Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar’ın İlk Tanıtımı Yayınlandı
Palyaço Z- Kardeş Ülke Azerbaycan’dan Bir Sahneleme
Ankara’dan Konya’ya Türkiye’den ve Türki Cumhuriyetleri’nden katılımın olduğu ve birçok oyunun yer aldığı “Bin Nefes Bir Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler Festivali” ne doğru gidiyorum heyecanla… Neden mi? Çok sevdiğim Rumen-Fransız oyun yazarı Matei Visniec’in Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor-Palyaço Z adlı oyunu bu festivalde kardeş ülke Azerbaycan tarafından yorumlanmış. Azerbaycan Devlet Yuğ Tiyatrosu’nun farklı ve çarpıcı yorumuna tanık olduğumuz bu oyun, 2020 yılında Azerbaycan’da sahnelenmeye başlanmış. Oyunun yönetmeni Mikayil Mikayilov, oyuncular Natevan Qeybullazade, Zümrüd Qasımova, Terane Ocakverdiyeva.
Konya Devlet Tiyatrosu salonunda Palyaço Z adlı oyunu seyretmek için salona girdik. İlk defa bir Azeri topluluk oyunu seyredeceğim için çok heyecanlıydım. Sahneye dair ilk olarak, sahnenin yoğun mavi bir ışıkla kaplı olduğunu ve bir sirk dekorundan oluştuğunu söylemek yerinde olacak. Bunun yanı sıra, yan yana dizilmiş üç beyaz sandalye sahnede. Bir kapının üzerine tebeşirle çizilmiş yüzü olmayan bir kafa var, saçları olan, o bende merak uyandırıyor. Ancak oyunun can alıcı noktası orada gerçekleşmiyor.
Oyun başladıktan sonra ışıklar rengarenk ve sürekli olarak değişiyor, maviden kırmızıya, sarıdan yeşile… Bavulla sarı kravatlı bir palyaço geliyor sahneye ilk olarak, çıkıyor, bir diğeri yeşil kravatlı olan geliyor. Sarı kravat, sarı converse ayakkabılı; yeşil kravatlı, yeşil converse ayakkabılı; kırmızı kravatlı, kırmızı converse ayakkabılı üç palyaço var. Eldivenleri ve bavulları da aynı renkte. Palyaço suratları turuncu saçla kaplı aynı zamanda. Stephen King’in “O” – “It” kitabından uyarlanan filmdeki palyaço görüntüsü geliyor aklıma. Hemen siliyorum, yoksa o görsel aklımdan çıkmıyor, oyuna konsantre olmamı etkiliyor. Ancak Visniec’in niyeti palyaçoyu korkunç göstermek değil, tam tersine… Fellini’nin Palyaçolar adlı filminden esinlenerek bu oyunu yazmış ve aslında kendisi sirk palyaçolarını çok sevdiğini söylemiş… Ona göre, palyaço eğlendirir, bir ayna gibidir aynı zamanda. İlk bakışta o uzun ayakkabılı palyaço ve uzun çizgili pantolonlu palyaço imajının olmadığını görüyoruz, yönetmenin farklı bir yorumu var burada. Bu farklı palyaçoları beğeniyorum. “Yaşlı bir palyaço aranıyor” ilanına başvuran üç palyaço karşımıza çıkıyor. Visniec’in metninden farklı olarak oyunun tanıtımında da yer alan bir detay dikkatimizi çekiyor: üç palyaço rolünü burada üç kadın oynuyor. Üç palyaço yaşlı ve tecrübeli olduklarını göstermeye çalışıyorlar ki rolü kapabilsinler. Visniec, rumence kaleme aldığı daha sonra fransızcaya çevirdiği bu oyunu Soğuk Savaş Dönemi’nde Romanya’da sanatçıların dışlandığı zamanı düşünerek yazmış. Oyundaki bavullar sanatçıların gidecek yerinin olmadığı, hiçbir yerden kabul alamadığı o dönemi çağrıştırıyor sanki bizlere… Kapı kapı dolaşan ama bir türlü sahiplenilemeyen sanatçıları görüyoruz.
Oyun azerice, üst yazı yok, ancak çoğu konuşma net bir şekilde anlaşılıyor, bazen anlayamadığımız, yakalayamadığımız şeyler oldu tabi ki… Bazı cümleler, kelimeler o kadar hoş ki, bizim de kullandığımız ama farklı olarak söylenen cümleler, kelimeler insanda tebessüm uyandırıyor. “Teessüfler olsun, yaşıl (yeşil), gazet, edalet” gibi bize de yakın olan kelimelerin söylenişteki farklılığı çok hoşumuza gidiyor.
