Röportaj | Yapımcı-Yönetmen Nicole Kassell ile “Watchmen” Üzerine
HBO yapımı “Watchmen” yayınlandığı günden beri çok konuşuluyor, izleyicilerden farklı yorumlar alıyor. “Watchmen”i başyapımcı ve yönetmen Nicole Kassell ile konuştuk.*
Projeye nasıl dahil oldunuz?
İki sezon boyunca The Leftovers’ta çalıştım. Bu yüzden Damon’ı iyi tanıyordum ve sonra The Leftovers sona erdiğinde gerçekten yasını tuttum. Zordu, o aileye geri dönmemek gerçekten üzücüydü. Bu proje üzerinde çalıştığını ve bir yönetmen arayacağını biliyordum ve sonunda, “Söylemem gerek, yapmak istiyorum” yazan bir e-posta gönderdim. Birkaç olası isim daha vardı ama onunla konuştum, okudum ve ona sanatçı ve kişisel olarak çok derinden yanıt verdim.
Aslında Charlottesville, Virginia’da olanlardan sadece birkaç ay sonra senaryoyu okuyordum ve ben oralıyım, bu yüzden tüm konular aklımda dönüp duruyordu ve senaryoyu okumak şöyleydi:” Evet, karşılıklı konuşmaya bu şekilde katkıda bulunabilirim.” Bu tutkuyu Damon’un kulaklarına ve gözlerine döktüm. “Sözlerinden, diziyi böyle görüyorum,” dedim. Bu subjektiftir ve sadece zevk konusudur. Söyleyebileceğin tek şey, “Benim yapacağım şey bu,” olur. Neyse ki gerçekten benzer bir duyarlılığa sahibiz ve bana güvendiği The Leftovers bölümleriyle bu kötülüğü ve eğlenceyi dışarı çıkarıyoruz. Birinci, ikinci ve sekizinci bölümleri yönettim ve tüm dizinin yapımcılığını yaptım.
Bu, Watchmen dünyasının neye benzeyeceğine bütünüyle karar verme fırsatı bulduğunuz anlamına mı geliyor?
Tamamen, evet.
Bu proje için çok büyük bir iş gibi görünüyor, çünkü fütüristik ama aynı zamanda kitsch gibi görünen yönleri de var. Bu dünya için nereden ilham aldınız?
Kaynak materyaliyle başladım; bu bizim tarihimiz. 30 yıl öncesindeysek Redford başkan olmuş, elektrikli arabalarımız var, iklim değişikliğimiz yok, plastik kullanmıyoruz, 51. eyaletimiz Vietnam, bu yüzden yeni bir bayrak var. Birçoğunu zaten kaynak materyalimizden aldık. Ve sonra, estetik olarak, sadece parlak olmasını istemediğimi biliyordum.
Bir çizgi roman, bir karikatür yapmak istemedim. İlham kaynağı olarak Children of Men veya Bladerunner gibi filmlerden temel alarak gerçekleştirdim. Bu dünyaların farklı ama çok gerçekçi olmalarını sevdim. Oldukça yıpranmış hisleri vardı. Bu yüzden bunlar hepimizin bahsettiği ikonik eserlerdi; daha sonra çizgi romanı da çekimleri nasıl yapacağımız ve nasıl görselleştireceğimize dair ilham kaynağı olarak kullandık.
Çoğunu nerede çektiniz?
Daha çok Atlanta’da. Galler’de daha önce hiç çekilmemiş bazı yerleri de çektik, oldukça heyecan vericiydi.
Bir yönetmen olarak, zaman atlamalarını bir araya getirmek sizin için oldukça büyük bir iş.
Evet ama senaryoya ve sadece tepkime güvenmekle alakalı. Okudum, bu yolculuğa çıktım ve bayıldım.
Bu dizide birçok inanılmaz kadın var. İnanılmaz erkekler olmadığını söylemiyorum ama bu size feminist bir eser hissi veriyor mu?
Bunu belirtmeliyim, çünkü bence o kadar içindeyiz ki dünyamızın, biz kadınız ve çalışıyoruz. Hikâyeler anlatırız ve bu büyük yolculuğa çıkarız, ancak bu posterin ne kadar harika olduğunu unutamayız (Regina posteri).
Adı Watchmen, bir çizgi roman ve bu bir kadın, bir Afrikalı-Amerikalı kadın. Yani feminist mi? Kesinlikle. Ama bu hiç ön plana çıktı mı? Hayır. Bu konuda bu kadar harika olan da işte bu ve cinsiyet meselesi. Ben kadın bir film yapımcısıyım ama bir yapımcıyım. İnsanlar diyor ki, “Ah, çok kaslı bir tarza sahip!” Neden kavramların üzerine bu etiketleri yapıştırıyoruz? Mike Nichols’a narin mi diyoruz? Bu sıfatlar üzerine artık yeniden düşünülüyor.