Romantik Komedide Bıkkınlık Devri

 Romantik Komedide Bıkkınlık Devri

Bu yazı Episode Dergi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

Yazı: Suzan Avcı

Bu yazının başına gerçekten büyük bir iç sıkıntısıyla oturdum. Maksadım bu yaz tv ekranlarında yayına giren birkaç romantik komediyle ilgili ayrıntılı değerlendirme yazmaktı ama hikayeleri, karakterleri, sahneleri, oyuncuları, yönetmenlikleri ve dahi stylingleri bile birbirinden ayıramadığım işler olduğunu görünce dedim ki ne gerek var! Koy hepsini aynı kefeye! 

Yani aklım almıyor! Her kanal nasıl aynı şekillerde sipariş vermiş olabilir? Ya da nasıl her yapım şirketi aynı şekillerde geliştirmiş olabilir? Tamam anladık yaz işi hafif olur, tatlı olur, minnoş olur, yaz aşkı gibi olur… Peki. Ama birbirine bire bir benzeyerek mi olur? Birinin diğerinden farkı olmaz mı? 

Olmazsa neden olmaz? Sebep nedir? Kafamda sürekli kocaman bir ‘Niye?!’ yankılanıp duruyor. 

Romantik komedi nedir diye sorası geliyor insanın. Genç bir kadın ve genç bir erkeğin sürekli didişerek aşık olmaya başlaması mıdır? Ortada mutlaka bir iddia mı olmak zorundadır? Habire bu iki insanı birbirine mecbur bırakan bir aşk oyunu mu tertip edilmelidir? Gelişmekte olan bir ilişkinin önüne muhakkak bu aşk oyunundan ileri gelen engeller mi çıkarılmalıdır?

İlla ki aşkın sınandığı yer yalan mı olmalıdır? Aşkın yalana, ihanete galebe çalacak kadar güçlü olduğu anlatısından artık yazana, çekene, izleyene ikrah gelmemiş midir, Allah aşkına!

Romantik komedi türünü çok seven ve iyisine denk geldiğimde tekrar tekrar izleyen biriyim. İnsanın içinde tatlı bir kalp sızısı, biraz umut, hoş bir melankoli yaratan kurgular benim için su kadar, ekmek kadar gerekli. Ama yok mu kardeşim bunun iyisi, güzeli? Yok mu çocuğa anlatılır gibi anlatılmayanı? 

Melodramdan başka ne bekliyordun denebilir, lakin melodram hayatımıza yerleşmiş klasik anlatı şekillerinden biri. Biz nasıl gelişip, değişip, dönüşüyorsak melodram da bize ayak uyduracak sağlamlıkta ve esneklikte bir yapıya sahip. İş bu bakış açısına sahip olmakta! Hala, halkımız 30 iq’ya sahip o yüzden böyle anlatalım, diyen karar vericilerin pek tabii ki öyküleme şekillerinin yarattığı imkanları görmesini beklemiyorum. 

Çünkü bu imkanları görebilmek için, hikaye anlatıcılığının özünü kavramak gerekiyor. Özünü kavramak için insanı anlama çabası gerekiyor. İnsanı anlama çabası için bir gözün muhakkak toplumda olması gerekiyor. Bir gözün toplumda olması için ise dünyayı idrak etme gibi bir heves gerekiyor. Ama yerli dizi sektöründeki karar vericilerin birçoğunda bunların hiçbiri yok desem yeridir. 

Aşkın, ilişkilerin, flörtlerin doğasını etkileyen şeyler nelerdir? Toplum hayatı, ekonomik dengeler, siyasi gelişmeler, toplumsal cinsiyet tartışmaları… Bunların romantik ilişkilere yansıması nasıldır? 2021 yılında bir romantik komedi üretecek olsak nasıl bir çerçevesi olur? Aman kafamızı yormayalım! Başrollerini Türkan Şoray ve Ediz Hun’un oynadığı Tatlı Meleğim filmini önümüze koyalım, evirip çevirip aynı şekilde çekelim yazalım! 

Kanal D ekranlarındaki ‘Baht Oyunu’ mesela! Romantik komedi yazmak Erkan Birgören’e kalmış. Vah vah bize! Adını coğrafi şekillerden, doğa olaylarından almayan başrol isimleri görmek istiyorum artık! Güzel kızın adı ‘Ada’, yakışıklı çocuğun adı ‘Bora’… Bak bak! Orijinalliği kes! Senaristler başka türlü başrol isimleri koyamıyor, anladım ben. 

Yok efendim yakışıklı çocuk patronmuş da güzel kız asistanmış da… Bıkmadınız güya janjanlı beyaz yaka hayatı sunmaktan be. Ofis, plaza işlerini sükseli göstermeyi dünya sineması 2012 civarı falan bıraktı, haberiniz yoksa söyleyeyim. Bilgisayar başında, cicili kıyafetlerle yapılan işlerin yaldızı döküleli epey oldu. Siz hala buralardan romantizm sağmaya uğraşıyorsunuz. 

