Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Film İnceleme: La Vérité (Saklı Gerçekler)
Japon sinemacı Hirokazu Kore-eda’nın kariyerinde ilk kez ülkesi dışında çektiği, dünya prömiyerini 76. Venedik Film Festivali’nde yapan uzun metrajı La Vérité (Saklı Gerçekler) ile Altın Aslan ve Büyük Jüri Ödülü’ne aday gösterildi.
Lumir (Juliette Binoche) New York’ta ikamet eden bir senaristtir. Cesar ödüllü, kariyerinin sonbaharını geçiren annesi Fabienne Dangeville’yi (Catherine Deneuve) uzun bir aradan sonra ailesi ile birlikte ziyaret eder. Yönetmenin bu zeminde ördüğü öykü; hafızada yer etmiş anılara, küskünlüklere, travmalara odaklanıyor.
Dilin yanı sıra betimlemelerini de Fransız sinemasının klasik yapısından oluşturan Kore-eda oldukça yalın sunumu ve odaklı kadrajıyla anne-kız ilişkisinin içi yoğun çekirdeğini Oliver Assayas’ı da andıran sıcak üslubuyla sabırla açıyor.
Bireyler arasındaki bağı, kişinin kendi yaklaşımını oluşturma bağımsızlığı kadar toplumun, ebeveynlerin aşıladığı çeşitli normlar da belirler. Anlatı boyunca irdelenen de Fabienne’in toplumun kolektif algısına uyumla yansıtmaya çalıştığı çift taraflı kişiliğin kökü ve yansımaları. Bu refleks, çevresindeki insanlar kadar oturduğu evin karakterine de işliyor. Perdenin renginden tutun, evin arkasındaki hapishaneye kadar filme dağıtılan semboller, yönetmenin oluşturduğu özneyi sarıp sarmalıyor.
Kore-eda, bu yansımaların ekseninde yıldız bir aktris ile anne olma arasındaki sıkışıklığı ölüm, pişmanlık ve sorumluluk başlıklarında ton değiştiren formlarda sunarken Fabienne’in kaleme aldığı anı kitabını başta anne-kız ilişkisinin sorunları olmak üzere karakterlerin gelişimini besleyecek bir öğe olarak kullanıyor.
Fabienne’in hayatındaki kişilerin sayfalarda edindiği -ya da edinmediği- konum, filmin odak noktalarını şekillendiriyor. Kimi 30 yıldır aynı evi paylaşsa bile sayfalarda bahsi geçmeyen bir kalp kırıklığı olarak kalıyor, kimisi de Hank (Ethan Hawk) gibi sadece ev içerisindeki kopukluğun vücut bulmuş tavrıyla tebessüm ettiriyor.
Fransız yeni dalgasının Fabienne üzerindeki ketum, aynı zamanda “asil” tavrı, şiirsel teatralliğiyle içselleştiren Deneuve’un yansıttığı izole persona, kurduğu sinema setindeki meta ikilikler ve tiratları ile süsleyen yönetmen hem Fabienne’in yakın arkadaşı Sarah’ın ölümüne duyduğu saklı pişmanlığı hem de Lumir’in annesine karşı oluşturduğu bariyeri sönük fakat oldukça net bir metaforla çözümlüyor.
La Vérité, Binoche ile Deneuve’un kimyasına teslim ettiği özel anlarında melodram tonlarında gezse de kaygılarını ağırlaştırma derdinde değil. Anlatısını kalın bir noktayla sonlandırmak yerine, hafızalarda yer etmiş izlere dair hakikatin duruma ve kişiye göre değişkenlik gösterebileceğini açığa vurarak, kamerasını asla dağıtmayı düşünmediği aile portresinin bütün halinden uzaklaştırıyor, bir nevi uğurluyor.