Kopmuş Bir Elin Anıları: “I Lost My Body” I N. Levent Tanıl
[highlight]Cannes Film Festivali’nden ödülle dönen Oscar adayı animasyon I Lost My Body (Bedenimi Kaybettim), bedeninden kopmuş bir elin sahibine ulaşma çabasını anlatıyor. Daha önce çektiği kısa animasyonlarla çeşitli ödüller kazanan Jêrêmy Clapin’in ilk uzun metrajı, öyküsünü üç farklı açıdan derinlikli bir biçimsellikle ele alıyor…[/highlight]
Genel hatlarıyla insana ve insan bedenine takıntılı bir film diyebiliriz I Lost My Body için. Bu süreç, gerilim ya da kara mizah unsurlarından çok yönetmenin tercih ettiği duygusal bir anlatıyla besleniyor. Paris’te bir tıp laboratuvarındaki bir elin canlanmasıyla başlayan hikâye, pizza dağıtıcısı Naoufel’in beklenmedik aşkına ve aynı zamanda da çocukluğundaki yaşanmışlıklarına kesitler sunuyor.
Mevcut konusuyla zaten başlı başına bir spoiler tehdidi oluşturduğu için daha fazla ayrıntı sunmam gereksiz olur. Bende uyandırdığı ve çok beğendiğim hissiyat, hikâye katmanlarını temeldeki dramatik yapıyı koruyarak ustaca çeşitlendirebilmesi oldu. Bedenini arayan ve hapsolduğu laboratuvar buzdolabından firar ederek Paris’in sokaklarında sayısız tehlikeye göğüs geren bir el fikri, animasyon formülünde ilk bakışta geren ve insanı tedirgin eden bir yol izleniminde. Yönetmen Clapin ise bu elin çıktığı yolculuk esnasında ana karakterinin yaşanmışlıklarına ve duygusallığına imkân tanıyarak mevcut gerginlik ihtimallerini ustaca yumuşatmış.
Temel hikâyede hastaneden kurtulan bir el, önce sürünmeyi, sonra da hastaneden kaçmayı başarıyor. Ne olduğunu anlamadan şehrin ve gerçek dünyanın acımasızlığına kendisini bırakan bu elin sürecinde yönetmenin sunduğu karanlık tonları takip ediyor ve görsel bir melankolinin içine sürükleniyoruz.
Görsel ve duygusal bir zenginlik sunuyor
Naoufel’in âşık olduğu ve hayata tutunmaya başladığı alanlarsa hikâyeyi dengede tutmayı başaran duygusal yönünü ortaya çıkarıyor. Özellikle de Naoufel’in âşık olduğu kızla kurduğu diyaloglar ve sonrasında attığı her adım, onu aramak için Paris sokaklarında kemirgenler ve trafikten kurtulmaya çalışan elinin hikâyesine daha anlamlı derinlikler katıyor. Birbirinden ayrı üç parçanın aslında büyük bir bütünü tamamlamaya çalıştığını, o esnada da tek bir yüreğin hayata karşı çırpınışlarını fark etmeye başlıyoruz. Bu noktadan itibaren de zaten ustaca yerleştirilmiş dengeli müzik kullanımıyla birlikte kendinizi görsel ve duygusal zenginliğin içerisine bırakıveriyorsunuz.
Anahtar kelime, denge
Filmin senaryosu, benim de her zaman hayranlık duyduğum yapımlardan Ameile’nin yazarlarından Guillaume Laurent’nin Mutlu El kitabından uyarlama. Kitabı okumadığım için oradaki olay örgülerinin ne yönde şekillendiğini bilemesem de duygusal açıdan daha ağır basan bir anlatı olabileceğini az çok tahmin edebiliyorum. Clapin ise bu malzemeyi yerinde kırılmalarla beslemiş. Ne çok fazla dramdan beslenmiş ne de aşırıya kaçan metaforlarla boğmuş filmini. Mevcut araf halini duygusal sekanslar ve samimi karakterler üzerinden yansıttığı için de gerçek ve fantastik olanı dengede tutmayı başarabilmiş. Bu etkiyi Guillermo Del Toro’nun Pan’s Labyrinht (Pan’ın Labirenti) filmi ya da Hayao Miyazaki’nin animasyonlarında da yakalayabilirsiniz mesela. Bu yapımlarda karakterlerin gerçeklik olgusundan çıktığının farkına varsanız bile mevcut duygusallıklar bu durumları görmezden gelmemize, hatta kısa sürede benimsememize sebep olur. I Lost My Body‘de ise ilk sahneden kopmuş bir elin adımlarını izleyeceğimizi biliyoruz ve film bu doğrultuda sahnelere hazırlıklı olun izlenimini sunsa da mevcut gizemini son ana dek sağladığı için öykü dengesi her zaman sabit kalabiliyor.
Oscar yarışında favorim ama…
Oscar yarışında şimdiden gönlümün şampiyonu olsa da Klaus‘u Hollywood sineması ve o toplumun manevi değerlerine yatkınlığından dolayı şanslı görüyorum. Bu iki animasyon, diğer adaylıklar arasındaki en güçlüleri. İkisi de mevcut meselelerine sımsıkı sarılan işler. Klaus, herkes tarafından benimsenen bir rivayetin başlangıç noktasına olasılıklar sunarak dönemin ve belki de son 10 yılın en başarılı noel temalı animasyonlarından. Fakat I Lost My Body‘de olan şey, öyküsüne tamamen özgünlük katmaktan ziyade duygusal derinliğini anlatısı boyunca kontrol altında tutabilmesi. Bu, birçok animasyonun görsel teknolojiye yoğunlaşmasından dolayı görmezden geldiği, kimi zamanda gözünden kaçırdığı bir unsur. Bu yüzden final sahnesi sonrasında içinizde oluşacak karışık duygu yoğunluğunu düzene sokmanız biraz zaman alabilir. Deneyimleyip hissetmeniz gerek…