Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Röportaj: Başarılı Oyuncu Ebru Özkan Saban – Yoldaş Özdemir
Hanımın Çiftliği, Paramparça ve Hekimoğlu gibi kült dizilerde izlediğimiz Ebru Özkan Saban, Disney+’ın yeni orijinal dizisi Ben Gri’de Hülya karakterini canlandırıyor. Ebru Özkan Saban’la Ben Gri’yi, koşullar nedeniyle grileşen karakterlerden biri olan Hülya’yı konuştuk.
Disney+’ta yayına giren yeni işiniz Ben Gri ile başlamak istiyorum. Proje dosyasını, senaryoyu ilk okuduğunuzda sizi en çok ne etkiledi, kabul etme nedenleriniz neydi Ben Gri’yi?
Elbette hikâye, hikâyeyi sevmem bu projeye beni yakınlaştırdı çünkü aksiyon ve dramanın bir arada bu kadar iyi örülmüş olması beni heyecanlandırdı ve yer almak istedim bu projenin içinde. Projeye yakınlaştıran diğer sebeplerden biri Timuçin Esen’le tekrar bir arada olmamız; bu da önemli bir etken oldu benim için. Timuçin Esen’le çalışmayı çok severim. Durul ve Yağmur Taylan’la da bu proje vesilesiyle yollarımız kesişti. İyi de oldu. Keyifli bir set süreciydi.
Ben Gri’de Hülya karakterine can veriyorsunuz. Hülya ve Fuat’ın “normal” bir hayatı varken kızlarının başına gelen kötü bir olay nedeniyle hayatları altüst oluyor. Dizi bence adalet, bireyin suça yakınlığı-uzaklığı, mağdur ve mağdur yakınlarının adaleti ararkenki çıkışsızlıkları gibi kavramları tartışırken içinde bulunduğumuz yüzyılda teknolojik gelişmeler nedeniyle cep telefonları, kameralar, bilgisayarların hayatımızı nasıl belirlediğine dair de bir şeyler söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz Ben Gri’nin tartıştığı kavramlarla ilgili?
Öncelikle Ben Gri’nin yakın markaja aldığı adalet kavramı üzerine konuşmak gerekirse her insanın içinde bir grinin olduğunu görüyoruz. Daha doğrusu içindeki gri, zor zamanlarda çaresizlikten ortaya çıkıyor. Herhangi bir insanın başına gelebilecek bir olayı ve bunun sonucunda karakterin nelere katlandığını, nasıl bir yol izlediğini görüyoruz. Bunun doğruluğunu ve yanlışlığını kendi içimizde tartışacağız diziyi izlediğimizde. Evet, dijital bir çağda yaşıyoruz ve bu dijital çağın içinde analog takılmak gerçekten çok zor, ki ben öyle biriyim. Ucundan kıyısından bulaşmak zorundasınız. Yeni nesil zaten bu dijital çağın içine doğuyor, onları uzak tutmak imkânsız, dolayısıyla çağımızın yeniliklerine ayak uydurmak zorundayız. Yoksa beraber ilerlememiz çok zor.
Teknolojik gelişmeler sayesinde hayatımız kolaylaştı ama bazen de bu gelişmelerin sonucu olarak kâbusa dönebiliyor hayatımız. Tanımadığımız insanlar tarafından takip edilebiliyoruz, kişisel bilgilerimize kolay ulaşılabiliyor hatta bazen nerede ne yaptığımızı kendimiz gösteriyoruz zaten. Bu anlamda bugün ve gelecek sizi korkutuyor mu?
Bu teknolojik gelişmeler aslında insanlığın sürekli ileriye adım atabilmesi, daha fazla ilerleyebilmesi ve hayatı kolaylaştırabilmesi için gerekli adımlar ama bütün bu teknolojik gelişmeler özellikle dijital dünyada iyiye kullanılırsa iyi sonuçlar, kötüye kullanılırsa korkunç sonuçlar doğurabilir. Bunun için çok dikkatli ilerlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü teknolojide ilerleyiş insanoğlunun daha sağlıklı bir geleceğe ulaşması, hayatımızı kolaylaştırması için var. Bizim bunları nasıl kullandığımız, hangi amaca yönelik kullandığımız önem taşıyor diye düşünüyorum. Ve izlenmek suçlular için kesinlikle gerekli ama masum insanlar ve onların hayatlarını markaja almak hiç de hoş değil. Sürekli izleniyor olma duygusu çok sağlıklı bulduğum bir duygu değil; tabii ki bunu unutarak yaşıyoruz ve yaşamak zorundayız. Onun dışında adaleti sağlamak için bu tarz teknolojilerin kullanılmasını elbette destekliyorum.
