RÖPORTAJ │ Ecem Erkek

 RÖPORTAJ │ Ecem Erkek

Bu röportaj Episode Dergi’nin Mart 2022 tarihli sayısında yayımlanmıştır.

Röportaj: Engin İnan & Fulya Turhan

Fotoğraf: Ayhan Yıldız

Exxen’de yayınlanan yeni dizi Aşk Kumardır‘da rol alıyorsunuz. Türkiye’de çok karşılaşmadığımız türde bir iş. Bu projeye nasıl dahil oldunuz?

Senaryoyu ilk okuduğumda çok şaşırdım, bu nasıl olacak ki acaba dedim, çünkü bence Türkiye algısının çoğunun kabul edebileceği bir komedi şekli değil ama sonra birinden duyduğum şu laf çok hoşuma gitti Aşk Kumardır ile ilgili: Canlı karikatür.

Metni ilk okuduğunuzda ne hissettiniz?

İlk okuduğumda şaşırdım, Güldür Güldür‘de 3-4 sezon oynadığım, benim de alıştığım bir komedi şekli olmadığı için yeni bir tarz ve anlaşılmazsa nasıl olacak tedirginliğini çok yaşadım. Ama canlandırılmış karikatür lafı benim için başlangıç oldu. Yani sonra da dedim ki çok düşünme, gül geç. Gülümsetiyorsa gül geç. Bu Shakespeare Royal Company değil, bu işte minik minik kimi 10 saniye, kimi 30 saniye, 1 dakika, en fazlası 2 dakika olan hikâyeler. Bir küçük gülümsetiyor, sonra geçiyorsun. Öyle olunca işe daha çok ısındım. Nezih de sağ olsun düşünme, düşünmeden oyna, eğlen, tadını çıkar dedi sürekli. Çok absürt yani, durumla ilgilen, durumun komikliğiyle ilgilen dedim kendime. Düşününce çıkamıyorsun da oradan, düşünmeden sadece eğlenerek oynadım, çok da eğlendim, hep beraber eğlendik, güzel bir setti.

Bu kadar kısa sürelerde karakter değiştirmek zor mu? Uyum sağlamakta zorluk çektiniz mi?

Bana zor gelmiyor, çünkü zaten o bir sayfalık metincik, okuyorsun, eğlencesini de anlıyorsun. Altının kazılacağı bir durum yok Aşk Kumardır işinde, sadece çok eğlenceli, hiç zor olmuyor karakterden karaktere girmek. Güldür Güldür’de çok zor oluyordu çünkü tipleri ayırmak zordu, burada oradaki gibi bir bıyık ya da kostüm de yok, günlük hayatın içinde karakterler var ve durumlar değişiyor. Aslında değişen karakterleri düşünmedim çok, çünkü zaten çok kısa olduğundan karakter oluşturmaya izin vermiyor.

Sizce bu işin alameti farikası ne? Kısalığı mı yoksa karakterlerin ve durumların esasında bildiğimiz şeyler olması mı?

Bir kere kısalığı evet, çünkü izlenirliği çok kolay. İkincisi de bunlar kadın-erkek ilişkileri, anne- çocuk ilişkileri, arkadaş ilişkileri, hep bildiğimiz ve hep tanık olduğumuz meseleler ama ben bu kadar absürt anlatılan bir proje hatırlamıyorum. İkili ilişkilere bu kadar odaklanan bir iş olmadı sanırım. Mesela Bir Kadın Bir Erkek vardı, bunun gibi değil ama buna benzer. Sadece iki kişi ya da üç kişi olduğunda duruma daha fazla odaklanıyoruz, kenarlara dağılmadığımız için, o durum hiç bu kadar net anlatılmamış gibi hissediyorum ikili ilişkilerde. Burada çok iyi anlatılıyor ve bence alameti farikası yaptığınız geyiklerin bu kadar gösterilmesi. Aramızda yaptığımız şakaların oyun hali gibi.

Bir arkadaşımla izliyordum, izlerken bizim Ahmet gibi dedik, hep birileriyle eşleştirdik çünkü gerçekten yaşadığımız hikâyeler vardı orada.

Yaşadığımız hikâyelerin geyiği bence, abartılmış hali. O yüzden Instagram’da yeni ağızlar oluyor ya, “arkadaşlarımla kafeye gittiğimde ben” deyip fotoğraf, video paylaşma meselesi. Sanki onların videosuymuş gibi.

