Metin Erksan: Aşka Giden “Suret”
Sevmek Zamanı, son yıllardaki pek çok soruşturmada Türk sinema tarihinin en iyi 10 filmi arasında yer alıyor.
Şarkılar ne der:
“Sevmek mi güzel yoksa sevilmek mi, ne dersin?”
Malum, şarkılarda her derde deva alıntı malzemesi bulunur. Bu alıntı da, bence, sevilmektense sevme konusunda iddialı olanların cevabı olagelmiştir. Hani, sevilmek marifet mi, bak, ben de seviyorum faslından. Oysa şarkıların arkasına sığınmalarına gerek yok, çünkü sevmek makbul bir duygudur, dahası bir eylemdir, hatta emektir. Sevilmek ise pek edilgin kalır yanında.
Ölümünden önce otuz beş yıl (Cahit Sıtkı Tarancı geliyor akla) film yapmamayı tercih eden Metin Erksan, sinemamızın en büyük ustalarından biri ve bir düşünce adamı olarak bu çıkmaza Sevmek Zamanı (1965) ile cevap vermişti. Gerçi Erksan esas olarak Altın Ayı ödüllü Susuz Yaz ile Kartaca Film Festivali ödüllü ve bir süre yasaklı Yılanların Öcü ile tanınır ama, kendine gösterilecek salon bulamayan Sevmek Zamanı onun has hayranları için sahiden de özel bir filmdi: Genç boyacı, çalıştığı evde asılı resme âşık olur: “Meral odaya girmiş, Halil ise resme bakarken yakalanmış olmanın mahcubiyeti içinde!” Zengin kızı Meral, bu aşka tanık olunca suretinin yerini almak için mücadele etmeye başlar. “Sevilmek”i edilgenlikten kurtarmaya çalıştığı için mi? Yoo, resmini kıskanır.
Bağımsızlığını, kendine özgü duruşunu hep korumaya çalışmış bir yönetmendi.
Bu nedenle de sık sık sansürün hışmına uğradı. Filmleri sudan sebeplerle makaslandı, yasaklandı, salon bulamadı. Devletinin sık sık gadrine uğradı ama bunu hükümet düzeyinde algılamayı tercih etti. Toplumsal gerçekçilik örnekleri verdi, Kemal Tahir esinli Ulusal Sinema’nın, Halit Refiğ ile birlikte iki büyük ismi oldu. Ayşe Şasa daha sonra, o çevrede estetik özgünlüğü yakalamış tek rejisörün Erksan olduğunu söyleyecekti.
Belki de bu “estetik özgünlük” sayesinde, zamanında hiç takdir görmeyen Sevmek Zamanı, son yıllardaki pek çok soruşturmada Türk sinema tarihinin en iyi 10 filmi arasında yer alıyor. Oysa, Alp Zeki Heper’in seyirciyle buluşamamış filmi Soluk Gecenin Aşk Hikâyeleri ve Cengiz Tuncer’in Bursa’da iki gün vizyon şansı bulmuş Sevmek Seni‘si ile birlikte, “halk beğenmez” bahanesinin kurbanı olmuştu. Farkı ise, yıllar sonra da olsa TV kanallarında gösterilip sinemayı ve Erksan’ı sevenlere ulaşmış olmasıdır.
Surete karşı aşkı, tasavvufi unsurlarla anlatan Sevmek Zamanı‘nı izlemiş herkesin aklında nefis kadrajlar, müthiş siyah beyaz tablolar kalmıştır mutlaka. Filmin görüntü yönetmeni, Erksan’ın akrabası da olan Mengü Yeğin’di. Erksan, görüntü yönetmeninin dayısıdır. Film, gerek hikâyesi, gerek görüntüleriyle o dönemde de sonraları da kimsenin göze alamadığı türden çok cüretkâr bir girişimdi.
