yastığa başımı sağlam koymalıyım. Aklımda soru olmamalı benim için.
Peki ileride neler bekleyebiliriz senden? Neler yapmak istiyorsun?
Bir festival filminde yer almayı çok istiyorum. Ödül almayı, ödül alırken bir konuşma yaparken kendimi görmeyi çok isterim. İnsanlara bir şey anlatabilmeyi çok isterim. Bir yurtdışı projesinde yer almak istiyorum. Her zaman hayalimdi zaten bu, hatta bununla ilgili planlarım var. Ama bakacağız tabii ne kadar gerçekleşir ne kadar gerçekleşmez. Şu an hepsi tamamen bir hayal.
Ne güzel olur. Ayakta alkışlamak isterim seni. İzlediğin dizileri sormak istiyorum. Takip ettiğin diziler var mı?
Yerli dizilerde ne yapılmış diye kovalarım. Ne yapılmış, kim, nerede oynamış? Her birinin ilk bölümünü izlerim. Pilot bölümlere bakarım. Onun dışında yabancı dizilerde en son ne izledim…
Mesela Marvel takipçisi misin? Star Wars dizilerini izler misin?
İnanılmaz büyük bir Star Wars fanıyım. Yüzüklerin Efendisi serisine bayılırım. Jedi olmak en büyük hayalimdi. Marvel serilerini çok iyi bilirim. Çocukken çizgi roman okumaya bayılırdım. Marvel ve DC evrenlerinde bilmediğim hiçbir şey yoktur. Keşke Superman olsam. Çocukluk hayalim öyleydi, Superman olmak isterdim. Marvel’ın hiçbir filmini kaçırmadım. En son Ant-Man’i izledim galiba. Fantastik kişilere bayılıyorum. Fantastik-bilimkurgu nerede, ben oradayım. Keşke Türkiye’de de yapılsa çok güzel bilimkurgu işler. Aslında yapılıyor ama herhalde çok fazla tercih edilmiyor.