Bence sosyal medyayla çok özdeşleşen bir iş, paylaşmaya da, capslere de çok uygun, biraz ruhu oradan gelen bir iş gibi. Bazı sahneler tekrarlarıyla komikleşiyor, ördek meselesi gibi mesela…

Ördek meselesine biz de çok gülmüştük. Shift geldi, oyuncularımızın alınış saati, o shiftte o gün ördekli sahne çekilecekti ve oyuncular arasında ördek de vardı, bir de ördeğin menajeri aranacak diye bir şey yazıyordu orada. Meğer hayvan castı yapan bir şirket varmış ve ördeğin de menajeri varmış, işte onun alınış saati, ördeğin geliş saati, ördek meselesi epey aramızda espri olmuştu. Kamera arkası benim için de çok komikti, alışık olmadığım bir iş olduğu için, ilerleyen bölümlerde göreceksiniz. Kafamda bir tane saksıyla bütün gün durmak zorunda kaldım mesela. Bildiğiniz, içinde toprak olan bir saksı;  içinden köpükler çıkan bir çantayla hikâyem var, acayip aksesuarları olan da bir işti, çok komikti. Ve gerçekten o insanların, arkadaki teknik arkadaşların, Sezgin ile Berk’in orada çanta köpürtmek için ciddi uğraş verdiğini görüyorsunuz. Mesela çanta köpürecek, buz kırılıyor, deterjan sıkılıyor, yeterince köpürdü 3,2,1 diyorlar, çantayı takıyorum, çekiyorlar, sonra köpük söndü diye duruyorlar.

Bir de çok mekân var, hazırlığı, dekoru… Geniş bir sanat ekibi var sanırım ve esasında sizden çok onlar yoruluyorlar gibi, normal dizi çektiğinizde mesela 6 mekân vardır öyle çekersiniz, burada her sahne için ayrı mekân var gibi.

3-4 tane evimiz vardı, bu evler oda oda kullanıldı ama sürekli bir mekân değişiyor ve sanat ekibi sürekli çalışıyor. Zaten absürt bir iş olduğu için aksesuarları da çok absürt, herkes canla başla çalıştı, sağ olsunlar.

Peki, sette en eğlenceli ekip arkadaşınız kim?

Ben diyormuşum. (Gülüyor) Yok yok, set olağanüstüydü, ben insanlara çok zor alışırım. Şu an beni çok seven bütün arkadaşlarımın ilk zamanlarda söyledikleri şey şu: Başta senden nefret etmiştim ne soğuksun ne snobsun, seninle hiç anlaşamayacağımı düşündüm. Herkes bunu bana muhakkak söyler ama sonra alışırlar. 6 kişilik bir ekiptik sette, 3 kadın, 3 erkek. Öyle olunca küçücük bir ekip, inanılmaz eğlendim.

Oyunculuk kariyerinizden de konuşmak istiyorum. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Oyunculuk hep istediğiniz bir şey miydi?

Oyunculuk hep istediğim bir şey değildi, üniversite sınavlarına girene kadar oyunculuktan haberim yoktu, bu hep anlattığım ve herkesin de bildiği bir hikâye aslında. Hep oyunculuğa teşneymişim çocukken ama bunun bir meslek olduğunu farkında değildim. Arkadaşımla tanışana kadar, konservatuar sınavlarını bana anlatana kadar. Bana anlattı, sonra beraber sınavlara girmeye başladık ve oyunculuk mesleğiyle tanışmaya başladım. 4 yıl sonra hem DTCF’yi hem Anadolu Üniversitesi’ni kazandım. Ankaralı olduğum için Ankara’da kalmak zorundaydım ve böylece oyunculuk serüvenim başladı. Sonra okuldan mezun oldum, devlet tiyatrosunda bir sene figüranlık yaptım, herkesin yaptığı gibi. Ondan sonra Bursa’da iki sene Engin Alkan’la tiyatro yaptım, sonra İstanbul’a geldim. Yaklaşık 4,5-5 senedir İstanbul’dayım. Önce Hayat Sırları zaten 11 bölüm sürdü, sonra 3 buçuk 4 sezonluk Güldür Güldür, daha sonraki işim de Aşk Kumardır.

Tiyatroyla nasıl bir ilişkiniz var, nerede duruyor sizin için? Şu an üzerinizde çalıştığınız bir şey var mı tiyatroyla ilgili?

