Tam Bir Deli Saçması: ‘Peacemaker’
DC’nin sinematik evren kanadında istikrarsızlığa mahkûm olduğu dönem, yeni bir faza doğru şekillenerek yok oluyor. Marvel’ın izlediği formülü kendi evrenlerine uyarlamaya çalışan stüdyo, bu konuda işi eline yüzüne bulaştırdığından artık birbirinden bağımsız gözükse dahi yeri geldiğinde bütünleşmeye müsait bir rotada ilerliyor gibi.
Yönetmen uyuşmazlıkları, Warner Bros’un müdahaleci tutumu eldeki kahramanların sınırsızlığına rağmen somut düzende net bir sonuca ulaştıramadığı için tüm planlar yeni bir formülle şekillendirildi. İlk olarak evreni bütün parçalarıyla sunmaktan vazgeçen stüdyo, bireysel maceralarla yola devam etme kararı aldı. Nitekim Todd Phillips tarafından çekilen Joker, sinematik evren açısından DC’ye ilk kalp masajı ve yol gösterici bir rehbere dönüşmüştü. Zira Joker’in sahip olduğu aura, evrene esas kahramanlar dışında da anlatılacak hikâyelerin olduğunu kanıtlama konusunda fırsat tanıyabildi. Elbette bu Warner Bros’un artık plansız ilerlemediği anlamına gelmiyor. Son 10 sene içinde çorbaya dönüşen ve bir türlü üstesinden gelinemeyen bir evren sözkonusu. Tıpkı Marvel’ın yaptığı gibi mevcut maceraları tutarlı anlatımlarla çeşitlendirebilecek isimlere teslim ettikleri takdirde sinematik ve dizi sokaklarından aktarılan dertler çok daha elle tutulur olabilir. Keza yönetmen James Gunn hamlesi bu erişimin en önemli örneği!
Marvel’da Guardians of the Galaxy serisiyle öne çıkan Gunn, yıllar önce yaptığı sosyal medya paylaşımlarından dolayı Disney tarafından önce kovuldu, sonra geri alındı. Fakat bu süreçteki boşlukta DC ile el sıkışan yönetmen, kendi zihnindeki DC evrenini The Suicide Squad ile aktarmaya başladı.
The Suicide Squad, 2016’daki ilk denemesinde fragman kurgusundan etkilenen WB yetkilerinin tüm kurguyu da fragman edasıyla tasarlanması isteğiyle mahvolan bir denemeydi. Lakin eldeki çöpe karşın filmde cezbetmeyi başaran karakterlerin bir şansı hak ettiğini düşünen oldukça büyük hayran kitlesi, işlerin Gunn-WB ortaklığına kadar taşınmasına vesile olarak 2021 model The Suicide Squad’ı bir nevi istismar sinemasının DC şubesine dönüştürüverdi. Üstelik ortada göklere çıkartılacak derecede müthiş bir öykü olmamasına rağmen mevcut deli saçmasını kontrol etmesini çok iyi bilen Gunn, anlatısını stüdyonun çoğu filmine kıyasla olabildiğince özgün ilerletmeyi başarmıştı. Peacemaker ise bu filmin en antikahramanı konumunda olan, seyirciyle bağ kurma derdi olmasa da “İzleseydik hayatı nasıl olurdu?” sorusunu sordurabilen bir kahramandı. Genel olarak filmle bağını sabit tutarak ilerleyen bu kahramanın spin-off macerası, DC’nin The Flashpoint ile yaklaşan yeni süreci öncesinde çılgın bir ara sıcak görevini üstleniyor.
Peacemaker, akıbetini aslında 80’li ve 90’lı yılların aksiyon maceralarını referans edinerek şekillendiren bir dizi. Hatta belli noktalarda B-Movie formatına kaydığı da çok oluyor. Ciddiyetten uzak bir macerada kendini yer yer aşırı önemseyen fakat sıkıldığında da saçmalığı sıvazlamaktan çekinmeyen bir duruşu var. Gunn bunu The Suicide Squad ile çok iyi başardı zaten. Beklenmedik ölümler, alakasız macera içinde oluşan tam bir deli saçması anlatım… Bu ritim DC’nin ve belki de çoğu çizgi roman evreninin uzak durmayı tercih ettiği bir tarzdı. Lakin Gunn ile oluşan dünya genellikle izleyiciye Deadpoolvari anlatımın içinde aykırı bir şamata fırsatı tanıdığından hemen benimsendiği için geriye sadece anlatının cezbedici boyutunu çeşitlendirmek kalıyor. Her ne kadar Deadpool ilk filminde bu işleyişi iyi başarsa da ikinci macerada sınıfta kalmıştı. Peacemaker ise kahramanının yapacakları konusunda hayli bilinçli bir dizi. Etrafına iyi ve kötü polis tavırları takınan karakterler yerleştiriyor ve onlarla da temas kurmamıza yardım ediyor. Üstüne üstlük Peacemaker gibi her an nefret edilmeye müsait bir mizacın yanına evrende aşırı boşlukta kalan Vigilante gibi bir ekuri eklediği için mizah ile saçmalık boyutları izlenir kılınan aksiyonlarla buluşuyor.
Yönetmenin oluşturduğu etkileşim aslında bir nevi kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi modunda ilerliyor. Amaçları olsa dahi bezginlik ve mutsuzluğa teslim olan bireylerle ilerleyen bir dizi ve en önemlisi de klişeleşmiş bir baba-oğul travmasından da destek alıyor. Bütün bunlar Zack Snyder ya da Todd Phillips gibi daha ciddi anlatılara odaklanan yönetmenlerin elinde ortada kalacakken Gunn kontrolündeki dizi, ciddiyetsizlikten anlatı doğurmayı başararak evrendeki yerini sağlamlaştırabiliyor.
James Gunn tam bir karakter yönetmeni. Mevcut hikâyenin tüm materyallerini didik didik edip en alakasız karakterden merkezi istikamete katkı sağlayacak verim alabiliyor. Bunu The Suicide Squad’da özellikle ilk karşılaştığımız ve sonra maceraya dahil olan, çizgi romanlarda bile konuk olmaktan öteye geçemeyen kahramanlar üzerinden rahatça başarmıştı. Keza Guardians of the Galaxy’de Marvel bünyesindeki imkânlar doğrultusunda beklenenin de üzerine çıkan bir formülü başarılı kıldı. Kahramanlarla bütünleşip nostaljik fantastik yapımlara atıfta bulunarak öykü sevdirmeye yönelik bir girişim bu. Üstelik gelişime açık bıraktığı bir sinema diliyle ilerlediği için Peacemaker da kötü olarak kabullendirdiği bir bireyin şaşırmasak da keyifle izleyeceğimiz gelişimine tanıklık ettiriyor. Söylediğim gibi, dizinin aman aman diyeceğimiz çok fazla detayı yok fakat zaten amacı da tam olarak bu. Tıpkı Star Wars spin-off’u The Mandalorian’da olduğu gibi içi boş gözükse de izledikçe mutlu olabileceğimiz, evrenden bir şeyler yakalayabileceğimiz gidişatta. Dolayısıyla anlatıdaki deli saçması süreçlere kendinizi kaptırdığınız takdirde yolculuk keyifle sonuçlanabilir.
Farkındayım, yazı boyunca Gunn, DC ve evren kelimelerini tekrarlayıp durdum. Ama sözkonusu çocukluğa etki eden bir çizgi roman dünyasının sinema ve televizyon yorumlarını deneyimlemek olduğunda, iyi sonuçlara ulaşan etmenlerin hakkını vermek gerektiği düşüncesindeyim. Nitekim Peacemaker ekibi de bütçenin imkânları doğrultusunda kendi mahallesinden çıkmadan ilerlemeyi başaran süper kahramansız bir süper kahraman anlatısı. DC’nin çoğu projesine kıyasla izleyicisine, ihtiyaç duyduğu bağ kurma eylemini tanıyabildiği için fazlaca sevildi. Üstelik John Cena tarafından canlandırılan bu karakter sadece diziyle sınırlı kalmayıp farklı maceralara da yelken açacakmış gibi gözüküyor. Zorlamaya kaçsa dahi anlatıdaki absürtlükle birçok soru işaretini çözüme kavuşturup abartıyla aksiyonu harmanlayabilen yapım, yeşermeye başlayan DC açısından yeni bir faz habercisi olarak kabul görecektir.
Bu yazı, Episode’un 33. sayısında yayımlanmıştır.