Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
La casa de papel’in Sesi: Cecilia Krull
[highlight]Son dönemde herkesin dilinde, La casa de papel. İspanyol yapımı dizinin övülecek yanı çok. Bunlar arasında müziği de önemli bir yer tutuyor. Az ve öz, yerinde… Buradan hareketle dizinin tema müziğini seslendiren Cecilia Krull ile söyleştik. Kendi şarkılarını yazıp söyleyen, bir de albüm çıkarmaya hazırlanan genç sanatçı, “Caz benim tutkum, her şeyim. Beni tanımlayan şey,” diyor…[/highlight]
Banka soygunu hikayelerine bayıldığımı iyi bilen bir arkadaşımın önerisiyle izlemeye başladığım sıralarda henüz bu kadar popüler olmamıştı… Ama daha ilk bölümünde, çok geçmeden tüm diziseverleri kendine bağlayacağından emin oldum. Nitekim bugünlerde herkesin dilinde… “La casa de papel”den bahsediyorum. Güçlü bir kurgu, harika oyunculuklar, heyecan verici senaryo… İspanyolların nefis polisiye, gizem, gerilim filmleri çektiklerini tecrübe etmiştim ama televizyon dizileri konusunda hiçbir fikrim yoktu. “La casa de papel” ile bu konuda da hayranlığımı kazandılar.
Diziyle ilgili övülecek sayısız nokta var ama bir konuya özellikle değinmek lazım; müzikleri. Az ama öz. Sanırım, “La casa de papel”in müziklerini bu şekilde tanımlayabiliriz. Geniş bir repertuar yok ama her bir parça doğru seçilmiş, doğru yerde kullanılmış. O parçaların başında da dizinin tema müziği “My Life Is Going On” geliyor. Nitekim en az dizi kadar o da sevildi… Sadeliğiyle güzel bir şarkı, sevilmesine şaşmamalı. Manel Santisteban bestesine sesini veren kişiyse Cecilia Krull. Şimdi onu yakından tanıma vakti, hem de kendi cümleleriyle…
Muhtemelen “La casa de papel” hayranları sesinize bayılmıştır ama sizin hakkınızda çok az şey biliyoruz. Nasıl başladınız müziğe?
Şarkı söylemeye başladığımda 7 yaşındaydım. İspanyol Disney’i için şarkı söylemiştim ama aslında daha doğduğum andan itibaren hep müziğin içinde oldum. Babam harika bir müzisyendir. Bu yüzden müzikle büyüdüm. Bir noktada müziğe başlayacağımı biliyordum.
İdolünüz kimdi?
Tek bir kişi değil; Stevie Wonder, Whitney Houston, Mariah Carey ve Lauryn Hill… Ben, 1986 yılında doğdum ve sanırım benim neslimin büyük kısmı bu isimlerle büyümüştür. Benim de idollerim onlardı. Onları dinleyerek çok şey öğrendim.
Gelelim “La casa de papel”e… Bugünlerde çok popüler. Nasıl buldunuz diziyi, sevdiniz mi?
Bayıldım. Böyle bir projede yer almak özellikle çok mutlu etti beni. İnsanların da diziyi sevmiş olmaları, okuduğum güzel yorumlar, sevindiriyor beni.
Diziye nasıl dahil oldunuz peki? “My Life Is Going On” nasıl ortaya çıktı?
Şarkının yazarı ve yapımcısı Manel Santisteban, pek çok başka filme ve televizyon dizisine de müzikler yaptı. Onunla çalışmaya 8 yıl önce başladım. Tres Metros Sobre El Cielo (2010) filminin müziklerini yapıyordu o zaman… Sesimin onun bestelerine yakışıp yakışmayacağını görmek için beni aradı, arayış o arayış! Daha ilk denemede ortaya çok güzel bir uyum çıktı, o gün bugündür hep birlikte çalışıyoruz. Beraber epey film ve dizi için şarkı yaptık: Fuga de Cerebros II (film, 2011), Vis a Vis (dizi, 2015-2018), La casa de papel (dizi, 2017), El Accidente. (dizi, 2017-2018)
Düzenli bir televizyon izleyicisi misinizdir peki?
Öyle çok televizyon izlemem ama filmleri ve dizileri takip etmeye çalışıyorum. Bugünlerde Peaky Blinders‘a sardım…
“Caz, beni tanımlayan şey”
Esas olarak bir caz şarkıcısısınız ama başka tarzlara da kapalı değilsiniz. Kendinizi müzikal açıdan nasıl konumlandırıyorsunuz?
Caz benim tutkum, her şeyim. Beni tanımlayan şey ama hayatım çok çeşitli kültürlerin, yemeklerin, yaşam biçimlerinin arasında geçti… Çünkü babam yarı Fransız, yarı Alman, annemse yarı Kübalı, yarı İspanyol. Bu çeşitlilik, beni müzikal bir zenginliğin içinde bıraktı. Beni ben yapan sanırım bu çeşitlilik, bu zenginlik oldu ama kendimi cazla tanımlasam da pek çok farklı müzik tarzını severek dinlerim ve hepsinden bir şeyler kapmaya çalışırım: Hip-hop, klasik müzik, pop, flamenko, modern müzik… Brahms’ı çok severim, Jaco Pastorius’u da… Camaron’u, Q-Tip’i, Erykah Badu’yu, Joni Mitchell’i, Outkast’i, Miles Davis’i, Keith Jarrett’ı… Hepsi beni bir şekilde etkilemiştir.
Çeşitli albümlere katkıda bulundunuz, Juan Sebastian Trio’nun “Tribute” (2017) albümü gibi… Bir solo albüm yapacak mısınız?
Evet, şu aralar üzerinde çalışıyorum…
İlk solo albüm yolda
Kendi yazdığınız şarkılardan mı oluşacak?
Kendi şarkılarımı yazıyorum, evet. Çok mutlu hissediyorum açıkçası, umarım insanlar da dinlediklerinde sever. Bazen kendi tınını ve stilini bulmak çok zor oluyor çünkü tamamen yeni bir şey üretirken önünde pek çok yol bulunuyor… Hangisini seçeceğini bilemeyebiliyorsun. Ben de bu yüzden tüm kalbimle kendimi bu işe vermiş durumdayım. Sadece kendim olmaya çalışıyorum. Ancak bu şekilde gerçekten istediğim gibi, içten bir iş ortaya çıkarabilirim diye düşünüyorum.
Diziyle beraber “My Life Is Going On” da çok sevildi. Şarkı için bir klip çekecek misiniz?
Evet, yakında geliyor.
“Türkiye’de konser vermeye çok isterim”
Türkiye’de de çok popülersiniz bu aralar… Sizi yakında Türkiye’de dinleyebilecek miyiz?
İspanya’da pek çok Türk arkadaşım var ama ne yazık ki Türkiye’de bulunma şansım hiç olmadı ama Türkiye’ye konser vermeye gelirsem, bir hayalim gerçekleşmiş olur. Umarım bu gerçekleşir, gerçekten çok isterim.
Son olarak, diyelim ki Alaaddin’in sihirli lambasına sahipsiniz ve cin, lambanın içinden çıkıp soruyor: Ölü ya da diri, bir müzisyen ya da yapımcı seç, birlikte bir albüm yapın! Kimi seçerdiniz?
O nasıl soru! Çok sevdim ama cidden bir kişi mi seçmem lazım? Aklıma o kadar çok isim geliyor ki… Ama sanırım bana her zaman inanan ismi seçerdim: Manel Santisteban. O olmasaydı asla şu an bulunduğum noktada olamazdım, ona müteşekkirim…