Röportaj: ‘Ben Bu Boşluğu Nasıl’ Dizisinin Başarılı Oyuncusu Merve Nur Bengi
Merve Nur Bengi ile Ben Bu Boşluğu Nasıl dizisinin izleme etkinliğinde tanışmıştım. Farklı enerjisiyle dikkat çekiyordu. Diziyi izledikten sonra Derin karakterini ondan başkası canlandıramazmış diye düşündüm. Şimdilerde Yüz Yıllık Mucize dizisinde de izlediğimiz Merve Nur Bengi’yle buluştuk, Ben Bu Boşluğu Nasıl dizisini ve Derin karakterini, oyunculuğa yaklaşımını, hedeflerini konuştuk.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunusunuz. Biraz tiyatro hakkında konuşalım. Nasıl başladı tiyatro serüveniniz?
Evet, İzmir gibi bir şehirde üniversite okuma fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Lise ve ortaokulu da İzmir’de okudum. Eğitim hayatım boyunca yapılan bütün müzik, dans ve tiyatro etkinliklerinde yer aldım. Hocalar provalarım için derste olmamama izin verirlerdi, öylesine belliydi aslında hep yolum. Müzikal bölümüne hazırlanıyordum ki hocalarımdan biri, türlere ayrılmaksızın oyuncunun eğitim hayatı içinde hem müzik hem dans hem de oyunculuk eğitimi aldığından söz etti. Tabii ki aradığım her şeyi barındıran bölümde okuyacaktım. Hazırlıklar başladı ve oyunculuk bölümünü kazandım. Oyunculuk okuma fırsatı bulan herkes aslında sonradan bir spor takımına dahil edildiğini anlar. Oyuncu deneyim kazandıkça hüner kazanır gibi geliyor bana. Oyunculuk eğitimi de kesinlikle seni karşındaki kişiyle, zoraki de olsa, iletişim kurmaya iter. Defalarca maç kazanır, defalarca kaybedersiniz, giderek iletişim kurmak kendini ve başkasını yansılamak hakkında sonsuz şeyler öğrenirsiniz. Tiyatro bence bu histen doğuyor.
Tiyatroyla ilgili projeleriniz var mı yakın süreçte? Sahnede olmak istiyor musunuz?
Sahnede olmayı çok özledim. Bu sıralar çok sık, sahneye konulabilir mi niyetiyle oyun okuyorum. Şimdilerde bir sınıf arkadaşımla bir tiyatro oyunu çıkarmak var aklımızda. Ödenekler, sahneler araştırması içindeyken aslında çok kolay olmadığını görüyoruz ülke ekonomimiz gereği. Tiyatrolar büyük özverilerle işliyor. Ama seyirciyle kurduğum teması çok özlüyorum. Sahne, ışık ve bir sürü kalbin canlı attığı o büyük deneyimi hep hayatımda tutacağım
BluTV’de Ben Bu Boşluğu Nasıl dizisinde yer aldınız. Geçen Yaz ve Öğrenci Evi gibi yapımlarda rol aldığınız için dijital platformun avantajlarını ve dezavantajlarını daha rahat konuşabiliriz. Biraz bu durumdan bahseder misiniz?
Deneyimlediğim şu ki, dijital platform dizilerinde özellikle senaryonun tamamıyla baştan itibaren muhatap olmak daha çok hoşuma gidiyor. Yolculuğunda nerelere uğramak istediğinin kararını verebiliyorsun, böylece sürprizler de daha hünerli bir yerden göğüsleniyor. Karakterin tüm öyküsünü bildiğin bir kanalda empati kuruyorsun aslında. Dezavantajı da hep tadının damağında kalması bence. Dijital platformlarda hikâye sansürü de daha esnek, bu sayede anlatılmamış hikâyeleri anlatmak, oyuncu olarak da oynama fırsatı bulmak çok eğlenceli.
Bu dizide sizi cezbeden şey ne oldu? Ben Bu Boşluğu Nasıl’ı okuduğunuzda ilk ne hissettiniz? Sizce bu işin farkı ne?
İlginç ve farklı bir senaryonun söylentileri dolaşıyordu ve elime geçmesini heyecanla bekliyordum. Dramatik bir yapıda ölü bir babayla konuşmaya devam etme hali başlı başına çok ilgi çekiciydi. Kapanmamış defterlerin kapatılmaya çalışılmasıyla herkes özdeşlik kurar gibi geliyor bana. Filtresiz hayatı gözler önüne seren bu senaryo, bana ve bence seven herkese filtresiz hissedebilme nefesi verdirdi. Senaryonun ilk okuması bittiğinde ben masada şarıl şarıl ağlıyordum. Kalkıp sarıldık sadece. O gün Orkun ve Merve, tahtaya Derin’i bulduk yazmış…
Yas süreci herkes için farklı işliyor, toplumsal olarak da geleneklere bağlı ilerliyor. Hem Derin’in süreci hem de kendi deneyimleriniz üzerinden bu sürece dair neler söylersiniz?