Filmlerini açıklamaktan hoşlanmayan Erksan’a göre insanın Sevmek Zamanı‘nı anlayabilmek için “Doğu ve Batı masallarını, bilhassa Doğu masallarını bilmek lazımdı…” (FOL, Mart 1996). Tunç Başaran’ın sinemaya (Piyano Piyano Bacaksız), Tunca Yönder’in TV’ye uyarladığı Evimizin İnsanları ile hatırlayacağımız Demirel’in filme katkısına da unutmayalım. Senaryolarını kendine mal etmeyi seven Erksan, bu filmde onunla çalışmıştı.
İzleyenlerin aklında kadrajlar, siyah beyaz tablolar kalmıştır, dedik. Bir de Müşfik Kenter’in yüzü elbette. Aktör, yaşı tutanların çok eskilerden, ta Kenter Kardeşler’in yazın İstanbul’a turneye gelmelerini hasretle bekledikleri yıllardan beri hayran olduğu bir aktördür. Umut veren genç bir oyuncuydu, beklentileri yanıltmayan büyük usta oldu. Sahnede sahiciydi, karakteri oynamazdı, “o” olurdu. Sırtıyla bile oynardı derler (ki doğrudur), arkası dönükken de karakterin neler hissettiğini bize anlatırdı. Sonra sinemada, televizyonda da karşımıza çıktı ama benim için daima tiyatrocu olarak kalacak. Kuralları sevmezdi, cazibesi biraz da buradan gelirdi. Ne var ki, avare ruhunu dizginlemiş, oyunculuğuna engel olmasına izin vermemiştir.
Erksan’ın hiçbir zaman fetiş oyuncuları olmadı. Belki de bu sayede çok sağlam castingler yapmıştır. Hülya Koçyiğit’e çok genç yaşta Susuz Yaz‘da başrol vermiş, Sevmek Zamanı‘nda âşık olunan suretin sahibi Meral için de genç tiyatrocu Sema Özcan’ı seçmişti.
Filmin bir başka unutulmaz kişisi de, Halil’in ustası Derviş Mustafa rolündeki Fadıl Garan’dır. Kıskanç sosyetik sevgili Başar’ı, o unutulmaz atların yaratıcısı, ressam/hoca Süleyman (Saim) Tekcan oynar.
Peki ya gölü unutmak mümkün mü?
Usul usul kürek çeken Halil, kayıkta manken ile Meral’in büyük fotoğrafı… Sonra Meral nikâhtan kaçıp gelir, arkasından elinde tüfeğiyle Başar zuhur eder: “Terk edilen Başar (Süleyman Saim Tekcan) Meral’i takip etmiş, uzun namlulu ve dürbünlü tüfeğinin ucunda Halil var. Bir yanda kıskançlık, bir yanda vicdanı…”
Halil haklıdır aslında: Surete duyulan aşk daha sorunsuz, daha güçlü ve yoğun oluyor.
Metin Erksan
Erksan, yirmi üç yaşında sinemaya girer girmez sansürle karşılaşmış, tepkisini iki belgeselle göstermişti. 1954’ten 1982’ye kadar önemli filmler yaptı. Çakıcı Mehmet Efe’nin hikâyesini anlatan Dokuz Dağın Efesi (1958), sıradışı polisiye Gecelerin Ötesi (1960), çarpıcı bir aşk filmi olan melodramı Acı Hayat (1962), Fakir Baykurt’tan uyarladığı, Kartaca Film Festivali ödüllü Yılanların Öcü (1962), devlet ve Türk sineması ilişkilerini gündeme getirdiğini söylediği Susuz Yaz (1963), 1965 Milano Film Festivali’nde “En İyi Sosyal İçerikli Film” ödülünü alan Suçlular Aramızda (1964) ile saplantılı tutku hikâyesiyle çok ilgi çeken Kuyu (1968) onun hem bağımsız filmler hem de Yeşilçam’ın kalıbı içinde kendine mahsus işler yaptığının kanıtlarıdır.
Bu yazı, Pulbiber derginin Ağustos 2016 sayısında yayımlanmıştır.