Komşudan Nefret Ediyorum: “Hate Thy Neighbour” Üzerine I Didem Tekeli

 Komşudan Nefret Ediyorum: “Hate Thy Neighbour” Üzerine I Didem Tekeli

[highlight]Viceland TV’de yayınlanan Hate Thy Neighbour‘da ötekini reddeden, tüm kötülüğün, başarısızlığın başka insanlardan kaynaklandığına inanan insanlarla tanışıyoruz. Irkının, kültürünün saf ve üstün kalmasını dileyenlerle aynı gezegende, üstelik oldukça küçük bir gezegende bir arada yaşadığımız sarsıcı bir çıplaklıkla ortaya çıkıyor. Zor, rahatsız edici, korkutucu soruların arasında elimizden tutup bizi güldüren birisinin olmasıysa güzel…[/highlight]

Arizona’da, Meksika-ABD sınırı önünde durmuş iki adamdan mavi gözlü, sarışın olanı, tel örgünün delinmiş kısmına işaret ediyor ve “Bak,” diyor, “demir çit yerinden oynamış, örgü delinmiş.” Siyah kemik çerçeveli gözlüklerinin ardından gösterilen yöne bakan genç adam, kıvırcık, uzun sakalını çekiştiriyor. “Birileri bu taraftan Meksika’ya sürünerek geçmiş olmalı,” diyor. Gülüyorlar. Amerikalı ısrar ediyor, “Hayır ama o taraftan buraya kimin geçeceğini hiç bilmiyorum. Daha kötüsü hükümet de bilmiyor.” Korkusunun tam olarak ne olduğu sorulduğunda, teröristlerin Meksika’dan bombalarla hatta kitle imha silahlarıyla geleceğinden endişe ettiğini belirtiyor. Amerika’yı teröristlerden korumak için kusursuz önlemlere ihtiyaç duyulduğundan emin. Zaten bu uğurda emekliliğinin 15 yılını, cebinden milyon dolarları harcamış. Ailesini terk edip çöle, sınıra yerleşmiş, kâr amacı gütmeyen sivil bir örgüt kurmuş. Her gün drone uçurarak, belirli bir bölgede devriye gezerek Amerika sınırını, özgür, zengin, beyaz Amerika’yı koruyor. Bir başka deyişle, toplumunu distopik geleceğinden kurtarmaya çalışıyor.

Yukarıdaki sahne, Vice Medya’nın alt markalarından Viceland TV’de yayınlanan Hate Thy Neighbour‘dan. Hate Thy Neighbour, yani komşudan nefret et, komşundan nefret et veya komşudan nefret ediyorum…

Londra’da yaşayan, İtalyan asıllı anneyle Jamaikalı babanın oğlu Britanyalı komedyen Jamali Maddix, anlatılan görüntüde Amerikalı amcanın yanında duran kişi. Yaşadığı deneyimi sahneden Londralılara aktarırken tüm olanın aslında “yanlış giden çit projesi” olarak özetlenebileceğini söylüyor. Komik… Meksika’dan ABD’ye yılda kaç kişinin sınırdan yürüyerek geçtiğini dahi söyleyemeyen bir sivil örgütün ne amaçla var olduğunu anlamak da zor. Üstelik başka grupların da memleketlerini distopik gelecekten korumak için devriye gezdiğini öğrenip içlerinden bazılarının silahlı topluluklar olduğunu görünce, insan gülmeye ihtiyaç duyuyor gerçekten. Arizone Border Recon (AZBR) bu gruplardan biri. Kendilerini sivil toplum örgütü olarak adlandırsalar da kayıtlara paramiliter milis olarak geçmişler. Onlar, yaptıkları gözlem ve verdikleri raporlarla uyuşturucu kartelleriyle mücadeleye katkı sunduklarını dile getiriyorlar. Kartellerin, daha iyi bir hayat yaşamak adına yürüyerek sınırı geçmeye çalışan insanlar için de tehdit olduğu açık. Böyle bakınca, AZBR’ın doğru yerde durduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, sınırdan geçen herkesi uyuşturucu kaçakçısı veya seks işçisi olarak adlandıran kişilerin, “İnsanlar ülkelerinde kalıp zorluklarla mücadele etmeli, kaçmamalı, benim yaptığım gibi,” diyen insanların, kendilerinden daha güçsüz olana nasıl davranacağını kestirmek güç. Örneğin sınırı aşmaya çalışan kişiler çölde ölmesin diye bilinen göç yollarına su bidonları bırakan, kayıp bildirilen kişileri bulabilmek için çölün içine arama yürüyüşü yapan Border Angels’ın (Sınır Melekleri) yalnızca uyuşturucu satıcılarının işine yaradığını düşünebiliyorlar. Sınırı geçmeye çalışan oryantallerin hayvan olduğunu dile getirip insani yardım yapan toplulukların yerleştirdiği malzemeleri toplayabiliyor, suları toprağa dökebiliyorlar.