Ben Gri’de kuralcı bir avukat olan Fuat’ın, mağdur yakını olduğunda karanlık tarafa geçebildiğini gördük. İlk iki bölümde Hülya’yı korumacı, kuralcı bir anne ve eş olarak izliyoruz. Sanıyorum sonraki bölümlerde aksiyon ve iç içe geçen olaylar arttıkça Hülya’nın da karanlık tarafa geçebildiğini göreceğiz. İnsanların salt beyaz ya da siyah olmadığından da yola çıkıyor burada dizi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Hülya karakterinin geçmişiyle ilgili problemleri var; yani geçmişinden taşıdığı birtakım sırlar onun üzerinde ve yüreğinde sıkışmışlık duygusu yaratıyor. Ve Hülya bunu hasır altı edip unutmaya çalışsa da unutamamış bir kadın, dolayısıyla bu yükle yaşamak bir insan için oldukça zor. Sırları oldukça ağır ve Hülya bunun ötesinde tamamen ailesine yönelmiş ve onları korumaya çalışan, bir kız çocuğuna sahip olmanın getirdiği hassasiyetlere sahip biri. Olayların ilerleyişi esnasında elbette o da değişime uğrayacak ve uğruyor. Bu değişim onun içindeki grinin de çıkmasına sebep oluyor, diğer karakterler gibi Hülya’da da bunu yakından görüyoruz. Fakat elinde olmayan bu ilerleyiş bu kadar kuralcı birinin bir anda belirsizliğin içine doğru sürüklenmesi, bir anlamda pasifleşmesine ve kontrolü kaybetmesine sebep olacak. Dolayısıyla bu yönlendirmenin sonucu nereye varacak hep beraber göreceğiz.
Hekimoğlu dizisi çok sevildi, izleyicilere göre ekrana erken veda etti. Ve dizi final yaptığından beri izleyiciler sizi ve Timuçin Esen’i yeni bir projede birlikte görmek istiyorlardı. Bu açıdan da merakla bekleniyor Ben Gri. Aynı partnerle yeni bir işte bir araya gelmek işleri biraz daha kolaylaştırıyor mu? Hekimoğlu’nda çok uyumluydunuz çünkü.
Tabii ki, Timuçin’le tekrar çalışmamızın büyük avantajları var, daha önce iki yıla yakın birlikte çalıştık ve oldukça keyifli zamanlar geçirdik, güzel bir çalışma biçimimiz vardı. Timuçin’le çalışmayı severim. Aynı partnerle yeni bir işte çalışırken daha kolay akışta buluyorsunuz kendinizi. Birbirinizi tanımak, yeniden o dili anlamaya çalışmak yerine, projeye daha sıkı ve daha erken odaklanıyorsunuz açıkçası. Bizim de öyle oldu. Bu anlamda şanslıyız, kendi adıma şanslıyım yani.
Taylan Biraderler ile ilk çalışmanız sanırım. Tür sineması konusunda iyi yönetmenler, kültleşmiş bazı dizileri de onlar çekti ülkemizde. Ben Gri, bence onların da tür işlerine tekrar dönmelerini sağlayan önemli bir iş. Mekânlar, kamera açıları, kullanılan renkler, müzikler çok iyi görünüyor. Set sizin için nasıl geçti? Taylanlarla çalışmak nasıldı?
Yağmur ve Durul’la çalışmak çok güzeldi, verimliydi çünkü her sahne öncesi mutlaka bir toplantımız olurdu, konuşmalar gerçekleşirdi, önce bizim fikirlerimiz sorulur ve kendi fikirlerini beyan ettikten sonra ortaklaşa bir kararla sahneye girerdik. Dolayısıyla bu çalışma sistemi bize de uydu ve uyumlu bir şekilde ilerledik. Sürekli beyin fırtınası yaptığımız için projeye katkısı oldu. Güzel geçti set, onlarla çalışmak çok keyifliydi.