Tiyatro benim için hep hevesim kursakta bir yerde duruyor, çünkü Engin Alkan’la iki sene tiyatro yaptık Bursa’da, hiç elimizde olmayan sebeplerden ötürü oradan ayrılmak, istifa etmek zorunda kaldım, dolayısıyla hep hevesim kursağımda. Sonuçta tiyatro kökenliyim, okulda çok sahneye çıkmıyorduk. En fazla mezuniyet oyunu oynuyoruz, o da 10 oyun falan oluyor. Tiyatro yapmak için okuyoruz ve daha tiyatroya doymamışken televizyonda çalışmak durumunda kalıyoruz. Bana zaman kaybettirdi, tiyatroya yoğunlaşamadım, başka işler girdi işin içine, hayat devam etmek zorundaydı. Biliyorsunuz tiyatroda o kadar da devam edemiyor hayat. O yüzden televizyon kariyerime odaklanmak zorunda kaldım. Üzerine çalıştığımız bir proje de var yine Engin hocayla beraber.

Şahane, tiyatroyla bağınızı koparmadınız yani?

Hayır, koparır mıyım! Tiyatro kökenliyim ve dönüp dolaşıp gideceğim yer orası, hatta orada daha çok zaman geçirsem ne kadar güzel olur.

Sonra dediğiniz gibi televizyona giriş yaptınız, o süreç nasıl gelişti? Televizyon nasıl bir yer, nasıl dinamikleri var ve bu dinamiklerin içinde nasıl yol aldınız?

Televizyon çok karmaşık bir yer ama kapılıp gitmemek lazım galiba, çünkü fazla dinamik var. İnsanın aklını çelebilecek dinamikler. Gerek maddi gerek şöhretin getirdikleri anlamda çok kafa çelecek bir yerken galiba orada sağlam durmak lazım, kendinden ödün vermemek lazım. Evet, isteklerim var, bu istekleri belki sadece parayla gerçekleştirebilirim ama yine de o kadar da para kazanacağım diye her şeye koşturmamak mı gerekiyor acaba diye düşündüm. Böyle kalabildiğim kadar sağlam ve temiz kalmaya çalışıyorum, sabrım var diyorum herkese. Bekliyorum; her yerde, her projede olmak istemiyorum. Bana zaman versinler, benim de zamanım var zaten, sabrım da var, bir bakalım, bir düşünelim. Onların acelesi vardır muhakkak da benim acelem yok. Güzeli olana kadar, iyisi, sağlamı olana kadar bekliyorum.

Güldür Güldür süreci nasıldı? Epey uzun sürdü, neler kattı size?

Çok şey kattı, o kadar çok şey öğrendim ki orada, insan ilişkileri, sahne gibi. Bu arada Güldür Güldür tam olarak bir tiyatro olmasa da orada da sahneye dair bir sürü şey öğrenebiliyor insan. Çünkü her hafta en az 5-6 skeç ezberleyip hemen sahneye koymak bambaşka bir şeydi, gerçekten çok zordu. Ama çok severek çalıştım, çok fazla şey öğrendim. Piyasayı da öğreniyorsunuz orada. Çok uzun zamandır devam eden kemik bir iş çünkü. Orada çalışan insanlar 9 senedir oradalar, yapımcılarımız, BKM zaten çok uzun yıllardır bu işi yapmış insanlar, o yüzden orada piyasayı da öğrendim. Her gün çok fazla şaşırdığım, şoke olduğum şeyler oluyor ama işte orada da sağlam durduğunda, ne istediğini bildiğinde o kadar da etkilemiyor seni o şok.

Güldür Güldür, benim için inanılmaz eğlenceli süreçti, bir sürü güzel kapı açtı, çok güzel arkadaşlar da kattım yanıma, hem sahnede direkt reaksiyon almak ve hem de televizyonda olmak iki tarafı da aynı zamanda yapmak olağanüstü bir şeydi. Güldür Güldür’e ilk girdiğimde şunu sordum: Siz şimdi seyirciye mi yoksa televizyona mı oynuyorsunuz? Şaşırdılar çünkü hakikaten öyle, ben mesela hiç televizyonu düşünmeden oynamıştım, o yüzden o kadar eğlendim, orayı tiyatro olarak algılayıp direkt reaksiyon almak benim için çok keyifliydi. O yüzden keyifli geçti bence, televizyonu düşünseydim o kadar keyif almayabilirdim.

Doğaçlama ne kadar vardı orada?

Bana bıraksalardı tamamı doğaçlama olabilirdi ama tabii 6 kişilik yazar ekibimiz ve onların metinleri var. Ben elimden geldiğince doğaçlama yapıyordum, birçok arkadaşım da yapıyordu zaten ama genelde metne sadık kalıyorduk.

