Sen Çal Kapımı: Bir kadın, Bir Adam ve Kalpli Bir Kelepçe
Zeynep Gönenli’nin bu Sen Çal Kapımı incelemesi Episode’un 21. sayısında yayımlanmıştır.
Normal şartlarda her sene yazın habercileri denize düşen karpuz kabuğu, Survivor finali ve yaz dizileridir. Bu sene pandemi süreci sebebiyle bildiğimiz her şeyi unuttuğumuz ve yepyeni şartlara adapte olmaya çalıştığımız için yaz biraz geç geldi ve yaz dizilerine rötarla kavuştuk.
Öncelikle tüm bu dizilerdeki set çalışanları için gerekli sağlık tedbirlerinin alındığını umduğumu söylemek isterim. Sonra da hepsi birden hayatımıza giren yaz dizileri arasından Sen Çal Kapımı hakkında biraz konuşalım isterim.
Eskiden bu tarz güzel kız-yakışıklı erkek hikâyesi anlatan romantik komedi dizileri neşeli gibi gelirdi. Güzel kıyafetler ve yormayan dertlerle, izler geçerdik. Gelin görün ki dünyamızın heteroseksüel erkekler dışında her canlının ezilmeye mahkûm olduğu bu ayrımcı döneminde bu dizilere pek eskisi kadar gülemiyorum.
Eskiden bu tarz güzel kız-yakışıklı erkek hikâyesi anlatan romantik komedi dizileri neşeli gibi gelirdi. Güzel kıyafetler ve yormayan dertlerle, izler geçerdik. Gelin görün ki dünyamızın heteroseksüel erkekler dışında her canlının ezilmeye mahkûm olduğu bu ayrımcı döneminde bu dizilere pek eskisi kadar gülemiyorum. Her sahnesinde cinsiyetçi klişeler oluyor, kadınlar aşağılanıyor. Erkeklerin sürekli yakışıklı, havalı, çok kariyerliyken kadınların mütemadiyen sarsak ve aklını evlenmekle bozmuş olarak anlatılması da canımı çok ama çok sıkıyor.
Sen Çal Kapımı esas kızımız Eda’nın temelde eğitiminin ve üniversite bursunun peşinde olmasıyla bu klişelerden hafifçe ayrılıyor aslında. Bu, nispeten umut veren bir başlangıç. Ailesini çocuk yaşta kaybetmiş, hayata tutunmak için kendisini eğitimine vermiş ve kendisi için kariyerden başka bir çıkar yol görmeyen aklı başında genç kız fikri iyi. Başarıyla bitirdiği lise eğitiminden sonra aldığı bursla gittiği İtalya’dan bursu aniden kesilince dönmesi ve eğitimine devam edemeyerek halasının yanında, çiçekçi dükkânında çalışmaya başlaması da etkileyici bir açılış. Tabii bunları söylüyorum ama oyunculukların mevzuya ikna olmamıza en ufak bir katkısı olmadığı gerçeği var bir de; ona sonra geleceğim.
Bu kadar başarılı bir öğrencinin tekrar eğitim hayatına dönmek için çok da makul bir çaba göstermemesi ise inandırıcılığın azalmaya başladığı yer. Yani Eda gayet güzel bir evde oturuyor, misler gibi ışıklandırılmış bir terastan boğaza bakıyor, halasının çok hoş bir çiçekçi dükkânı var, derslerinin çok iyi olduğunu zaten biliyoruz ve tekrar bir devlet üniversitesine geçiş yapmaya çalışması için bunlar yeterli gibi görünüyor. Ama Eda bu konularla ilgisini öyle kesmiş ki okuldan bir hocasının, “Af çıkacak,” demesiyle üniversiteye dönebileceği geliyor aklına. Yani kendisi aslında bir çaba içinde değil. Eğitim hayatıyla ilgili bize geçen tek şey, bursunu kesen adama duyduğu nefret. İşte inandırıcılık bu ara, suya düşen bir sabun gibi ellerimizden kayıp gitmeye başlıyor. Sürekli, “Serkan Bolat’tan nefret ediyorum, bana onun adını anmayın!” diye gezmek yerine alternatifleri zorlamış olduğunu görsek en azından biraz kafamız yatardı konuya.
Bir kişi, iki kişi özelinde değil, dizinin genel havası televizyonun sesini kısma isteği uyandırıyor. Belki herkes biraz daha sakin, biraz daha serin olsa Eda’nın Serkan’la olan mutlu ilişkisinin nasıl başlayacağını merak edip izlemeye devam edebiliriz.
Şimdi de gelelim, Serkan Bolat’a. Her romantik komedinin olmazsa olmazı yakışıklı, genç holding sahibi kendisi. Onun işe geleceği gün ofis birbirine giriyor, kimse nefes bile alamıyor. O kadar otoriter ve sinirli ama nasıl olmuşsa finans müdürü “Gereksiz harcamaları kısalım,” cümlesinden öğrenci burslarının kesilmesi gerektiğini anlamış ve ona sormadan çat diye çocukların burslarını kesmiş. Kontrol manyağı bir adam Serkan Bolat ama bu kadar önemli bir konuda tam yetkili hissedebilmiş kendini finans müdürü. Serkan Bey’in de ruhu bile duymamış. Efendim, bir “internete düşeriz” korkusu, “Sosyal sorumluluklardan vazgeçersek şirketimizin itibarı ne olur?” kaygısı hiç olmamış, gitmiş burslar. Eda’dan başka da kimse buna tepki göstermemiş olacak ki Serkan Bolat’ın ancak genç bir kız gelip lüks arabasını çizince ve kendisini ona kelepçeleyince konudan haberi oluyor. Biliyorum, bir dizi izliyoruz ve her şey gerçeğe uygun olacak diye bir kural yok ama insaf, bu kadar da saçmalık nerede görülmüş?
Bir yandan da Serkan Bolat’ın aslında duygusal bir insan olduğuna inanmamız için eski sevgilisinin nişanına gideceği sıradaki gerginliklerini izliyoruz. Bu eski nişanlı, Serkan’la evlenemediği için başka biriyle evlenen bir kadın. Kadının evlilik delisi olduğu iddiasını tamamen unutmamışız yani.
Bunların hepsine ikna olabilirdim belki ama oyunculuklar da bir yaz dizisinden bekleneceği gibi fazla yüksek sesli, fazla mimikli, fazla oyun oyun… Bir kişi, iki kişi özelinde değil, dizinin genel havası televizyonun sesini kısma isteği uyandırıyor. Belki herkes biraz daha sakin, biraz daha serin olsa Eda’nın Serkan’la olan mutlu ilişkisinin nasıl başlayacağını merak edip izlemeye devam edebiliriz. Gerçi o ilişkinin de çok uzun süre başlamayacağını, itişip kakışacaklarını ve sonunda bu aşka karşı koyamayacaklarını adımız gibi biliyoruz ama yine de neden olmasın?
Sen Çal Kapımı’ya kötü desem içime sinmez ama şahane desem de biraz uydurmuş olurum. Yaz sıcağında, pandemi gerginliğinde, Survivor finalinden sonra karpuz yiyip televizyona bakmak konusunda bir ihtiyaç belirirse izlenir. Türünün daha iyilerini de daha kötülerini de gördüğümüz bir örneği diyeyim en iyisi. İyi seyirler dilerim.