Röportaj | Emre Bulut: “Sahne ne kadar gerginse biz o kadar eğleniyoruz”
Yağmurlu bir İstanbul gününde buluşuyoruz Emre Bulut’la. Arabasını park ettiği otoparkçı, “Abi nasılsın?” diye karşılıyor. Mafyatik bir dizide oynamasının en iyi yanı buymuş; gülerek, “Otoparkçıların favori adamıyım,” diyor. Gerçekten de o gece yeni bölümü ekrana gelecek Hudutsuz Sevda hakkında konuşuyorlar. Oynadığı karakter her ne kadar sert ve acımasız dursa da onun aksine sakin bir yapısı var. Ama dizideki gibi hayatına aksiyon katmayı seviyor tabii. Enerjisi hiç bitmeyen Jack Russell köpeği Leo’yu anlatırken anlamış oldum bunu.
Hudutsuz Sevda‘nın sevilen oyuncu Emre Bulut ile buluşup dizilerdeki aksiyon işlerini, ekibin dostluğu ve yol arkadaşı Leo’yu konuştuk.
Şu ara nasıl gidiyor genel olarak, onu sorayım ve başlayalım.
Çok güzel ve keyifli gidiyor. Genelde 5 gün, 12 saat gibi bir çalışma temposundayım. Yoğun oluyoruz ama işi, ekibi seviyorsan bu yoğunluk seni çok yormuyor.
Daha az sahne yazılınca ufak bir tatil havası mı esiyor evde, ne yapıyorsun mesela?
Sete az gittiğim günlerde kendime vakit ayırıyorum. Aileme, arkadaşlarıma, köpeğime, ilgilenemediğim veya yapamadığım şeylere vakit ayırmaya çalışıyorum. Her fırsatta spor yapmaya çalışıyorum mesela.
Hudutsuz Sevda‘yı çektiğiniz yerler çok iyi gözüküyor. Tam şehir insanısın ama öyle bir yerde yaşamak ister miydin?
Yaşamak değil belki ama daha sık bulunmak isterdim. Karadenizliyim, aslen Trabzonluyum. Köyümüzde ailemin evi var. Orada kalırdık ama son zamanlarda çok fırsat bulamıyorum. İş nedeniyle tatil yapmaya vaktim olmuyor. Bu işe Artvin’de başlamıştık. Çekim sonrası kendi memleketime de gittim. İnanılmaz bir doğa var. Her yer yeşil, mavi… Köy yolları çok keyifli. Bizim oranın insanı sinirli derler ya, her sabah burada gözünü açıp insan niye bu kadar sinirli olur diye sormuyorum değil? 🙂 Çünkü ben İstanbul’da işlek bir caddede oturuyorum. Sabah camı açar açmaz bir kaosun içindeyim sanki. Trafik, kornalar güne gergin başlatabiliyor.
Emre Bulut: “Sahne ne kadar gerginse biz o kadar eğleniyoruz.”
Dizinizde de var bu gerginlik, kadınlar ayrı gergin, erkekler ayrı gergin. Tamamen bir gerginlik halinde çekiyorsunuz ama siz çok eğleniyorsunuz anladığım kadarıyla.
Sahne ne kadar gerginse biz o kadar eğleniyoruz hakikaten. Bence eğlenmek lazım sahnelerde. Bir yandan o gerginliğin de samimiyeti sahnelere geçiyor. Hiçbir şeyimiz sahte durmuyor. Hangi karakter olursa olsun, mutluluğu da siniri de gerginliği de kavgayı da hayatı da gerçek gibi oynuyor bütün ekip. Bence samimiyeti o doğuruyor.
Ekibe bakınca dost gibi duruyorsunuz. Sen Denizcan’ı (Aktaş) gerçekten kolluyorsun sanki.
