Yerli Dizilerde Erkek Temsiliyeti
Dizi senaristliği yapmaya 2010 yılında başladım. 7 yıl olmuş. Tam 7 yıl… 22 yaşında, üniversiteden mezun olmuş genç bir kadındım o zaman. Stajyerliğe başladığım günlük dizide, yani Deniz Yıldızı’nda nasıl sahne yazılacağını öğrendiğim zamanlarda, şimdi düşündüklerimi düşünmüyordum tabii. O vakitler kendini gösterme, işi öğrenme telaşı vardı.
Şimdi ne var? Yaklaşan referandum, ülke anksiyetesi, İstanbul’un kalabalık ıssızlığı, dizi sektörünün girdapları ve belirsizliği, geleceksiz nesle dahil bir genç kadın olmanın getirdikleri… İşimi nereye koyduğum ya da işimin beni nereye koyduğu günden güne değişiyor. Farklı hissettiriyor. Ama en sonunda dönüp dolaşıp durduğum yer, yazmayı ne kadar çok sevdiğim oluyor. Mesleğimin karmaşaları hayatımda çok yer işgal ediyor, evet. Fakat hayatımın diğer damarları da istesem de bazen hiç istemesem de akmaya devam ediyor.
Bir yerden sonra bu damarları da durduğum yerden, en önemlisi yazdığım yerden görmeye başladım. Ben feminist olan ve feminizme göre yaşamaya çalışan bir kadınım. Durduğum yer belli. Peki yazdığım yer? Durduğum yerden yazabiliyor muyum? Böyle bir imkanım var mı? Dizi sektörü, üretimlerimizin kendimizle tutarlı olmamıza izin verecek bir kır çiçeği tarlası mı?
Yerli dizilerdeki kadın temsiliyetini Episode Dergi’nin 2.sayısında, editörlüğünü benim yaptığım “Güçlü Kadın Dosyası”nda yazdıklarımızla ve yaptığımız röportajlarla sorgulamaya ve ele almaya çalıştık. Sektörden ve akademiden önemli isimler fikirlerini ve deneyimlerini bizlerle paylaştı. Dergi yayımlandıktan sonra bu dosyayı birkaç kere daha okudum. Gerçekten de yerli dizilerde kadın temsiliyeti çok yönlü bir mesele olarak karşımızda duruyor. Duruyor ama gözlerden kaçan kocaman bir nokta ile: Erkek temsiliyeti…
Feminizm sadece kadınların toplum içindeki yeriyle ilgilenmez. Erkeklerin konumunu da inceleyip, onların üzerindeki rollerin ve görevlerin toplumsal adaletsizliği nasıl beslediğini de tespit eder. Bir kadın karakterin güçlü ya da güçsüz, zaaflı ya da zaafsız yazılması nasıl bir mesele ise, bir erkek karakterin de televizyon ekranlarında hangi yönlerinin “estetize” edildiği bir meseledir.
Çekici erkek olarak gösterdiğimiz “jipli ve zengin” baş kahramanlar, arzu nesnesi konumuna yükselttiğimiz “kaslı ve uzun boylu” esas oğlanlar, yumruğunu masaya vurunca her yeri titretip racon kesen “delikanlı ve yakışıklı” adamlar, bir yandan dünyayı yakıp diğer yandan sevdiği kadının bir dokunuşuyla içi ürperen “yağız ve haşin” ağalar, duygularını ifade etmeyi bilmeyen, burnu havada, donuk, kadınlara hiçbir açıklama yapma zahmetine girmeyen modern Mr. Darcy’ler, bütün arızalarını duygusal hasarına yorduğumuz, kadınları incitmekten asla çekinmeyen asi adamlar…
Kadınların beğendiği erkek tipolojisini güçlü, yakışıklı, zengin, kadınları her türlü tehlikeden koruyan, onlara hoyratlıklarını göstermekten çekinmeyen, kişisel hayatında da özel hayatında da kuralları sadece ve sadece kendi koyan, değer verdiği kadınla cinsellik yaşamayan, cinsellik yaşadığı kadınları ise “hevesini aldığı kadın” olarak gören, alnından öptüğü asıl aşkıyla hemen evlilik yoluna giren, tek taş yüzük olmadan evlenme teklif etmeyen, doğuştan muhteşem baba olan, kadınlardan “kadınlık görevlerini” bekleyen adamları, ekranlarda ideal erkek temsiliyeti olarak kodladığımız bir gerçek. Bu şekilde kurduğumuz erkek karakterlerin, seyircide ise nasıl bir yankı bulduğu ise ayrı bir tartışma konusu.
“Biz seyirciye belli erkek tipleri sunuyoruz, onlar da bunu kabul edip ona göre kendini şekillendiriyor.” demeyeceğim. Çünkü dizi formu, seyirciyle ve hayatla karşılıklı işleyen canlı bir süreçten ibaret. Senaristlerin yazdıkları kadar seyirci beğenilerinin de sektörü şekillendirdiğini hepimiz biliyoruz.
Fakat şunu da biliyoruz: Toplumsal cinsiyet eşitliği ya da eşitsizliği meselesinde televizyon kültürünün yeri büyük. Televizyon olmayan, yerli dizi izlenmeyen ev sayısının çok az olduğu bir ülkede, dizilerdeki erkek karakterlerin nereden kurgulandığı, nasıl sunulduğu, hareketleri, seçimleri, şekli şemali kısacası temsiliyeti her yönüyle eleştirilmesi gereken bir husus.
Eleştirilmesi gerekenler arasında, bugüne kadar kendi parmaklarımla hayat verdiğim erkek karakterler de var elbet. Erkek egemen kültürün hem kadın hem de erkeğe dayattıklarını, kendi ellerimle yeniden ürettiğimin farkındayım. Peki ben bununla ilgili ne hissetmeliyim? Ne düşünmeliyim? Ne yapmalıyım? Açıkçası bilemiyorum. Benim gibi birçok meslektaşımın da aynı sarmal içerisinde bunları sorguladığını biliyorum. Özellikle kadın meslektaşlarımın…
Kuyruğunu kovalayan kedi gibi, yıllardır bunların haricinde bir başrol erkek tipolojisi yazmaya izin vermeyen sektör şartları… Çünkü seyirci… Çünkü reytingler… Çünkü yapım şirketleri… Çünkü kanallar… Seyirciyle kurulan arz talep dengesi içerisinde nerede duracağını bilemeyen biz senaristler, ne kendi durduğumuz yeri hiza alabiliyoruz ne de seyirciyle irtibat kurup onlara gerçekten ne istediklerini sorabiliyoruz.
Öncelikle kadın meslektaşlarıma sonralıkla diğer tüm kadınlara, erkekliği kendi ellerimizle yeniden üretmek zorunda kalmadığımız bir hayat düzeni için, bu 8 Mart’ta mücadele azmi ve güç diliyorum.