Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Unutulmaz Jean-Paul Belmondo Filmleri
Efsanevi Fransız aktör Jean-Paul Belmondo, bundan birkaç gün önce, 6 Eylül’de Paris’te aramızdan ayrıldı. Özellikle Yeni Dalga sinemasıyla adı özdeşleşen usta aktör, 88 yıllık ömrüne birçok unutulmaz film sığdırdı. Ben de bu filmlerden en sevdiklerimi, Belmondo’nun beni en çok etkilediklerini sizler için kısaca derlemek istedim. Arada mutlaka güme gidenler olacaktır ama bu listeyi, büyük bir ustanın ardından kişisel bir saygı duruşu olarak kabul ederseniz, herhalde bu günahlarımı affetmeniz mümkün olur.
Şimdiden keyifli okumalar, sonra da keyifli izlemeler!
À bout de souffle (Yön.: Jean-Luc Godard, 1960)
Fransız Yeni Dalga sineması dendi mi akla gelen ilk yönetmenlerden biri kuşkusuz Jean-Luc Godard’dır. Godard dendi mi akla gelen ilk filmlerden biri, yine kuşkusuz, 1960 tarihli ve yönetmenin ilk uzun metrajı À bout de souffle‘dir. À bout de souffle dendi mi de, bu kesinlikle kuşkusuz, her şeyden önce Belmondo’nun Michel Poiccard rolündeki muhteşem performansı akla gelir…
François Truffaut’nun okuduğu bir gazete haberinden ilhamla yarattığı Michel karakteri, üstünde bedeninin bir parçası gibi duran takımı ve ağzından hiç düşürmediği sigarasıyla Paris sokaklarını arşınlayan bir serseridir. Uzaktan bakarsanız onu dönemin meşhur Amerikalı aktörü Humphrey Bogart’a benzetebilirsiniz; nitekim Michel’in en büyük arzusu da Bay Bogart olmaktır. Bu yüzden onun gibi yürür, onun gibi bakar, onun gibi giyinir. Ancak Bay Bogart’ın aksine o bir aktör değil, bir gangsterdir: Bir gün bir araba çalar, sonra da bir polis vurur. Artık kaçmak zorundadır ve cep delik cepken delik halde olduğundan, kaçmak için tek çaresinin Amerikalı kız arkadaşı Patricia (Jean Sedberg) olduğuna karar verir. Patricia, onu saklar; bundan sonrası iki serseri âşığın Attilâ İlhan şiirlerini andıran büyük serüvenidir.
Michel Poiccard rolü Belmondo’ya öyle yakışmıştır ki filmin vizyona girdiği dönemde yaşasanız ve sokakta Belmondo ile karşılaşsanız ona “Merhaba Michel,” diye hitap edebilirdiniz. À bout de souffle, herhalde Belmondo’nun olağanüstü karizmasını en açık gösteren filmdir.
Léon Morin, prêtre (Yön.: Jean-Pierre Melville, 1961)
Béatrix Beck’in aynı adlı romanından uyarlanan Léon Morin, prêtre, hem usta yönetmen Jean-Pierre Melville’in hem de Belmondo’nun filmografilerinde en üst sıraya yazmamız gereken eserlerdendir. Film, önce Almanlar ardından İtalyanlar tarafından işgal edilen kasabada yaşayan dul kadın Barny ile Belmondo’nun canlandırdığı rahip Léon arasındaki ilişkiyi konu almaktadır. Barny, dinden vazgeçmiş bir ateist ve aynı zamanda komünist olarak başta Léon’u pek ciddiye almasa da aralarındaki ilişki ilerledikçe Léon’un alışılmış Katolik rahiplerden olmadığını fark eder.
Léon Morin, prêtre, bir yandan felsefi tartışmaları bir yandan da hiç dinmeyen cinsel gerilimiyle Belmondo’nun en heyecan verici filmleri arasında sayılabilir.
Un singe en hiver (Yön.: Henri Verneuil, 1962)
Fransız sinemasının iki neslinin iki büyük jönünü, 29 yaşındaki genç Jean-Paul Belmondo ile o sırada 58 yaşındaki Jean Gabin’i buluşturan tek film, Henri Verneuil’in yönetmenliğini yaptığı Un singe en hiver‘dir. Antoine Blondin’in aynı adlı romanından uyarlanan komedi – dram türündeki filmde Belmondo, eşi tarafından terk edilen genç adam Gabriel’i canlandırırken Gabin ise eski asker, içmeyi bırakmış eski alkolik ve şimdinin pansiyon işletmecisi Albert’i canlandırıyor. Hayattan fena halde sıkılan Albert, Gabriel ile tanışınca kendine yeni bir heyecan buluyor.
L’Homme de Rio (Yön.: Philippe de Broca, 1964)
L’Homme de Rio, ya da Türkçe çevirisiyle “Rio Macerası”, Jean-Paul Belmondo filmografisinin en iyi filmlerinden olmayabilir. Ama ilhamını Tenten‘in serüvenlerinden almış bu eğlenceli macera filminde Belmondo’nun tüm oyunculuk yeteneklerine tanık olmak mümkün.