Evet, hepimiz birbirimizi kolluyoruz aslında. Alican Uğur ve Enes Külahçı da var. Enes 15. bölümde aramızda ayrıldı ama. Biz beraber çok vakit geçirdik. Paylaşımımız çok oldu. Çok iyi niyetli bir ekibiz.
Ben bunu daha önce de yaşadım dönem işinde. 20 erkek falandık. Beraber at ve kılıç eğitimleri aldık. Askerlik yaptık. Ve o bize o kadar iyi yansıdı ki….
Bence birileriyle yaşadığın mutluluklar ve sevinçlerin dışında birlikte çekilen bazı sıkıntılar, çileler, yorgunluklar da samimiyeti artırıyor. Bu işte de o oldu. Kimse kimseye alınmıyor. Hiçbirimiz biri için yanlış bir şey düşünmüyor. Herkes daha iyisinin olmasını istiyor. Birbirimizle tartışarak, konuşarak hep samimiyetle oynuyoruz. Bu da ekrana yansıyor.
O zaman ilk başta ata binmeyi öğrendin, orada kılıç da kullanıyordun herhalde. Şimdi ağır makineleri öğrendin. Diziler sana savaşçı bir kişilik mi yüklüyor aynı zamanda?
Bu benim dördüncü aksiyon işim. Bir tane film çekmiştim, asker filmi. Bu yükleme gerçekten yaşanıyor, haklısın. Değişik işler ve aksiyonlarla sen de yepyeni şeyler öğreniyorsun ve bu da tecrübe katıyor.
Normalde de sakin bir adamsın aslında değil mi?
Pek değilim. Yani sakinliği de seviyorum tabii ama hareket de seviyorum. Ailenin en büyük çocuğuyum. 2 kız kardeşim var. Abiler biraz görev adamı olur. Hareket ister. İstanbul’da doğdum ama Karadenizlilerin içinde büyüdüm. Biraz onun da etkisi olabilir.
Bu kadar Karadenizlinin arasından oyuncu çıkmış. İlk işin oyunculuk muydu peki?
Babam esnaf, Göztepe’de. Babam, lisede okuduğumda da ortaokulda da okul bitti mi çalıştırırdı bizi. Yoksa harçlık falan yok yani. Öyle öyle alıştım çalışmaya ve boş olduğum zamanlar da çalışıyorum alışkanlıktan. Hiçbir derdin yok, paraya da ihtiyacın yok belki ama her gün boş durmak çok sıkıcı.
Oyunculuğa zor alışmışsındır o zaman, bir gün var bir gün yok.
Evet, başta biraz bocaladım. Ama olmadığı zaman başka işler yapmaya devam ettim.
İlk çekim gününü hatırlıyor musun? Ne heyecanların vardı, nasıl geçti?
Hatırlıyorum. Çok tatlı geçti aslında. Kış Güneşi diye bir işteydim, 2016’da. Rumeli Kavağı’ndaydı çekim. Balıkçıydık. İşe girmem çok zor olmuştu ve heyecanım yüksekti. Karakterimin de uzun zamandır içinde sakladığı bir sırrı açıklaması gerekiyordu sahne gereği. Benim o heyecanım ve çekingenliğim sahnedeki duyguma da yaradı diyebilirim. Hocalarım çok yardımcı olmuştu. Tabii asıl ilk setim reklam çekimiydi. Biraz daha farklı reklam seti.
O deneme çekimlerinden gelen arkadaşlıklar var mı?
Utku Ateş, biz onunla yoldaş diyoruz birbirimize. Aynı yerde eğitim almıştık. Deneme çekimlerini dolaştık. Levent’te bir yere gidiyoruz, orada diyorlar ki Mecidiyeköy’de dondurma reklamının kayıtları varmış. Bizi çağırmamışlardı halbuki, gidip katılıyorduk. Utku’yla reklam da çektik.
Dostluğunuz sürüyor. Ne güzel olmuş. Normalde kıskançlık olur ama siz bambaşka tipler olduğunuz için herhalde.