Hayır madem buralardan romantizm sağma peşindesiniz, bari biraz gerçekle çeşitlendirin ortamı. Personelden biri izin almak istesin ama yöneticisi vermesin ya da ne bileyim diğerinde meslek hastalığı çıksın, ötekinin sigortası tam yatmıyor olsun falan… Ada, Bora Bey’i kıskandı mı? Bora Bey, Ada’ya gözünün ucuyla baktı mı? Ayh! Yok mu bu karakterlerin başka derdi!

Kaşları sürekli yukarı taranmış, butikten az önce zincirlerini koparıp kaçmış gibi görünen kızlarla, prestijli erkek giyim markalarını sponsor aldığı için sürekli jilet gibi giyinen ve yaptıkları vücut geliştirme yüzünden bedenleri bir örnek olan kasıntı adamların arasında tesis edilen ani yakınlaşma sahnelerinden gına geldi!

İzlediğim neredeyse her dizide aynı! Mesela Ada Masalı! Poyraz, Haziran’a kalabalık yoldan geçen motor çarpmasın diye belinden tutup kendine çeker. Bir an dudak dudağa kalırlar. Oy oy! Çözümlenmemiş cinsel gerilim anını kes! İki kişi arasındaki beden çekimi sadece bu tarz anlara bağlıdır bilirsiniz. Başka türlü olmaz! Çünkü olması mümkün değildir! 

Var mı aranızda öyle habire birileriyle dudak dudağa kaldığı için aşık olan? Varsa lütfen bana ulaşsın.

Bir zamanlar kadınla erkeğin birbirine dokunması, yan yana olması bile dünya için bir meseleydi. Ama şimdi her şeyin fazlasıyla açık, ortada yaşandığı bir çağdan geçiyoruz. O yüzden diyebilirim ki yazdığınız güya bu tensel çekim anları, inanın hiçbir anlam ifade etmiyor! İlişkilerdeki cinsel gerilimin nasıl şekil değiştirdiğini de mi bilmiyorsunuz yahu? Pes!

Mesela Kazara Aşk! Canımız babaların gözüne girmek için onların istediği tiplerle evcilik oyunu oynama kurgusu çekse, açarız Keremcem’le Yasemin Ergene’nin oynadığı dillere destan ‘Aşk Oyunu’nu izleriz. Hem süresi daha kısa hem espriler daha orijinal. Sürekli ebeveynlerine yalan söyleyerek ortalığı birbirine katan, sonra da aman yalanlarım ortaya çıkarsa mahvolurum diye bağırarak telaşa kapılan, kafa şişiren karakterlerden hangimize sıkıntı basmadı ki?

Mesela Aşkın Tarifi! Samimi, halktan, patavatsız ama delikanlı bir adamla hesapçı, zengin, vitrin düşkünü, sevmeyi bilmeyen bir adam arasında kalan genç kadının maceraları! Vay be! Çok mu düşündünüz bu çatışmayı kurarken arkadaşlar? Vallahi kırk yıl düşünsem böyle bir hikaye aklıma gelmezdi. Hem de raftan bir şey alırken birbirinin kucağına düşme içeren sahnelerle falan yani… 

Herhalde biz milletçe aşktır, flörttür, ilişkidir bunlar ne demek unutmuşuz. Ya da dizi sektörü unutmuş. Öyleyse haber etsinler vatandaş, hayat akışıyla ilgili eğitime alsın sektörü. 

Bunların arasında sadece Cam Tavanlar, konusunun orijinalliğiyle aradan sıyrıldı. İş hayatındaki konumu, erkek yöneticiler tarafından gasp edilen bir kadının mücadelesini anlatan dizi başlarda beni çok heyecanlandırmıştı ama orada da maalesef dağ fare doğurdu. Senaryo teknik hatalarla dolu olduğundan, seyirciyi ekran başında tutmayı başaramadı. Zira hikayedeki  çatışmayla ve tutarlılıkla ilgili sorunlar hissedilmeyecek gibi değil. 

Çok söylendim biliyorum ama bu sezon yayına giren romantik komedileri izleyince, kendimi hakarete uğramış gibi hissettim. Seyirci olarak ciddiye alındığımız ve aptal yerine konmadığımız zamanlar görmek umarım bir gün mümkün olur.  

Editör

Aralık 2016'da yayın hayatına başladı. Spinoff'u, prequel'i, sequel'i, remake'i, eşi benzeri muadili olmayan, Türkiye'nin tek DİZİ KÜLTÜRÜ dergisi ve web platformu...

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir