Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
I May Destroy You: Çatlaklar Arasından Filizlenmek
Deniz Turgay’ın bu I May Destroy You incelemesi Episode’un 21. sayısında yayımlanmıştır.
Bir sınır nerede başlar, neyi sarmalayıp korur, ne kadar geçişe müsaade eder? Her zaman dikenli tellerle çevrili araziler kadar görünür ve kati olanlar ile ulu bir dağın yamacından eteklerindeki ovaya baktığımızda oranın başka bir şehir veya ülke olduğunu bilmek gibi kavramsal olanlar arasında bir fark var mıdır? Peki, kumsalda denizle karanın bir ileri bir geri süzülen sınırına ne demeli?
Bu yılın en etkileyici yapımlarından I May Destroy You bizi tüm bu sınırların ne kadar geçirgen olduğu kadar, hangi sınırlara riayet etmemiz gerektiğine ve hangileri üzerinde söz hakkına sahip olduğumuza dair etraflıca bir tartışmaya davet ediyor. Bu tartışmayı üzerinde sürdürdüğümüz ana tema ise cinsel saldırı. I May Destroy You, daveti bu nedenle kabul etmeyecek, edemeyecek izleyicileri de olanca şefkatle uğurluyor. Hatta yapım şirketleri BBC ve HBO’nun bu dizi için tasarlanan sitelerine yönlendiriyor. O siteler de mağdurlara bu gibi travmalarla başa çıkmalarına yardımcı olacak telefon hatları veya dayanışma dernekleri gibi pek çok kaynak sunuyor.
I May Destroy You, yönetmenliğinden yapımcılığına, senaristliğinden başrolüne Gana asıllı İngiliz oyuncu ve oyun yazarı Michaela Cole’un işi. Kendisinin yaratım sürecini doğuma benzetmesi ve eserlerinden “bebeği” olarak bahsetmesi düşünüldüğünde Cole’a “dizinin annesi” demek pek de yanlış olmaz. Adı geçen köklü kanalların bir yapımın tüm sorumluluğunu verecek kadar güvendiği 1980 doğumlu bu genç yetenek, bu pozisyona şans eseri gelmemiş. Aksine inatla ve yılmadan yaratıcılığın peşinden koştuğu bir serüvenin kaçınılmaz sonucu bu.
Michaela Cole, Londra’da doğup büyümüş. Şehrin merkez ilçesi City of London ile özellikle son yarım yüzyıldır şehrin finans merkezi olan Tower Hamlets’ın kesiştiği noktada bir sosyal konut kompleksinde… Bunu 2018 yılında Edinburgh Televizyon Festivali’nde yaptığı açılış konuşmasında anlatıyor. Pek çok etnik kökenden insanın birlikte yaşamasına rağmen siyahlığını unutmasına izin verilmemiş bu mekân, belli ki “ne orada, ne burada” bulanık sınırlarla ilk deneyimi olmuş. İnternetin büyük hızla yaygınlaşmaya başladığı milenyum civarında, okuldaki zorbalık deneyimiyle başa çıkabilmek için tüm teşvik ve olanaklara rağmen anonim olmayı reddettiği bir blog oluşturarak yazmaya başlamış. Birmingham Üniversitesi’nde edebiyat okurken de bu hobisine devam etmiş. Derken tiyatroyla tanışmış ve köklü konservatuvar Guildhall’a girmiş, performansıyla burs kazanmış.
Ün kazanması ise 2012’de mezuniyet projesi olarak kurguladığı ve 2014’te Kraliyet Ulusal Tiyatrosu’na dek birkaç ayrı sahnede sergilediği Chewing Gum Dreams sayesinde… Bu isim sıkı dizi takipçilerine tanıdık gelebilir. Chewing Gum aynı zamanda Cole’un ilk olarak Channel 4 şemsiyesinde yazdığı, ardından Netflix tarafından satın alınan dizisinin adı. 2016’da Komedi Dalında En İyi Kadın Oyuncu, Komedi Dalında En İyi Senaryo ve Yeni Yetenek BAFTA ödüllerini kazanarak rüştünü ispat ediyor Cole. Black Mirror’ın sosyal medya taşlaması “Nosedive” ve bir Star Trek parodisini andıran “USS Callister” bölümlerinde rol alıyor. BBC Two ve Netflix ortak yapımı Black Earth Rising’te ilk defa başka bir yazarın elinden çıkma bir karakterle başrolü üstleniyor.
2018 yılına geldiğimizde ilk “bebeği” Chewing Gum’ı büyüten Cole yeniden anne olma hayalleri kuruyor. Nihayet ilham veren olay ise ne yazık ki oldukça üzücü. İlk defa yukarıda adı geçen konuşmada açıkladığına göre, Chewing Gum’ın ikinci sezon senaryolarını yazdığı bir akşam, bir arkadaşıyla görüşmek üzere dışarı çıkıyor ve bir süre sonra gözlerini çalıştığı ofiste açıyor. Kamera kayıtlarından anlaşılan o ki Michaela Cole içkisine ilaç karıştırıldıktan sonra iki erkek tarafından cinsel saldırıya maruz kalıyor.