Belmondo’nun başrolünü Françoise Dorléac ile paylaştığı yapımda, nişanlısı Agnès’i görmek üzere Paris’e izne çıkan asker Adrien Dufourquet (ki bu, Belmondo olmakta), burada sevgilisinin babasının öldürüldüğünü ve nişanlısının Rio’ya kaçırıldığını öğrenir. Böylece bu âşık asker, Brezilya’nın yolunu tutup kendini acayip bir serüvenin ortasına atarken bizi de casusiye parodisi de sayılabilecek yer yer matrak, yer yer heyecanlı bir hikâyeyle baş başa bırakır.
Yayınlandığı dönemde epey izleyici çeken L’Homme de Rio‘nun En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar adaylığı da bulunuyor.
Une femme est une femme (Yön.: Jean-Luc Godard, 1961)
Jean-Luc Godard’ın ilk renkli filmi olan Une femme est une femme, yani “Kadın Kadındır”, Belmondo’nun da Godard ile ikinci çalışması. Başından sonuna eğlenceli bir müzikal havasında geçen film, striptiz dansçısı Angela (Anna Karina), Émile (Jean-Claude Brialy) ve onun yakın dostu Alfred (Jean-Paul Belmondo) arasındaki aşk üçgenini konu alıyor.
Pierrot le Fou (Yön.: Jean-Luc Godard, 1965)
Yine Jean-Luc Godard, yine Jean-Paul Belmondo, yine bir Yeni Dalga klasiği: Lionel White’ın 1962 tarihli Obsession romanından esinlenmiş Pierrot le Fou. Tıpkı À bout de souffle‘de olduğu gibi bu filmde de Belmondo, karizmatik ve serseri bir adamı canlandırıyor. Ancak bu defa canlandırdığı karakter, ki adı Ferdinand, bir suçlu değil; işinden kovulmuş, evliliğinden sıkılmış bir aile babası. Ne var ki eşini ve çocuklarını bırakıp eskiden tanıdığı Marianne (Anna Karina) ile kaçıyor. Peşlerinde ise Marianne’i öldürmeye çalışan birtakım silahlı adamlar var…
Pierrot le Fou, Avrupa sinemasının en güçlü aşk filmlerinden olmasının yanı sıra en çekici yol filmlerinden de biri; Ferdinand ile Marianne’in yolculukları boyunca okudukları şiirler de cabası!
Peur sur la ville (Yön.: Henri Verneuil, 1975)
Henri Verneuil’ün yönetmenliğini yaptığı, müziklerinde Ennio Morricone’nin imzası bulunan Peur sur la ville, 1970’lerin en heyecan verici gerilim filmlerindendir. Jean-Paul Belmondo’nun kariyerinde ilk defa bir polis memurunu canlandırdığı film, genç kadınlara musallat olan ve her defasında suç mahallinde bir mesaj bırakan bir seri katili konu anlatır; bir de onun peşindeki Jean Letellier’i ki bu, Belmondo’nun karakteridir.
Film özellikle Jean Letellier’in, yani Belmondo’nun Paris metrosunun tepesinde, araç hızla yoluna devam ederken, seri katilin peşinde koşturduğu sahnesiyle meşhurdur. İşin Belmondo’ya hayranlığımızı perçinleyen kısmı ise bu sahneyi Belmondo’nun bir dublarö emanet etmemesi; adam baştan sona kendi oynamış!
Le Professionnel (Yön.: Georges Lautner, 1981)
Casusluk filmi denince akla ilk gelenlerden olan Le Professionel, Jean-Paul Belmondo’nun 1970’ler ve 80’ler boyunca oynadığı birçok aksiyon – gerilim filmi arasında da en bilinenlerin başını çeker. Patrick Alexander’ın Death of a Thin-Skinned Animal (1976) romanından uyarlanan film, Malagawi isminde kurgusal bir Afrika ülkesinde geçmektedir ve filmde Belmondo, bu ülkenin başındaki diktatörü öldürmek üzere gönderilen Fransız casus Josselin Beaumont’u canlandırmaktadır. Politik durum bir anda değişince kendini bir yeniden eğitim kampında bulan Beaumont’un hikâyesi, izleyenlere soluksuz bir macera vaat etmektedir; ben şahidim!
Vizyona girdiği dönemde Fransa’nın en çok izlenen filmlerinden olan Le Professionel‘in müzikleriyle de ‘hit’ olduğunu söyleyelim. Ennio Morricone imzalı müzikler arasında “Chi Mai” parçası sahiden de ‘hit’ olmuştur.
Les Misérables (Yön.: Claude Lelouch, 1995)
Benim gibi Victor Hugo hayranları için Jean-Paul Belmondo ayrı bir yere sahiptir. Russle Crowe’lu Sefiller uyarlaması, 2012’de çıkan, çok güzeldi ancak 1995’te aynı eserin Claude Lelouch yönetmenliğindeki uyarlaması çok daha ilginçti. Çünkü bu, Nazi işgali altındaki Fransa’da geçen, epey serbest bir uyarlamaydı.
Filmde Belmondo, okuma yazma bilmeyen eski boksör Henri Fortin’i canlandırmaktadır. Henri Fortin, zengin bir Yahudi avukat ile ailesini bir kamyonla İsviçre’ye kaçırmayı kabul ederken kendini de keşfedeceği bir yolculuğa çıktığının farkında değildir. Yolculuk esnasında avukat, Henri’ye Victor Hugo’nun Sefiller romanını okur; o okudukça Henri, kendisi ile romanın unutulmaz karakteri Jean Valjean arasında benzerlikler kurar. Romanın her bir sayfasında Henri, hayallere dalar ve Jean Valjean’ın başından geçenleri yaşadığını düşler.