ECO SEASON: Ekolojik krizlere bütünlüklü bir bakış

 ECO SEASON: Ekolojik krizlere bütünlüklü bir bakış

Belgesel izlemeyi seviyorsanız umarım BBC Earth izleyicisisinizdir. Çünkü mart ayı, BBC Earth ekranlarında pek güzel bir belgesel serisine tanıklık etti. 2 Mart’ta başlayıp 6 Mart akşamı sona eren Eco Season belgesel serisi kapsamında ekoloji temalı üç önemli belgesel ilk kez Türk seyircisiyle buluştu: 7.7 Billion People and Counting, Extinction: The Facts ve Eco Feast. Üstelik onlara tekrar gösterimleriyle Climate: The Facts belgeseli de eşlik etti. 

Bu belgesellere tek tek değineceğim ama önce Eco Season’a dair birkaç kelam etmek istiyorum. Gezegenimizin çeşit çeşit ekolojik sorunla boğuştuğu malum. Bundan on beş yıl önce falan, bir orta okul öğrencisiyken derste küresel ısınma konusunu işlerdik. O zamanlar, gezegenimizin geleceğinin hiç de parlak olmadığı söylenirdi ama o bize çok uzak bir gelecek gibi gelirdi. Sonra sorunun küresel ısınmadan ibaret olmadığını öğrendik; “iklim krizi” kavramı sık kullanılır oldu. Bu arada iş öyle ciddiye binmeye başladı ki o uzak sandığımız geleceğin o kadar da uzak olmadığını fark ettik. İklim krizi, gündelik hayatımızı bile etkiler olmuştu. Artık kuraklık ve susuzluk tehlikesi özellikle İstanbul gibi büyük şehirler için her yıl daha çok konuşuluyor, daha önce görülmeyen hava olayları görülüyor, sanki mevsimler “bozuluyor” falan filan. Bir yandan da Dünya gezegenindeki biyoçeşitlilik gitgide azalıyor. Haberlerde hep soyu tükenmek üzere olan hayvanları görüyoruz, tarım arazileri ve toprak verimliliğini kaybediyor. Bu bakımdan ekolojik sorunlar, günümüzün en yakıcı ve güncel konularının başında geliyor, hem de dünyanın her yerinde. Tam da bu yüzden BBC Earth’ün Eco Season belgesel serisi, kıymetli bir yayın programı. Biz insanlara yani Dünya’nın bu halin yegâne sorumlusu olan ama aynı zamanda onu girdiği bu krizden kurtarabilecek tek canlı türüne, tehlikenin boyutlarını ve daha iyi bir gelecek için yapılabilecekleri bütünlüklü bir şekilde anlatıyor.

Eğer yaşadığınız gezegenin geleceğine dair endişeleriniz varsa (ki olmalı), Eco Seasons kapsamında yayınlanan belgesellere mutlaka bir göz atmalısınız. Size bilmediklerinizi, yanlış bildiklerinizi ve en belki de en önemlisi, yapabileceklerinizi hiç sıkıcı olmayan bir şekilde anlatıyorlar. 

7.7 BILLION PEOPLE & COUNTING

Eco Season’ın açılışını İngiliz televizyoncu, yazar ve doğabilimci Chris Packham’ın hazırlayıp sunduğu 7.7 Billion People & Counting yaptı. Belgesel, 2 Mart günü 21.35’te BBC Earth ekranlarında Türk izleyicisiyle ilk kez buluştu. Bir şaheser olmasa da bütünlüklü, kolay anlaşılır, keyifli ve ilgi çekici bir iş olarak iyi ki buluştu. 