TV’de yıllardır önemli kanallar ve yapımcılarla çalıştınız ancak Disney+’la ilk çalışmanız. Öncelikle dijital platform için hazırlanan bir dizide, makul sürelerde anlatılan bir hikâyede yer almak bir oyuncu olarak size nasıl hissettirdi?
Dijital platform işlerinin en büyük avantajı elbette makul saatlerde, makul zamanlarda çalışıyor olmanız. Bu, performansınızı da artırıyor. Hikâyenin bütününe çok önceden sahip olmanız ve bu anlamda da bir sinema filmi tadında ilerlemeniz büyük avantaj.
Ben Gri, Türkiye’yle aynı anda dünyada da yayında olacak. Yurtdışındaki izleyicilerinizden nasıl tepkiler bekliyorsunuz?
Dünyada aynı anda girmesi tabii ki heyecan verici. Biz projemizi çok inanarak ve severek çektik. Bunu yansıtabildiğimize inanıyorum. İzleyicilerimizin de bunu görmesi, bizimle aynı duyguyu, aynı heyecanı paylaşabilmesi mutlu eder açıkçası. Ve öyle olacağını düşünüyorum.
Hanımın Çiftliği, Paramparça, Hekimoğlu gibi uzun soluklu TV dizilerinde başrollerde yer aldınız. Şimdi de Ben Bu Cihana Sığmazam dizisinde yer alıyorsunuz. Hatta bu sene Mipcom fuarına da katıldınız. Yerli dizilerin yurtdışındaki etkisi üzerine neler söylersiniz, neler gözlemlediniz bir oyuncu ve sektör profesyoneli olarak fuarda?
Dünyanın her yerinden gelen projeler ve onları temsil eden insanların birbiriyle tanışması, kaynaşması ve aynı zamanda projelerin satışı için düzenlenen bir fuarda yer almak güzel bir deneyimdi. Bizim de kendi ülkemizden projelerimizle orada bulunmak ve bunu tanıtma şansını yakalamak mutluluk verici.
İyi hikâyelere, güçlü prodüksiyonlara sahibiz ancak özellikle TV’de hikâyelerin tek tipleşmesi sorunu da yaşadığımızı düşünüyorum bir izleyici olarak. Tabii sansür ve otosansür mekanizmalarının normalleştirilmesi de etkili oldu bu süreçte. Bu noktada global ve yerli dijital platformlardan beklentiler yüksekti. Oyuncular da daha farklı projelerde özgürce yer alacaklarına inanıyordu. Sizce nasıl gidiyor dijital platformlar, yerli dizilerde özgün ve özgür hikâyeler anlatmak için yeni bir umut olabilir mi?
Aslında televizyonda da özgün hikâyeler sunuluyor, yazılıyor, çekiliyor ve oynuyoruz. Sadece söylediğiniz gibi belirli bir çerçeve içinde olma zorunluluğu çıkıyor karşımıza. Reyting kaygısı bunun ana sebeplerinden biri. Dijital platformlarda bu tür kaygılar yaşanmadığı için televizyon projelerinin yanında özgürlükçü kalıyor. Hayal gücünün daha çok ortaya çıkarıldığı, fantastik, ütopik öğelerin yer aldığı hikâyeler dijital platformlarda yer bulabiliyor. Seyirci için de alternatif bir mecraya dönüşüyor dolayısıyla. Bu oyuncu, yönetmen, senarist, yapımcı kadar seyirci için de avantajlı bir durum.
Önümüzdeki yıllarda kamera arkasına dair hedefleriniz var mı? Belki kendi senaryonuzu yazmak, yönetmek ya da yapım tarafında yer almak gibi…
Hayat ne gösterir bilmiyoruz. Şu anda oynamaktan keyif alıyorum. Ama ileride ne yapmak isterim, bilmiyorum. Çünkü ben dünkü ben değilim. Yarın bugünkü ben olmayacağım. Dolayısıyla sürprizlere açığım. Sürprizleri seviyorum. Değişimi ve gelişimi seviyorum. Niçin olmasın? İleride başka bir şeye yönelmek isteyebilirim.
Bu röportaj, Episode’un 45.sayısında yayımlanmıştır.