Viceland TV, gazeteci olmayan birini varlık nedenleri, hedefleri ve iş yapış biçimleri tartışmalı grupların arasına göndermiş. 2017 yılında yayınlanan ilk sezon, ırk ve ırkların bir arada yaşamasının getirdiği durumlar üzerine odaklanmıştı. Program, ABD’de Neo-Nazi gruplara ve İsrail’in On İki Kabilesi’nden olduğuna inanan siyah ayrılıkçılara uzanmıştı. Ukrayna’da Azov’u, İsrail’de Lehava’yı tanımaya çalışmıştı. İsveç’te Nordik Gençliği’nin peşine takılmış, Birleşik Krallık’ta Brexit, çokkültürlülük, ırkçılık üzerine düşünmüştü. 2018 yılında gösterilen bölümlerdeyse şu ana dek yalnız ABD’yi izledik. Program bu yıl muhafazakâr gruplar ve onların dünya görüşüne odaklanıyor. Dini liderlerin, cemaatlerin kürtaja ve/veya LGBTQI bireylere, göçmenlere, Müslümanlara yaklaşımı mercek altına alınıyor. Amerikalılar, fikirlerin özgürce dile getirildiği toprak olması nedeniyle vatanlarıyla gurur duyuyor. Ancak fikri dile getirmek, onun dinleneceği ve/veya ona saygı duyulacağı anlamına gelmiyor. Herkes kendi fikrini özgürce ifade edince otomatik olarak bir diyalog ortaya çıkmıyor, anlamlı tartışmalar yapılmıyor. Avrupa’yı resimden çıkardığı için hayal kırıklığı yaratan ikinci dönem Hate Thy Neighbour, yine de bu kritik nüansları vurguladığı için hâlâ cazip.

Karabasanı kahkahayla yenmek

Hate Thy Neighbour‘ın yüzü Jamali Maddix gazeteci değil. Her bölüm, onun aşırı grupları tanımak için attığı adımları takip ediyor, edindiği deneyimi, izlenimleriyle birlikte stand-up formatında seyircisine aktarmasını içeriyor. Bunun için Londra’da bir stand-up sahnesi kuruluyor ve Jamali mikrofonun başına geçiyor.

Jamali, üniversitenin son yılında, kendisine asla beyaz yakalı olmak istemediğini hatırlatan büyük bir dövmeyi koluna yaptırır. İşlem sırasında enfeksiyon kapınca okula gidemez. Bu süreyi, hayali olan komedyenlik için gerçek anlamda çalışarak harcar. 2016 yılında The Guardian’a izlediği yolun çok çok zor olduğunu söylediğinde 24 yaşındadır. Maddix, bugün ülke sınırlarını aşan bir üne sahip. Cebinde genç komedyenlere verilen bir ödül var ve Viceland’de çalışıyor, yıl boyunca dünya turnesi yapıp kıtaları gezecek. Daha ne olsun?

Maddix, izleyicisine tanıştığı insanları anlatırken sık sık ödevini yeterince yapmadığından söz ediyor. Konuyu tam bilmeyen biri olarak insanların arasına karıştığından dem vuruyor. Aslında Hate Thy Neighbour‘ın gerçek anlamda bilgi, belge sağladığı, tam anlamıyla bir belgesel olduğu tartışmalı. Yine de hakkını vermek gerek, Viceland, programı akıllıca kurgulamış. Distopik bir geleceği yaşamamak için ötekini reddeden, tüm kötülüğün, başarısızlığın onlardan kaynaklandığına inanan insanlar, sarsıcı bir çıplaklıkla karşımıza çıkıyor. Irkçılık, nefret söylemi, şiddet eğilimi diz boyu. Biliyoruz ki bu kişiler, topluluklar, cemaatler kurmaca karakterler değil, aynı gezegeni paylaştığımız komşularımız. Bu gerçeklik insanın canını sıkıyor, iç sıkıntısını Jamali’nin keskin, basit, haklı, bir o kadar komik yorumları alıyor.

Ortaya çıkan karabasanı kıracak tek kişi bir komedyen olabilirdi. Jamali bu görevi zevkle üstleniyor. Üstelik sevilecek pek çok yanı var: Gençliği, algılama, tespit etme yeteneği, zekâsı… Ara ara korktuğunu itiraf etse de cesareti. Tüm bunların yanında belki en hoş olanı, aklından geçenleri saklamayan bir yüz ifadesine sahip olması. Duyduklarına şarşırdı mı, tiksindi mi, öfkelendi mi; hepsini anlıyoruz.