Şahsi tecrübelerinden yola çıkarak aynı yıl yazmaya başladığı I May Destroy You, bu nedenle bir nevi “otokurgu”. Ertesi sabah erkenden kitabının bir bölümü teslim etmesi gereken genç yazar Arabella, arkadaşının ısrarını kıramıyor ve kısa süreliğine havasını bulmak için bir bara gidiyor. Alnında bir yara ve tekinsiz bir hisle yayınevinin ofisinde kendine geliyor. Fakat olağan hayatına devam etmeye çalışsa da ne gözüne uyku giriyor ne de alnına ne olduğunu, telefon ekranının nasıl kırıldığını, ofise nasıl döndüğünü hatırlayabiliyor. Sürekli, birisine zarar verildiğini düşündüren bir sahne gözünün önüne geliyor. Bu nedenle suç duyurusu için polise gittiğinde ise acı gerçekle yüzleşmek zorunda kalıyor: O “birisi” aslında kendisi.
I May Destroy You, başta bölümler boyunca yapboz parçalarını toplayıp sonunda eksiksiz bir resme ulaşacağımız bir polisiye izlenimi veriyor. Ama aslında Arabella’nın benliğini ve güvenlik hissini sarsan bu saldırı ardından kendini nasıl sağalttığını, sağaltmaya çalıştığını izliyoruz
I May Destroy You, başta bölümler boyunca yapboz parçalarını toplayıp sonunda eksiksiz bir resme ulaşacağımız bir polisiye izlenimi veriyor. Ama aslında Arabella’nın benliğini ve güvenlik hissini sarsan bu saldırı ardından kendini nasıl sağalttığını, sağaltmaya çalıştığını izliyoruz. Tüm sağlık merkezlerinin cinsel saldırı sonrası kitapçıklarını hatmetmiş gibi görünen en yakın arkadaşı Terry, arkadaşlarına karşı şefkatli ama kendi cinsel yaşamında hoyrat Kwame ve bitki yetiştirmekten hoşlanan, hatta kendisi de bir ağaç gibi yaşadığı yere kök salmış ev arkadaşı Ben eşliğinde Bella bir tohum gibi havada süzüle süzüle yerleşeceği toprağı arıyor.
Tüm bu yolculuk boyunca, rızayı yok saymanın veya inşa etmenin başka türlerini de görüyoruz. Üstelik bunların bir kısmının faili, severek izlediğimiz başkarakterler. Partnerinden habersiz prezervatifini çıkarmak, seks sırasında ısrar kıyamet fotoğraf çekmek, kendini yanlış veya eksik tanıtarak flört edip seks yapmak… Ancak Michaela Cole bu yaşantıları aktararak “politik doğrucu” ve didaktik bir rıza dersi verme peşinde değil. Hata yapmayı, destek olmayı, yanlış karar vermeyi, harekete geçmeyi aynı bedende birleştiriyor. İnsanların iyi veya kötü olmasından çok, iyi veya kötü davranışlardan mürekkep olduğunu anlatıyor. Kwame’nin kendinden bahsederken sorguladığı gibi: “Evet, size iyi davranıyorum ama bu, iyi bir insan olduğum anlamına mı geliyor?”
Cole bahsettiğim konuşmasını şeffaf olmayı ve daima çabalamayı vurgulayarak bitiriyor. Arabella’nın da bunda hemfikir olduğunu söyleyebiliriz. O, bir kişi ne kadar korkunç bir eylemde bulunursa bulunsun ıslah edilemez olduğuna inanmıyor. Arkadaşının haksız nedenle okuldan atılmasına engel olmak isterken biraz ilerisinde bir kızın hınçla dövülmesini göz ardı etmiş biri. Arkadaşını neredeyse okuldan attıran bu diğer öğrenciyle yıllar sonra bir araya geldiğinde kendi günahlarıyla yüzleşmeye, onun da günahlarını affetmeye hazır. Kitabını yani kendi hikâyesini nasıl devam ettireceğine karar vermeye çalışırken de bocalaması bundan. Durumunu kabullenmeli ama nasıl? Tecavüz failini intikam için öldürse mi, elâlemi dinleyip polise mi verse yoksa tamamen kendi rızasıyla gerçekleşen bir halini mi bulsa? İhtiyacı olan, bunların hiçbiri değil oysa. Şimdiye dek bastırdığı, benlik ve bilinç sınırının ötesine ittiği her şeyle yüzleşmesi ve en önce kendisini affetmesi gerek. Bunun yolu da öz şefkati benimsemek için çaba göstermekten geçiyor.