Bence herkes rızkını yer biraz bu işte. Mesela biz seninle arkadaşız, aynı şey için görüşüyoruz ama üçüncü kişi de var, beşinci, yirminci, ellinci kişi de var. Yani ben olmuyorsam bile arkadaşım olsun. Çünkü bence arkadaşlar birbirini yükseltir. Birbirinin ayağını kaydırmaz.
Ama yakınına girenler de öyle bir noktada değişiyorlar ki şaşırıp, ben bu yüzden mi seninle yıllar boyu arkadaşlık yaptım, diye sorgularken buluyorsun kendini.
Yediğimiz, içtiğimizin hatırı var bende. Beraber güzel bir vakit geçirmişsek, ailenle veya arkadaşlarınla tanıştıysam, sen benim ailemle veya dostlarımla tanıştıysan bunların hepsinin bende hatırı var. Aramızda bir mevzu bile olsa kötü bir şekilde sonlandırmak istemem.
Peki, asıl konumuz Hudutsuz Sevda‘ya dönelim, senaryo çatısı iyi kurulmuş yani doğru yazılırsa seneler boyu devam eder gibi geliyor. Sen ne düşünüyorsun?
Çok kalabalık bir oyuncu kadrosuyuz. Herkes çok yetenekli ve değerli. Anlatılacak çok karakter ve hikâye var. Senaristlerimiz bu konuda çok tecrübeli. Hocalarımız, yapımımız çok iyi. Yıllarca sürebilecek bir proje bence de.
Karadeniz dizisi ama lehçe yapılmadığına da seviniyorum açıkçası. Cümlenin sonuna “uyy” eklenince şive yaptığını zanneden oyunculara zor tahammül ediliyor.
Çok haklısın. Birkaç karakter hariç yapılmıyor şu an. Yapım, hocamız ve senaristlerimiz böyle bir şey istemedi.
Peki, dizideki çetenden bahsedelim. Çekim aralarında çok eğlendiğinizi storylerden görüyorum. Boş vakitlerde neler konuşuluyor? Bu kadar erkek bir araya gelince neyin dedikodusunu yapıyorsunuz?
Çok erkeğiz ama çok da kadınımız var. Çetemiz kadın-erkek karışık oldu. Bir kere sürekli yemek konuşuyoruz. Hepimiz yemeği çok seviyoruz. Beraber dizi izliyoruz. Bir türlü gerçekleştiremediğimiz planlar yapıyoruz. 🙂 Ne bileyim, müzik, araba, spor, güncel olaylar… Konuştuğumuz her şey sahnelerdeki samimiyetimize yansıyor.
Dizi arkadaşlıkları kalıcı oluyor mu yoksa o sırada arkadaş oluyorsunuz dizi bittikten sonra ne oluyor?
Kimisiyle oluyor. Şu ana kadar yaptığım her işten yanımda olan arkadaşlarım var. Frekans tutması var zaten. Bazen işin içinde o frekans tutuyor ve iş bittikten sonra bitiyor. Bazen de görüşemeyebilirsin ama 6 ay sonra bile görürsen…
Aynı yerden başlayabilirsin, doğru.
Ama her işte yanımda kalan insanlar var. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Şu anki işte Hayal Köseoğlu var galiba. Bayılıyorum kendisine.
Biz Hayal’le geçen yaz tanıştık. Çok iyi tuttu frekansımız. İyi arkadaş olduk. O zaman bir işteydi. Yazın işi devam etti. Aynı projede olsak nasıl olur acaba diye düşünürken çat diye bizim işe geldi. Hâlâ şaşırıyorum. Ben “Hudutsuz Sevda yarın” diye paylaşım yapıyorum. O da paylaşıyor falan. Allah Allah. 🙂
Esra Dermancıoğlu gerçeği var değil mi bir de dizinizde?
Bütün benliğiyle. Evet. Hastasıyız. 🙂
Ortamı yönetiyormuş gibi duruyor, dışarıdan bakınca.