Naime’de biraz daha devam edersem Burhan Altıntop gibi üzerime yapışır hissiniz var mıydı? Naime de o sınıra gelmişti sanki.

Gerçekten sınırdı ama yapışmasından hiç korkmadım çünkü insanların o sevgisi çok tatlı gerçekten, böyle kucaklayıp sevmek istiyorlar gibi, Naime’yi çok seviyorlar, o sevgiyi çok seviyorum, ondan bunalmıyorum. Üzerime yapışmasından korkmadım, sıyrılabileceğimi biliyordum, yavaş yavaş da eritmeye çalışıyorum o tarafı. Ben zaten Naime’nin tam zıddı bir insan olduğum için normal hayatta ondan sıyrılıyorum ama evet, tam sınırdaydı gerçekten.

Geçtiğimiz sene de sinemaya adım attınız. Yılmaz Erdoğan’ın aynı adlı tiyatro eserinden uyarlanan Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü? filminde Gülseren karakterini canlandırdınız. Projeye nasıl dahil oldunuz, nasıl hazırlandınız?

Benim ilk sinema filmimdi ve Yılmaz Erdoğan’ın yazılarının, senaryolarının, oyunlarının hayranıyım, bir kadın oyuncunun başına gelebilecek en tatlı projelerden biriydi bence. Necati Akpınar’dan geldi böyle bir teklif ve aynı zamanda Yılmaz hocadan. Biz bu işi yapmak istiyoruz oynar mısın dediler, tabii ki oynarım dedim. Ondan sonra araya pandemi girdiği için 5-6 ay durmak zorunda kaldık ama yine pandemide çektik, keyifli bir süreçti, çok eğlenceliydi. Bu iş zamanında çok oynanmış, milyonlar izlemiş, en iyi oyuncular oynamış sorumluluğuna hiç kapılmadan bu iş ilk defa yazılıyormuş ve ilk kez bana gelmişçesine oynadığım için çok heyecanlandım, onun heyecanını kaybetmedim, onun güzelliğine başka bir şeyin gölgesini düşürmeden elimden geleni yaptım. Daha fazlasını yapar mıydım? Yapardım tabii ki herkes daha fazlasını yapar ama elimden gelen o şartlarda oydu. Ve ilk filmim olması dolayısıyla hep benim için çok çok çok özel bir yerde olacak.

Ben biraz da o tarafı sormak istedim aslında. Tiyatro oyununda Demet Akbağ’ın canlandırdığı bir karakter, dediğiniz gibi çok izlenmiş, çok beğenilmiş, onun yarattığı bir baskı ya da beklenti var mıydı? Bu anlamda zor bir süreç miydi sizin için?

Hiç zor değildi aslında çünkü Demet Akbağ da oyuncu evet, e ben de oyuncuyum ve o zaman ona giden iş, bugün de bana geldi. Bunda korkacak, çekinecek, baskı hissedecek hiçbir durum yok. Ben de bir kadın oyuncuyum ve bu film sözkonusu olduğunda Necati abi bunu rahat söylediği için ben de söyleyebiliyorum. Beni düşündüklerini söylediler, ben de eyvallah dedim çünkü Güldür Güldür’deki Naime karakterimden sonra bana böyle bir metnin gelmesi beni hem çok şaşırttı hem de çok mutlu etti. “Ben hep komedi mi oynarım acaba?” dediğim bir dönemde böyle bir işin gelmesi beni çok sevindirdi. Hiç baskı hissetmedim, hiç korkmadım. Evet, insanlar nostaljiyi sever, karşılaştırmaya bayılırlar. Ama o zaman 1999 yılıydı, şimdi 2021’deyiz. Tamam, o çok güzeldi, onu kalbine koy, biz de koyduk kalbimize, milyonlarca izlendi. 2021’deyiz bir de o seneden sonra doğanlar da oldu, onlar görmemiştir belki 99’dakini. 2021’dekini izleseler ne tatlı olur değil mi? Belki de bu film yapılmasaydı Yılmaz Erdoğan’ın olağanüstü metninden haberdar olmayacak çocuklar var, şimdi o filmle birlikte o metinleri okudular, tekrar izlediler belki.

Tepkiler memnun etti mi sizi, çok beğenildiğini biliyorum.

Beğenildi, beğenmeyen de çok vardı, eleştiren, beklentisi yüksek olanlar da vardı. Seyirci olmasa oyuncu olmaz evet, yanlış bir şey de söylemek istemiyorum ama kariyerimi seyircinin ellerine de bırakmak istemiyorum.