Oyun bitiminden sonra, Visniec’in bu oyununa dair başka sahnelemelere göz attığımda, Yuş Tiyatrosu’ndan farklı olarak, oyunun müziksiz-bazen daha az müzikli- ve daha ağır bir havada geçtiğini gördüm. Bu oyunda ise valsler, hareket, canlılık, Baba filminden bir parça; Cirque du Soleil’den bir iki şarkı oyunun can alıcı noktalarında karşımıza çıkıyor. Oyun oldukça dinamik, yaklaşık 90 dakika süren bu oyunda üç oyuncunun -Sarı palyaço diğerlerine göre daha çevik olsa da-, işi kapmadaki mücadelesini görüyoruz. Yeşil ve kırmızının tartışması bize Karagöz Hacivat tartışmasını anımsatıyor adeta. “Tüküreyim senin gençliğine”/ “Tüküreyim senin ahmaklığına” diyerek birbirleriyle atışıyorlar. Sarı, kırmızı ve yeşile iğrenç haşaratlar diye sesleniyor. Üçü de birbirini hiç sevmiyor aslında; ama işi almak en büyük dertleri. Oyunda yönetmenin bir diğer yorumu ise, Visniec’in metninde Filippo, Niccolo ve Peppino ismindeyken burada birbirlerine sarı, kırmızı ve yeşil (yaşıl) diye hitap ettiklerini görüyoruz. Absürd olan bu metni yönetmen daha absürd bir hale getiriyor, palyaçoları isimsizleştirerek kim ve ne olduklarına dair bilgi vermeyerek… Bir bakıma Beckett, Ionesco çağrıştırıyor bize.
“Temaşa karnını tutana kadar gülmeli!” diyor sarı palyaço. Yeşil ve kırmızı, sarıyı sirkten kovmaya çalışıyorlar, bunun sebebi de diğer ikisine göre daha bilgili, daha entelektüel olmaları. Sarının isteği kendi deyimiyle aktör-clown olmak. Shakespeare’in Kral Lear’ından bir tirad okuyarak monolog yaptığını söylüyor. Bir oyun içinde oyun teması çıkıyor burada karşımıza. Diğer iki palyaço anlayamıyor onu. Deneyim mi gençlik mi önemli diye sorgulanıyor oyunda. Neden yaşlı bir palyaço arandığını bilemiyoruz, ancak burada yaşlılığını ön plana çıkarmaya çalışan üç kadın palyaço görüyoruz. Bir yandan halter kaldırma eylemini görüyoruz, zorlanıyorlarmış gibi yapıyorlar; bir yandan da sanki yaşlı palyaço değil de genç palyaço olarak sirke katılacaklarmış gibi dans ediyor, müzik enstrümanı çalıyorlar. Ve “özsenet” dediği “özsanatı” nı konuşturmak istiyor sarı palyaço. İşin sırrı da burada diyor. İşin sırrı sanatını icra edebilmekte. Sarının derdi bu.
Oyunun dinamiklerinden biri ışıksa, diğeri de üç sandalyenin sürekli olarak bir yerden bir yere taşınması. Yeşil ve kırmızının bavulundan boks eldiveni çıkarken, sarı nefes nefese kalıp öleceği zaman bavulunda bir nefes bulunacağını söylüyor; yeşil ve kırmızıdan kendi bavulunu açmasını istiyor sarı; bavulu açtıklarında ise şişirilmemiş bir sürü renk renk balon buluyorlar. Bir yandan da akşam 18.00 de gelecek olan seyirci için hazırlanıyorlar. Ancak sarıya sürekli “suyu ısınmış” muamelesi göstererek sarıyı öldürmek istiyor yeşil ve kırmızı. Önce öldürdüklerini sanıp üzülüyorlar; daha sonra ölmediğini görünce, gerçekten boğarak öldürüyorlar, bu sefer üzüntü yok. Halbuki sarı, ilk öldürme hareketinde ölmediğinde onlara aktörlük sanatının inceliğini gösterdiğini söylüyor. Aktörün sahnede mucizeler yaratması gerektiğini vurguluyor. En önemli rakipleri gitmiş oluyor; yeşil olan kendini hep birini görmek ve göstermek istiyor çünkü. Kırmızı ise ikinciliği elde ettiğini düşünüyor.
Oyun bu şekilde sona eriyor. Yönetmen her ne kadar Visniec’in metninden farklı bir yorumda bulunsa da bunu başarılı bir şekilde gerçekleştiriyor. Kendi yorumu var yönetmenin. Yer yer Azerice söyleyişlerle de zenginleştiriyor oyunu. Dilde kullanılan taşlamalar, özdeyişler de çok güzel bir şekilde işlenmiş. Oyunu izleyebilme fırsatına sahip olduğum için çok şanslı hissediyorum. Oyun bitiminde festival gösterimi tüm hızıyla devam ediyordu. Farklı bir Azeri topluluğun dans gösterisine katılmış olduk. Oldukça keyifli bir akşam geçirdim. Ne mutlu bana ☺