Chris Packham, çocukluğundan beri doğaya kafasını takmış biri. Belgeseli de aslında bu noktadan yani şahsi bir yerden kurmuş Bay Packham; karşımıza bir öğretmen edasıyla çıkıp ahkâm kesmek yerine bizi bir yolculuğa davet ediyor. Bu yolculukta, “Dünya nüfusu 10 milyarı bulursa halimiz ne olur?” sorusunun cevabını arıyor. Şu an Dünya üzerinde 7.7 milyar kişi yaşıyor, aşağı yukarı. Ancak çalışmalar, birkaç on yıl içinde dünya nüfusunun 10 milyarı bulacağını öngörüyormuş. Yani Bay Packham, cevabını aradığı bu soruyu kafasından uydurmamış. Zaten bu, yeni bir soru da değil; yaşadığımız gezegenin kaynaklarının daha ne kadar insanı kaldıracağı, hızla artan insan nüfusunun gezegenimiz ve gündelik yaşamımız üzerindeki olumsuz etkileri epeydir tartışılan konular. 7.7 Billion People & Counting belgeselini izlenmeye değer kılan da haliyle bu bildik soruları sorması değil, ona verdiği cevaplar ve bu cevapları araştırma yöntemi. 

Geleneksel belgesel anlatımının sıkıcılığından uzak üslubu, 7.7 Billion People & Counting’i neredeyse bir dizi bölümü gibi akıcı kılıyor. Hep sorulan soruların cevaplarını Sao Paulo, Londra gibi büyük şehirlerde, hem de bazen orada yaşayan insanların yaşamlarına konuk olarak araştırması ise inandırıcılığını artırıyor ve bize, iklim krizinin gündelik yaşamımızı etkileyen bir sorun olduğunu anımsatıyor. Örneğin Sao Paulo’nun nüfusu 50 yılda 4 milyondan 20 küsur milyona tırmanmış. Tıpkı İstanbul gibi… Şehirde su kaynakları yetersiz, kuraklık sorunu var; birkaç aydır biz de İstanbul barajlarının doluluk oranını konuşup durduğumuzdan aşina olduğumuz bir konu bu. Haliyle hemen ilgimizi cezbediyor. Bu sorunu bir eve konuk olup bizzat bir Sao Pauloluyla konuşması ise bizim için her şeyi somutlaştırıyor. Böylece ardından konuşan akademisyenlerin verdikleri rakamlar ya da anlattıkları tahminler soyutluğa kurban olmuyor. “Evet,” diyoruz, “az önce o kadın da anlattı, gerçekten böyle bir sorun var, insanların yaşamını etkiliyor ve şimdi uzmanlar bize bunun nedenlerini, nasıl düzelebileceğini açıklayacak.”

Bay Packham, nüfus kontrolü meselesinde de aynısını yapıyor. Çocuk sahibi olmaya çalışan bir çiftle konuşuyor, hatta onlarla beraber doktora gidiyor ve bir yandan onların duygularını anlamaya çalışırken, bir yandan artan nüfusun nasıl kontrol alınabileceğini ve düşen doğum oranlarını tartışıyor.

Uzun lafın kısası, 7.7 Billion People & Counting belgeseli hep tartışılan ama belki çoğumuza soyut gelen bir krizi, çok daha somut ve pratik bir şekilde ele alıyor. 

CLIMATE CHANGE: THE FACTS

7.7 Billion People and Counting ile aynı gün yani 2 Mart günü, saat 21.30’da BBC Earth izleyicileri bir belgesel daha seyredebildi. Doğa belgesellerinin büyük ustası Sir David Attenborough’un hazırlayıp sunduğu Climate Change: The Facts, bir tekrar gösterimle ekranlara geldi. 

Climate Change: The Facts, geleneksel belgesel tarzına yakın bir yapım ama iklim değişikliğine dair az bilinenleri söylediği ve yanlış bilinenleri düzelttiği için önemli bir iş yapıyor. Climate Change: The Facts’te konunun uzmanları, son yıllardaki aşırı iklim olaylarının perde arkasına ışık tutuyor. Üstelik bunu iklim değişikliğinin halihazırdaki olumsuz etkisini yansıtan gerçek görüntülere yer vererek yapıyor. Climate Change, “Bakın,” diyor, “iklim değişikliği budur ve şu anda da gerçekleşiyor.”