O taraftan belirlenmek istemiyorsunuz.

Evet o taraftan belirlenmek istemiyorum, benden çok fazla beklentisi var insanların oyunculuk anlamında, benden beklentileri Naime olarak hayatlarında kalmamdı ama her şey biter.

Sizi başka alanlarda da görüyor seyirci, Taksim Trio ile şarkı söylüyorsunuz mesela, o da beğenildi. Müzikle nasıl bir ilişkiniz var bu arada?

Müzikle ilişkim o kadar, ben şarkı söylemeyi çok seviyorum, çok da güzel insanlarla karşılaşıyoruz müzik konusunda. Taksim Trio onlardan biri ve en güzeli, en önemlisiydi benim için. O Ahmet Kaya şarkısını iyi ki yapmışım, bir de şimdi Yeni Türkü’nün Zamansız albümünde bir şarkı söyledim. Oyunculuk kariyerimin önüne geçsin istemiyorum ama şarkı söylemeyi de seviyorum. Bir müzikal tiyatro olsa şahane olur.

Kariyerinizin dönüm noktası olarak hangi işi ya da hangi noktayı tanımlarsınız?

Kariyerimin dönüm noktası için herkes Güldür Güldür cevabını bekleyebilir belki ama dönüm noktası Engin Hoca’nın tiyatroda bana oyunda olmayan 4-5 sayfalık bir karakter yazmasıdır. Çünkü oynayabildiğime o zaman inanmıştım ben. Galiba ben bu işi yapabilirim dediğin an, o andı. Engin Hoca’yla Nilüfer Tiyatro’da çalıştığımızda Tersine Dünya oyununu çıkarırken, bana oyunda hiç olmayan 5 sayfalık bir karakter getirmişti, bana güvenip teslim etmişti, ondan sonra ben gerçekten bu oyunculuk işini galiba yapmalıyım, yapabiliyorum dedim. Bence kariyerimin dönüm noktası bu. Ondan sonra da Güldür Güldür.

Kariyerinizde etki etmiş usta diyebileceğiniz isimler var mı?

Bende büyük etkisi olan Perran Kutman diyebilirim. Oyunculuğuna bayılıyorum, Binnur Kaya da keza, bayılıyorum. Herkesin kumaşı başka oluyor, insan olarak bence onlara çok saygı duyuyorum ve usta yerine koyuyorum. Oyunculuk herkesin kendi yolu ama onların oyunculuğunu çok beğeniyorum. Biri de Devrim Yakut, unutmayayım onu, o bambaşka zaten, ablam gibi. Ustalık derken öğretme biçimlerinden daha çok etkileniyorum galiba, davranış biçimlerinden, insanlıklarından, iletişim şekillerinden daha çok etkileniyorum ve bu alanda sayabileceğim isimler Binnur Kaya, Perran Kutman, Devrim Yakut ve Engin Alkan’dır.

Daha çok komediyle tanıdığımız oyuncuları çok farklı rollerde de izledik. Binnur Kaya en iyi örneklerinden biri.  Siz de bana o hissi vermiştiniz, sizi komedi dışında görmek istiyorum, siz de istiyor musunuz? 

Elbette çok istiyorum, komedi önceliğim değil, oyunculuk önceliğim, her türlü oynamak istiyorum, durmak istemiyorum gerçekten. Durmak istemiyorum ifadesinin anlamı da her şeyde olayım, her yerde oynayayım değil, kariyerime komediyle başladım ama dediğiniz gibi oyuncu dediğin her şeyi oynayabilir. Yeter ki fırsat verilsin, çünkü evde oynarken beni göremez kimse, beni birilerinin görmesi ve kendimi ispat etmem için gerçekten bana fırsat verilmeli, bu kızcağız komedide ünlenmiş, komediden başka bir şey yapamaz denmemeli. Bir gel bakalım, bir şans da sana verelim denmeli. Bunu okusana, dram sever misin sevmez misin bilmiyoruz ama, diyorlar. Onu bana bırak, ben okuyayım ve oynayayım. Ahmet Rıfat söylemiş bunu, çok seviyorum bu lafı: Türkiye’deki yapımcıların çoğunun hayal gücü yok diye, gerçekten öyle. Bir şeye alışmışız, bir şey tutturmuşuz öyle gidiyoruz, halbuki cesur olmak gerektiğini düşünüyorum.

Hasibe Eren, bana hiç dram gelmiyor demişti, size geliyor mu?