Çok gariptir ki bu projeye dokunan herkesin bir kaybın yas süreciyle bağı vardı. Öyle bir enerjiyle çekiliyordu sahneler. Filtresiz hissedebilme özgürlüğü, dediğim gibi. Ölüm ve onu algılama biçimlerimiz genelde kültüre dayalı bir norm aralığında yaşanmak zorunda bırakılıyor. Ama insan olmanın normları da ortak, kim olursan ol. O nedenle dile gelmeyen ama ortak his hafızasında yaşayan bazı duygular var. Biraz onların dile gelmesine ihtiyacımız var. Şu anda her şey hıza dayalı dolayısıyla yas sürecine pek vakit yok. Tabii hayatta kalmak istiyorsan. Güne devam etmek için sırtımıza geçirdiğimiz zırhla hiçbir şey hissedemez hale geliyoruz. Beni büyüten dedemi çok yeni kaybettim. Var olanın var olmaması ne ağır. Ama hissizleşmemek için hislerimizi yaşatmak, artık belki de o olmadığı koltuğa baka baka olmadığını kabul etmek gerekir ki hava alabilelim…
Derin, genç bir yazar. Oynadığınız karakterle benzer yönleriniz var mı? Edebiyatla aranız nasıl?
Elbette var, kendini kendi gibi yaşatmaya olan olağanüstü bağımlılığı kesinlikle ortak. Ben babamla büyümedim. Edemediğim sohbetleri etmek, kuramadığım temasları kurmak benim için çok özeldi. Kendisiyle ve kitaplarıyla vakit geçirmeyi seven bir çocuk olarak edebiyatla bağım güçlüdür. Yazmayı da çok seviyorum. Roald Dahl nesline aidim kesinlikle.
Derin ekranlarda çok sık gördüğümüz bir kadın karakter değil ama bazılarımız için çok tanıdık. Diziyle ilgili yorumlarda bile Derin’in biraz ötekileştirildiğini söyleyebiliriz belki… Derin sizin için nasıl bir kadın?
Derin’in sorguları aslında hepimizin deneyimlediği bir yerde duruyor. Derin kimine göre çok daha dürtüsel. Kararları kalbiyle alıyor içgüdüleriyle bile değil, keşke biraz içgüdülerini dinlese… Verdiğimiz kayıpların açtığı boşluklara hepimiz, ben bu boşluğu nasıl, diye bakıyoruz bir süre, bazılarımız yolunu buluyor bazılarımız kayboluyor. Yorumlarda Derin’in ötekileştirildiğini fark ediyorum kesinlikle ama duygularını filtresiz yaşamak herkesin harcı değil zaten… Günün sonunda Derin kendini yaşatmış olmanın haklı gururuyla var olacak. Kendini sağaltmanın yolunu bulması büyük şansı. O da yazmak. Yazmak ve yaşamakla ilgili kurduğu bağı destekleyen babasını kaybedince aslında çok hayati bir bağı kopuyor. Ama hayatı içercesine yaşamaya programlı, o nedenle yaşamda sevinç hep bulacaktır.
Özellikle Derin’in bazı diyologlarında “sektöre” dair de eleştiriler var. Sektörün genç bir oyuncusu olarak eleştirileriniz var mı? Derin bir diyaloğunda, oyunculara âşık olunmayacağına dair bir şeyler söylüyor. Sizce de oyunculara âşık olunmaz mı?
Hahaha! Kesinlikle katılmıyorum. Oyuncular diye bir insan türü olduğuna inanmıyorum. Hissetmek ve etkilenmeye açık olmak denebilir, bu da hayatı neşeli kılıyor bence. Oyuncu olmanın altında yatan bazı ortak psikoloji ve travmalardan bahsediliyor ama bunu kendini ifade etme arzusu başlığı altında toplayabiliriz bence. O yüzden yorucu olabilir diyebilirim sadece… Şimdilerde sosyal medya dinamiklerinin devreye girmesiyle role uygunluk kriter olarak alt sıralarda yer almaya başlamıştı, şimdilerde bunun değiştiğini görüyorum aslında ama kalıcı olmasını umut ediyorum.