Terörist Maddix

Jamali, Birleşik Krallık’ta doğup büyümüş melez bir erkek olarak farklı kültüre ait birinin türlü ayrımcılıkla karşılaşacağından, pek çok biçimde önyargıya uğrayacağından haberdar. Vatanında veya dünyanın farklı yerlerinde dolanırken, ten rengi her zaman onu dikkat çekici kılıyor. İlk sezonda izleyicisine “Irkın size kendinizi garip hissettirdiği oldu mu?” diye soruyordu, “Hiçbir zaman garip hissetmediniz mi?” Güzel bir soru, verilen cevaplar nasıl dünyalarda yaşadığımızı belirleyecektir.

Nereye giderse gitsin, koyu renk, uzun, sık sakalıyla hemen herkes onu Müslüman sanıyor. Ona Kur’an’ı soruyor, dininde neden şöyle veya böyle yapıldığını açıklamasını bekliyorlar. “Sakalın kuşları korkuttu,” diyen de çıkıyor, atış parkurundaki hedef tahtasının üzerine çizilmiş terörist modelini gösterip, “Bak sana benziyor,” diyen de. Söylediklerinden Jamali’nin sol görüşe sahip bir Budist olduğunu anlıyoruz. Fakat bunun ne önemi var? Kabul edelim, sakallı, esmer, kocaman bir adam görürsek onun terörist olduğunu düşünmemiz, örneğin vegan bir hümanist olduğunu düşünmemizden daha olası!

Aşırı gruplara üye bireylerin ortak yanları

ABD’de, İsveç’te veya Ukrayna’da olsun, aşırı gruplara üye kişilerin ortak yanları var…

Kendini tanımlarken mahcup davranmak:

Bahçesinde, üzerinde gamalı haç bulunan bayrak sallayan biri, kendini Nazi olarak tanımlamayabiliyor. Beyaz olmayan ırkı aşağılayan deyişin yazılı olduğu tişörtü giymiş kişi, “Bu, esprisine,” diyebiliyor. İnsanları Pakistanlı, siyah diye ayıran biri, “Ne yani, Pakistanlıya tabii ki ‘Paki’ diyeceğim, bu ırkçılık değil,” diyor.

Hate Thy Neighbour‘ı izleyince, uç fikirlere sahip bireylerin düşüncelerini samimiyetle etiketlemesi için en az üç ardıl soru sormak gerektiğini öğreniyorsunuz. Çok az kişi hemen, “Evet, ben nasyonal sosyalistim,” diyor örneğin. İkinci cümlede kendisinden olmayanın o toprakta yaşayamayacağını ve bunu sağlamak için elinden geleni yapacağını söylemeleri fark etmez. İlk cevapta hepimiz haklara saygılıyız.

Kafa karışıklığı:

Yahudi olduğunu düşündüğü kişilerin yazdığı yemek kitaplarını bile törenle yakmayı uygun bulan biri, ilk karısının Amerikan yerlisi olduğunu açıklayabiliyor. Çocukları melez olmasına rağmen iki saat önce ırklararası evliliğe karşı olduğunu söylemesiyse önemli değil. Dönemin köle kıyafetlerini giyip, köleliği uygulamış kişilerin anıldığı törene katılan siyah kadın veya siyahlardan hoşlanmayan grupların arasında siyah erkek lider olmak mümkün.

Ortak slogan: “Aramızda onlar da var”:

Hangi topluluğa karşıysanız, o gruba ait veya ait olduğu düşünülen biri aranızdaysa oldu bitti. “Benim cemaatimde, grubumda siyah/Meksikalı/Müslüman/oryantal vb. de var,” demek moda. Örneğin Meksika sınırını koruyorsam ve devriyemde Meksikalı varsa, tartışmasız en doğru işi ben yapıyorum demektir. Çünkü aklın yolu bir ve bu yol, grubuma üye olmaya çıkıyor.

Alınganlık:

Nefret söyleminde bulunanlar, nefret söylemi kullanan kişi olarak tanınmaktan şikâyetçiler. Başka tenleri, dinleri sevmiyorlar, bunu nefret söylemi kullanarak dile getiriyorlar ama aslında yalnızca doğru bildiklerini söylüyorlar ve herkes fikrini açıklayabilmeli, öyle değil mi? Doğru söyleyen ise dokuz köyden kovuluyor işte.