Bana geliyor. Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü? bana o konuda çok güzel bir kapı açtı. Biraz da bana bir şans verin yapabilirim, çalışırsam yapabilirim demiş oldum.

Sizin gerçek hayatta insanlarla ilişkiniz nasıl, mesela Perran Kutman dediniz, Perran Kutman’ı gördüğümde sarılma hissi geliyor, keza Demet Akbağ, Devrim Yakut da öyle, sizde biraz da o ekol var gibi, sokaktaki insanlarla ilişkiniz nasıl?

İnsanların sevgisini seviyorum ama elbette bazen sınır aşılıyor komedi yaptığınız için, evin kızı haline geçtiğinizde ki Naime’yi oradan bir yerden seven çok insan var, böyle gerçekten yanak sıkmalar mesela, 30 yaşındasınız ve sokağın ortasında yanağınızı sıkıyorlar. Ben de teşekkür ederim diyorum, çünkü hem onları kırmayayım hem de kendini beğenmiş bir yerde durmayayım diye, ne soğuk ne sıcak, arada bir tavır geliştirdim. İnsanlarla ilişkim birazcık mesafeli gibi. Güldür Güldür’ün başlarında bu mesele çok oluyordu, oradan sıyrılabilmek için birazcık mesafeli tavrı geliştirmiştim.

Kariyerinizde nasıl bir yol almak istiyorsunuz?

Söylediğim gibi sağlam adımlar atmak istiyorum. Korkmuyorum beklemekten, korkmuyorum takipçilerin düşmesinden, şimdi bu “çok mühim” bir mesele ya. Sabrım var, gerçekten sağlam adımlar atmak istiyorum. Hikâye benim için çok kıymetli, çok önemli, eğlenebileceğim ve asla baskı hissetmeyeceğim yerlerde olmayı çok istiyorum, işte o konuda da Evren (Yeşil) ile beraber okuyoruz karar veriyoruz.

Şu sıralar üzerinde çalıştığınız bir proje var mı?

Bu sıralar okuduğumuz çok şey var ama bir şekilde ya erteleniyor ya bir şeyler oluyor, her zaman her şey anında düşünüldüğü zaman olmuyor. Bir oyuncuyla ilgili ya da kanalla ilgili pürüz çıkıyor ama var projeler elbette.

Sizin son dönemde izlediğiniz, beğendiğiniz filmler diziler var mı?

Gibi’yi seviyorum, çok absürt hakikaten. Feyyaz’ın aklına da çok gülüyorum ve çok özeniyorum da bir taraftan. “Vatka” diye bölüm var, kimin aklına gelir böyle bir konu ve bunu doğalın içinde yaptığından izlemesi keyifli. 

Dünyadan takip ettiğiniz işler var mı?

After Life’ı bitirdim, Ricky Gervais’i zaten çok seviyorum. Seinfeld’in bölümlerini tekrar izliyorum. Ben çok popüler olan, insanların sürekli bahsettiği yeni işleri hemen izlemiyorum. Zaman Çarkı’nı mesela yeni izledim, olağanüstü bir iş bence. Dijital platformlarda belgesel izliyorum, hatta şerefsizim benim aklıma gelmişti diyeceğim, kâğıt toplayıcıların belgeselini yapmışlar, çok güzel olmuş. Keşke daha da içine girilse, keşke daha çok anlatsalar kendilerini, keşke daha çok izlesek onları, keşke daha çok anlasak. Keşke ulusal kanallarda da yayınlansa herkesin evine girse o insanlar diye düşündüm. Belgesel izlemeyi daha çok seviyorum galiba.

Yazarlık ile ilgili düşünceniz var mı? 

Ben yazıyorum ama yazdıklarım ne eder hiçbir fikrim yok. Galiba onları bir yazar arkadaşla beraber, bu işe nasıl evrilir konusunu konuşmak lazım. Bu yolda yalnızım biraz çünkü bir sürü şey yazıyorum ama onlar neye dönüşür ya da dönüşmez hiçbir fikrim yok.

Engin İnan

1979 yılında Bolu'da doğdu. Hayatının yaklaşık 20 yılını Sakarya'da geçirdi. Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi bölümünde okudu. İletişim ve organizasyon alanlarında çalıştı. Pek çok etkinlikte ve farklı sektörlerden markaların iletişim çalışmalarında görev aldı. Episode Dergi editörlüğü ile birlikte iletişim danışmanlığı çalışmalarını yürütüyor. Kedi babası.

Related post