EXTINCTION: THE FACTS

Yine Sir David Attenborough’un hazırlayıp sunduğu Extinction: The Facts belgeseli, Eco Season kapsamında 3 Mart akşamı saat 21.25’te ilk kez Türk izleyicilerle buluştu. Bu defa konu iklim krizi değil, yok oluş kriziydi.

Nasıl ki iklim krizi son dönemde öylesine tartışılan bir konu olmaktan çıkıp hayatımızda önemli yer tutmaya başladıysa yok oluş krizi yani canlı türlerinin soyunun tükenmesi de günümüzü bile etkileyen büyük bir tehlike halini aldı. Extinction: The Facts, 94 yaşındaki Attenborough’u bile endişeye sürükleyen bu tehlikeye dair gerçekleri anlatırken bir yandan da çözüm önerileri sunuyor. 

Belgesel, işe Birleşmiş Milletler desteğiyle yapılan bir araştırmanın sonuçlarını ifade ederek başlıyor. Beş yüz bilim insanının yaptığı bu araştırmaya göre, dünyanın biyoçeşitliliği insanlık tarihinde görülmedik ölçülerde yok olmaktaymış. Bugün aşağı yukarı bir milyon canlı türü, neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Her canlı türünün nesli bir gün tükenebilir, bu evrimsel bir süreç ama bugün, araştırmaya göre, türlerin yok oluşu evrimin gerektirdiğinden yüz kat daha hızlı gerçekleşiyor. Attenborough, belgeselinde bize bu gibi birçok bilgiyi sunuyor. Bu arada canlı türlerinin yok olmasının hayatlarımızı nasıl etkilediğini anlatıyor.

Ancak Attenborough’un tarzına aşinaysanız bir şey size garip geliyor: Önceki çalışmalarında gezegenimizin biyoçeşitliliğine dair muhteşem manzaralar sunan bu ihtiyar adam, şimdi grotesk bir dünya portresi çiziyor. Extinction: The Facts belgesini özel kılan da tam olarak bu. Bu belgeselde Attenborough’un yapmaya çalıştığı esas şey bizi uyarmak. Bu yüzden insanı üzen manzaralara da rastlıyoruz. Soyu tükenmekte olan canlı türlerinin gerçek görüntüleri. Koca dünyada kendisinden sadece bir tane daha olan bir kuzey beyaz gergedanının yalnızlığı insanı sarsıyor. Belgeselde konuşan Kenyalı çevreci James Mwenda, “Onlara ihanet ettik,” diyor; bu, özet niteliğinde bir itiraf. 

Yine de Extinction: The Facts’in çok karamsar olmadığını söylemeliyim. Belgesel, ümitvar tavrını koruyor. Yok oluş krizine bir çözüm arıyor ve özünde, “Biz mahvettik, biz düzeltebiliriz,” diyor. 

ECO FEAST (FEAST TO SAVE THE PLANET)

Eco Season belgesel serisi, kapanışını 6 Mart saat 22.20’de yayınlanan çok ilginç bir belgeselle yaptı. Eco Feast (Feast to Save the Planet) adını taşıyan bu belgesel, yediğimiz yemeklerin doğaya etkisini eğlenceli bir konseptle araştırıyor.

İlk kez Türk izleyicilerle buluşan Eco Feast belgeselinde bazı tanınmış kişiler, akşam yemeğinde ne yiyeceklerini seçiyorlar. Bu yiyecekleri tanıyoruz çünkü hepsi bizim de sofralarımıza konuk oluyor. Ardından afiyetle yediğimiz bu yiyeceklerin ne kadar karbon ayak izine sahip olduğunu öğreniyoruz. Mesela ben somona bayılırım ama meğer fena halde kötü karbon ayak izi varmış; yani somon yediğinizde dünya için pek de hayırlı olmuyor!

Eco Feast, bence Eco Season kapsamında yayınlanan en ilginç belgesel. Bir o kadar da eğlenceli ama yemek yerken izlerseniz lokmalarınızı boğazınıza tıkayabilir… Benden uyarması! 

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post