Müthiş eğlenceli bir insan, muazzam bir karakter. Çok seviyorum. Bire bir sahnemiz pek olmuyor maalesef ama aynı mekânda veya aynı sahnenin içinde olduğum zaman çok mutlu oluyorum.
Aksiyon işlerindeki şu duyguyu merak ediyorum; senaryo dahilinde insanları öldürüyorsunuz ya da ölüyorsunuz. Oradan sonra gerçek hayata dönme süresi nasıl oluyor?
Bedensel olarak zor şeyler çekmen insanı etkiliyor tabii. Ama ben eve gelip köpeğimi gördüğüm zaman zaten direkt yumuşamaya başlıyorum. Çünkü bazen çok gergin geçiyor dediğin gibi, soğuk oluyor, yağmurlu oluyor. Yoğun tempo çalışıyorsun. Yorgun olabiliyorsun ama dövüşmen, atlaman gerekiyor. Ama sonuç güzel olduğunda bütün bunlara değiyor.
Peki, sahne için bir saate kadar bekliyorsun ve arada için geçmiş olabilir değil mi? Sonra hop hemen çağırıldığın zaman insan nasıl kalkıp o ruha girebiliyor gerçekten?
Bir de yemek yedikten sonra iyice böyle çökersin ya, of! Ben genelde esneme, ısınma yaparım. Ne bileyim işte, şınav bile çekerim gerekirse. Yeterli adrenalin geldiğinde tamamdır. 🙂
Eve döndüğünde kafanı rahatlatmak adına neler izliyorsun?
YouTube’a aşırı düşerim. Alakalı alakasız her şeyi izlerim. Film izliyorum. Dizilere başlayamıyorum. Bu ara bir şeyi devam ettirememe gibi bir derdim var. Filmin başı sonu belli olduğundan benim için daha iyi oluyor.
O, son dönemde bende de gelişti. Hakikaten ilk iki bölümü izliyorum, ne güzel diziymiş diyorum. Ama sonrası yok mesela, bir daha o diziye dönmek aklıma bile gelmiyor.
Çok zor. Bu hepsi için geçerli. O kadar çok dizi var ki bir de… Herkes başka bir dizi söylüyor. En son Shogun‘a başladım ama haftada bir çıkacakmış. Allah’ım ben buna niye başladım ya? Ne gerek vardı şimdi? Kafamı dağıtmak için Brooklyn 911 açarım. Friends izlerim. How I Met Your Mother‘ı çok severim. Barney hastasıyım.
Barney Stinson çok iyi.
Mükemmel bir karakter. Onları bazen rasgele bir bölümde izliyorum. Eğer canım sıkkınsa… Onun dışında Gibi izliyorum. Bayılırım. Bazen sektörden işlere de bakıyorum.
Komedide oynar mısın peki?
Çok isterim. Ama işte Türkiye’de şu an komedi sadece dijitalde var. Prens mesela çok iyi iş. Doğu‘yu da izliyorum. Ayak İşleri, Gibi zaten.
Evimizdeki dört ayaklı arkadaşlarımız üzerine muhabbet etmek istiyorum seninle. Önceki röportajın da da iki kedinin olduğunu söylemişsin.
O dört oldu. Sonra ikisini bir sene içinde kaybettik maalesef. Bir de köpeğim var, Leo. Ben Jack Russell hayranıyım. Maske filmi, çocukluğumuzun filmi zaten biliyorsun Mylo’yu. Müthiş bir köpek, çok akıllı bir tip. Belki bir gün denk gelir dedim içimden. Yıllar sonra bir tanıdığım sahiplendirmeye çalışıyordu. Ben de Leo’ya, oğluma talip oldum. Ve en büyük “iyi ki”lerimden biridir.
Bu röportaj, Episode Dergi’nin 56. sayısında yayımlanmıştır.