Sizi şu an Yüz Yıllık Mucize’de izliyoruz. Nasıl dahil oldunuz projeye? Karakterinizi bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Evet, çok heyecanlı bir iş oldu. Zerrin Tekindor, Hümeyra gibi isimlerle sahne oynamak öylesine heyecanlı ki… Adrenalin tutkunu olup çıkarsın. Yoğun bir audition sürecinin ardından projeye kabul edildim. Konakta yaşayan 8 kadınla kocaman, birbirine çok bağlı bir aileyiz. Zeren evin en yüksek öğrenim görmüş insanı. Ablasıyla onu halası büyütmüş. Babalarını kaybetmişler, anneleri ise yeri doldurulamayacak bir yara açarak onları bir adam için terk etmiş. Zeren kollayıcı, şifacı rolü edinmiş evin içinde. Kendi isteklerinin önüne koymuş ailesinin ihtiyaçlarını hep. Bu da onu hep bakım veren pozisyonuna sokmuş, doktor oluşuna dahi etkide bulunmuştur. Ablası, halasına anne diyorken o, hala der. Realisttir ama yaşatma fırsatı bulamadığı umutlu bir romantik var içinde bence.
İlk beyazperde deneyiminizi Unutursam Fısılda filmiyle yaptınız. Nasıl oldu bu filme girme süreciniz?
Unutursam Fısılda’da oynadım diye neredeyse okuldan atılıyordum. 2. sınıf rol dersini vermeden bizde herhangi bir işte yer almanız yasaktı. Bu, o kadar küçük bir roldü ki sayılmaz sandım… Meğer sayılırmış, büyük dil dökmeler sonucunda geçmiştim… Çok tesadüfiydi, üst sınıfımla seçmelere katıldık çekim İzmir’de diye, İzmirli bir cast şirketi onu çağırmıştı, ben de deneyimlemek için gitmiştim ve oldu.
Rol modelim dediğiniz bir oyuncu var mı?
Marion Cotillard, Helena Bonham Carter, Tilda Swinton gibi riskli sularda gezen oyunculara bayılıyorum. Genelde kişiyi rol modeli almak değil de hiç unutamadığım sahneler, bakışlar olabiliyor. Suspiria’da genç kızın binaya girişini Tilda’nın hissettiği an örneğin…
“Keşke çekilse ve yer alsam” dediğiniz bir roman, oynamak istediğiniz bir karakter var mı?
Tabii ki binlerce ama seçecek olsam mesela geçenlerde Tabancalı Kız diye bir çizgi roman okudum, Vesikalı Yârim’le Ağır Roman tadında harika bir kadın hikayesi. Oradaki Kader karakterini oynamayı çok isterdim.
Takip ettiğiniz diziler var mı? Episode okurlarına neler önerirsiniz?
Dizi takip etmeye bayılıyorum. Eskilerden bahsetmeden kesinlikle yeni tutkunu olduğum diziden bahsedeyim: Swarm. Heyecanla uyanmayı bekliyorum izlemek için. Beyonce göndermeli, sağlam alt metinli bir gerilim dizisi. Cabinet of Curiosities de harika bir korku-gerilim dizisi. Her bölüm başka bir hikâye, başka bir yönetmen ve her bölüm çok hünerli. Nine Perfect Strangers, Severance, Amerikan Gods kesinlikle önerim.
Sinemayla seyirci olarak aranız nasıl? Ne tür filmlerden hoşlanırsınız? Defalarca kez izlediğiniz filmler, ne çekse izlerim dediğiniz yönetmenler var mı?
İzlediğim şeylerden etkilenmeye çok açık bir yerde duruyorum hep. O nedenle hissin, sözün ulaştığı bir seyirciyim genelde. Sanırım bunun sayesinde ve yüzünden korku-gerilim izlemeyi çok seviyorum. Ti West’in Pearl ve X filmlerini izledim yeni. Birbirinin devamı değil ama bağlantısı olduğunu söyleyebiliriz. Slasher filmleri zor izliyorum diyenlerin bile zekâsına ve Mia Goth’un olağanüstü oyunculuğuna bayılacağı bir ikili. Kullanılan detaylar öylesine buluşlu ki iki filmi de ikonik kabul ediyorum. Bu arada oyuncu ve yönetmenin birlikte yürüttüğü senaryo ve proje süreçlerinin başarılı örneklerini görmek beni çok heyecanlandırıyor, ne güzel olsa gerek. Luca Guadagnino’nun yaptığı her şeyi çok merak ediyorum Bones and All kesinlikle önerim. Kurduğu atmosferi anlamak için We Are Who We Are harika bir örnek.
Bu röportaj, Episode’un 48. sayısında yayımlanmıştır.