Analiz etmek cesaret isteyen bir iştir

Komşular eve ne denli yakınsa çarpışma o denli şiddetli oluyor galiba. Jamali Maddix ilk sezonun son bölümünde memleketine döndü. Britanya’nın Günlük Aşırılığı adıyla yayımlanan bölümde Maddix, ırkçı gruplardan kişilerle konuştuktan sonra Fransa’da Calais’ye giderek orada ormanlara ve araziye yayılmış, Britanya’ya geçmeyi bekleyen insanların yaşamlarını görmek istedi. Eritre, Somali ve Suriye’den göçmenlerin ağırlıkta olduğu kamplar, uzun süredir dünyanın, göç üzerine çalışan uluslararası örgütlerin gündemindeydi. Calais’de hayatın kolay olmadığı biliniyor. Göç halindeki insanların zaman zaman kötü muameleye maruz kaldığı raporlanıyor. Bu yılın başında Fransa ile Britanya, Calais anlaşması yaparak hem burada biriken göçmenlerin hayatlarını kolaylaştırmak hem kaçak göçü sonlandırmak hem de Britanya’nın sınırını koruması için daha fazla yatırım yapmasına olanak verecek bir anlaşma imzaladı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Calais’de bir daha büyük bir kampın oluşmasına izin vermeyeceklerini de açıkladı.

Jamali, Calais’ye gittiğinde yüzü düştü. Fiziki koşullar zordu ancak insanların ruh halleri bundan çok daha kötüydü, anlatılanlar can yakıcıydı. Göçmen kampının her gün yaşadığı felaketlerden yangın, arazinin bir o yanında, bir bu yanında patlak veriyordu. Uzun bekleyiş içindekiler arasında 16 yaşında bir erkek çocuk, Yunanistan’da hapisteyken işkenceye uğradığını söylüyordu. Kim olduğu, başına neden bunların geldiği belli değil. O, her şeye rağmen, Britanya’ya ayak basacağı günü iple çektiğini dile getiriyor. Çocuk, orada gazetelerin de, gazetecilerin de çok başarılı olduğunu hatırlatıyor, “Ben de iyi bir gazeteci olacağıma inanıyorum,” diyordu. Polis ona Calais’de de iyi davranmıyor. Yüzüne en az beş kez biber gazı yemiş. Fakat güzel bir hayalin peşinde ve umutla bekliyor.

Jamali, gördüklerinin de etkisiyle Londra’ya dönüp daha önce röportaj yaptığı biriyle yeniden buluşur. Ona, neden kendisine ırkçı denmesini istemediğini sorar. Çünkü siyahlardan, Pakistanlılardan hoşlanmadığını ifade eden, göçmenlerin tecavüzcü olduğunu söyleyen odur. Calais’deki hayat şartlarının kötü olduğuyla ilgilenmediğini belirten, o insanların memleketine gelip hiçbir katkı yapmadan, var olan imkânları tüketeceğine inanan odur. Konuşulan kişi ırkçı olduğunu yine reddeder, olsa olsa vatanını seven biridir. Jamali, biraz öfkeyle ve karşısındakinin işsiz olduğu bilgisiyle vatana fayda sağlamak konusunu biraz deşer. Eğer işsizsek, açsak, bunun sorumluluğunu başka insanlara yüklemek yerine sistemi, yanlış politikaları, hizmet vermesi gerekenleri sorgulamaya davet eder onu. Ve olan olur. Ku Klux Klan üyelerinin toplandığı bir mekâna neredeyse içeri girecek kadar yaklaştığında veya Neo-Nazilerin düzenlediği rock konserine katıldığında bile başına gelmeyen olur; konuştuğu kişi ona saldırır.

Hate Thy Neighbour‘da komşumuzu tanıyoruz. Öngördükleri distopik geleceği yaşamamak için ötekini reddeden, tüm kötülüğün, başarısızlığın başka insanlardan kaynaklandığına inanan insanlarla tanışıyoruz. Irkının, kültürünün saf ve üstün kalmasını dileyenlerle aynı gezegende, üstelik oldukça küçük bir gezegende bir arada yaşadığımız sarsıcı bir çıplaklıkla ortaya çıkıyor. Bu karşılaşma insanı pek çok soruya götürüyor. Zor, rahatsız edici, korkutucu soruların arasında elimizden tutup bizi güldüren birisinin olması güzel. Hate Thy Neighbour‘ı izleyin.

Bu yazı, Episode Dergi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır…

Didem Tekeli

Uluslararası İlişkiler okudu, sosyal kalkınma üzerine çalıştı. Türkiye'nin sivil toplum örgütlerinde ve onlar için faaliyet gösteren oluşumlarda görev aldı, hâlâ engelli bireyin insan hakları üzerine kafa yoruyor. Yaratıcı yazarlık ve yazma biçimleri konularını anlamaya çalışıyor, kısa öykü yazıyor. Öykülerinden birkaçı NOTOS Edebiyat Dergisi'nde yayımlandı. Kendi kitabının çıkmasını hayal ededursun, dizileri "Nasıl anlatmış?" sorusuyla izlemeye devam ediyor…

Related post