Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Röportaj: Sevilen Oyuncu Barış Aytaç
FOX ekranlarında 6. sezonu yayınlanan Yasak Elma’nın Caner’i Barış Aytaç’la kariyeri ve gündelik hayattaki halleri hakkında bir röportaj gerçekleştirdik. Yasak Elma dizisini ve gerçek hayattaki Barış’ı konuştuğumuz keyifli röportajı Episode okurlarına sunuyoruz.
Karakteriniz Caner, ortama göre melek gibi gözükse de her işte onun da parmağı var. Yolu o açıyor en azından. Kötünün iyisi mi denir karakterinize, nasıl tanımlanabilir?
Bence bu dramatik kurgunun gereği. Karakterin tezat davranışları onu izlenebilir kılan en önemli unsurdur bana göre. Salt kötü ve salt iyi, saf karakterler olduğu gibi, gri karakterler de olmalı. Bu da hikâyedeki çatışmayı daha da belirgin ve keyifli bir hale getiriyor. Ama evet, 6 sezonda Caner’in de yapısı epey değişti, koyu griden daha açık bir renge döndü diyebilirim, iki defa da olsa ablasını karşısına alabildi. Ancak aralarındaki bağ gerçekten kuvvetli ve Ender’in zayıf noktası Caner olduğundan olay akışı da ona göre farklılaştı.
Aile önemlidir ama gerçekten Ender gibi bir ablanız olsaydı dayanabilir miydiniz? Siz ne zaman mutluluğu görecek olsanız ablanız yüzünden bütün kale başınıza yıkılıyor.
Ender gibi değilse bile Şevval Sam gibi bir ablam olmasını çok isterdim. Gerçekten birbirimizi çok seviyoruz. Aile konusuna gelince Barış olarak benim kişisel alanıma saygı duymayan, beni yok sayan babam olsa tanımam, acımam, görüşmem. Bazen en büyük kötülükleri en yakınlarınızdan en beklenmedik zamanda görür ve görmezden gelirsiniz. Bu devam ettikçe hastalıklı bir duruma dönüşür, buna izin vermemeye çalışırım.
6 sezon çok uzun bir zaman dilimi. Oyuncularla aranızda yakın arkadaşlıklar gelişmiştir herhalde. Melisa Doğu ve Serkan Rutkay Ayıköz ile yakın görünüyorsunuz, haksız mıyım?
Sette bütün ekip birbirini çok seviyor. Bunu laf olsun diye söylemiyorum, ki bence dizinin 6 sezon devam edebilmesinin en kuvvetli sebeplerinden biri bu. Serkan ve Melisa’yla aynı okuldan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Konservatuvarı’ndan mezunuz, hikâyemiz daha eskiye dayanır. Özellikle Serkan Rutkay ile aynı sıraları paylaştık, birlikte çok zaman geçirdik. Bunun da etkisi çoktur elbette. Bütün oyuncu arkadaşlarımızla bir yerlere gitmeyi çok seviyoruz. Hatta artık bizimle olmasalar, başka işlerde çalışsalar bile dışarıda görüşmeye devam ediyoruz. Yasak Elma bana çok iyi insanlar kazandırdı.
Yeni arkadaşlıklar kurarken size Caner’mişsiniz gibi davranan oluyor mu? Çok uzun süredir sizi aynı karakterde görüyoruz, ister istemez böyle bir algı oluşuyor.
Pek sanmıyorum, işimle hayatımı ayırabiliyorum, tanıştığım insanlardan bunu beklerim doğrusu. Hoş, münzevi hayatıma çok fazla yeni insan dahil etmediğimi de belirtmeliyim.
Peki Barış, Caner ile karşılaşsa ona neler söylerdi?
Bu biraz zor bir soru. Hamlet’e, “Boş ver oğlum, takılma bunlara!” demek gibi hissettirdi. Yani oynadığım karaktere müdahale etmek istemem açıkçası, çünkü o bir senaryo ve senaryo gereği ne olması gerekiyorsa o olur. Dolayısıyla, “Olduğun gibi kal sen Canerciğim,” diyebilirim en fazla.
Yasak Elma’dan önce de sizi dikkat çeken dizilerde gördük. Bir de Delibal filmi var. Bundan sonrası için neler düşünüyorsunuz? Sizi sinemada yeniden görecek miyiz?
Bir sinema filminde rol almayı çok isterim. Serkan Rutkay ile aynı sahneyi paylaşmak, güzel bir tiyatro oyununda oynamak isterim. Bundan sonra neler olacağını ben de bilemiyorum. Ama bugüne kadar çalıştığım, rol aldığım her şeyden tecrübe edindim, dilerim sağlıklı oldukça bu heyecanla işimi severek ve layıkıyla yapmaya devam ederim.
Caner’den çok söz ettik ama Barış gündelik hayatında nasıl biridir? Kendinizi Caner’e benzettiğiniz yanlarınız var mı?
Gündelik hayatım oldukça gündelik. Genellikle evimde, sakin, huzurlu bir ortamda zaman geçirmeye çalışıyorum. Kendimi Caner’e benzettiğim yerler olmasa bile Caner’i kendime benzettiğim oluyor bazen.
Ankara’da büyümüşsünüz. Tanıdığım Ankaralılar sanatla iç içe insanlar genelde. Uzaktan bakınca biraz da sıkıcı bir başkent gibi geliyor ama içinde yaşarken nasıl bir şehir Ankara?
21 yaşıma kadar Ankara’da yaşadım, çocukluk ve ilk gençlik yıllarım çok güzel geçti, harika arkadaşlarım vardı. Ancak her gittiğimde biraz daha kötü yapılaşmış ve anlamsız derecede büyümüş, insanların AVM’lerde takıldığı bir yer olduğunu gördüm. Bu beni biraz üzüyor.
Bir röportajınızda, hayal kurmayı unuttum gibi, demişsiniz. Hayal kurmayı unutmak bir insan için çok ağır bir cümle değil mi? Bu durum devam ediyor mu?
Hayal kurmak güzel bir şey ama sonunda o hayalin gerçekleşmemesinin ardından yaşanan kırıklık yani sükûtu hayal baş etmesi zor bir durum. Bir de artık günümüzde hayal kurmak maddi durumla çok paralel. Mesela bir tatil hayaliniz, dolar kurunun yükselmesiyle bambaşka bir şeye dönüşebiliyor. Ben de spontane her şeye kendimi daha açık tutmayı öğreniyorum artık.
Takip ettiğiniz diziler var mı? Okurlarımıza hangi dizileri önerirsiniz?
Şu sıralar yoğunluktan dolayı pek bir şey izleyemiyorum. Ancak Gibi dizisi benim için güzel bir deşarj unsuru ki o da zaten tavsiye edilemeyecek kadar bilinen bir dizi. Özellikle Ahmet Kürşat Öcalan’ı keyifle izliyorum.
Şimdiye dek sizi çok etkileyen, “Keşke bu rolü oynasaydım,” dediğiniz bir karakter var mı? Neden?
Breaking Bad dizisinde herhangi bir karakteri oynamayı çok isterdim ama Walter White kadar derinlikli bir karakteri oynamak çok keyifli olurdu. Bir de fantastik filmler, çizgi roman uyarlamaları çok hoşuma gider, Sandman mesela, gerçekten isterdim. Çünkü Neil Gaiman’ın kurduğu dünyayı çok seviyorum.
Bu röportaj, Episode’un 45.sayısında yayımlanmıştır.