Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Westworld: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Var
“Yapay Zeka” fikri, insanoğlu için hâlâ çok cazip bir konu. Bilgisayarın icadından beri de bizim gibi düşünen ve hareket eden makinelerin fantezisiyle yaşıyoruz. Zaten hayatın her alanında adına robot dediğimiz bir sürü makine hizmetimizde. Mutfaktan otomotive, metrodan akıllı binalara kadar hemen hemen her yerdeler. Görelim veya görmeyelim, bu artık bir gerçeklilik hayatımızda. Ancak hâlâ 20. yüzyılda hayali kurulan donanımda ve pratiklikte değil elbette. Bizim gibi düşünen makinelerin hayatımızdaki yerihâlâ ilkel gibi görünse de, sinema bu fikri hep en fantastik haliyle canlı tutmayı sürdürüyor. Bu sebeple sinema tarihinde “yapay zeka”yı konu edinen birkaç iyi örneğe bakalım.
Geçtiğimiz yıl vizyona giren “Chappie”, bir programcının yapay zeka kodunu çözmesiyle, kendini keşfetmesi ve bir robot polise dönüşmesinin hikayesiydi. “Chappie”nin en büyük özelliği deneyimle öğrenebiliyor olmasıydı. Filmin anlattığı hikaye, makinelerin de öğrenebilen yapılar olabileceği üzerineydi. Bu nedenle film, yapay zeka üzerine en gerçekçi portrelerden birini ortaya koyuyordu.
Steven Spielberg’in 2001 yapımı “A.I” (Artificial Intelligence) filminde ise, oğulları uzun bir süredir komada olan bir ailenin David isimli bir robot çocukla kurduğu bağ anlatılıyordu. David, sevmek ve sevilmek için programlanmış olsa da tıpkı pinokyo masalında olduğu gibi, gerçek bir çocuk olmanın anlamını arıyordu. Bu yüzden hiç değişmeyen bir inatla, binlerce yıl geçse de, amacından kopmuyordu.
Yine geçtiğimiz yıl izlediğimiz “Ex Machina”da genç programcı Caleb’in bir deha olan Nathan’la, Ava adlı yapay zeka bir makine üzerine yaptığı test çalışmasını izleriz. Nathan yapay zeka problemini birdenbire çözmüyor. Ava’nın bilinçli olup olmadığından emin değil, test edilmesi gerekiyor. Ancak bir süre sonra bu test hem Caleb, hem Nathan, hem de Ava arasında ciddi problemlerin baş gösterdiği bir karmaşaya dönüşüyordu.
2004 yapımı “I, Robot” ise aksiyonu bol bir yapay zeka filmiydi. Katil olduğu şüphesiyle göz altında tutulan Sonny adlı robot, ünlü bilim-kurgu yazarı Isaac Asimov’un 3 kuralına ışık tutuyordu:
1. Bir robot insana zarar veremez, eylemsizlik ile insana zarar gelmesine seyirci kalamaz.
2. Bir robot, birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
3. Bir robot, birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece kendi varlığını korumakla mükelleftir.
Filmin ana robot karakteri Sonny, bir şekilde programlamaya meydan okuyor ve sürüden ayrılıyordu.
2013 yapımı “Her” ise daha vahim bir fikirden yola çıkarak gerçek bir erkekle programlanmış bir yapay zeka kadın arasındaki ilişkiye odaklanıyordu. Bir süre sadece ekrandan flörtleşen ikili, gerçeklikle sanal alemin iç içe geçtiği noktada, duygusal olarak yorucu ve yıpratıcı bir süreci yaşıyorlardı. Daha doğrusu filmin ana kahramanı Russell için durum tam olarak böyleydi. Samantha’nın vücudu yok ancak sesi var. Her, makinelere duygusal olarak bağlanma riskinden bahsediyor ve bunu yapay zekayı insansı bir çerçeveye sokmadan yapıyor.
Westworld’e Gelirsek…
Yazımızın asıl konusunu belirleyen yapım ise, bu yıl HBO’nun en iddialı dizisi Westworld. 1973 yapımı Michael Crichton imzalı aynı adlı filmden esinlenilen dizi, yapay zekaların kontrolden çıkması üzerine ilerliyor. Western filmlerinin efsane ismi Yul Brynner’ın bu kez robot bir kovboyu canlandırdığı yapım, hiç kuşkusuz ardından gelen birçok filmin de esin kaynağı olmuştu. 1000 dolar ücret karşılığında Roma, Orta Çağ ve Vahşi Batı dünyalarında, robotlarla yaşam deneyimi elde eden zenginlerin, robotların kontrolden çıkmasıyla yaşadıkları ölüm-kalım savaşı oldukça yenilikçi bir anlatımla beyazperdeye yansıyordu.
Senaryosunu “Memento”, “The Prestige”, “The Dark Knight”, “Interstellar” ve “Person of Interest” gibi başarılı yapımların yaratıcısı Jonathan Nolan’ın kaleme aldığı yapım, hiç kuşkusuz bu yılın en dikkat çeken dizileri arasına girdi. Yavaş yavaş varlıklarını sorgulamaya başlayan ve özgürlük kavramını keşfeden robotların sessiz ve derinden ilerleyişine tanık olduğumuz yapım, insanoğlunun da doyumsuz zevk arayışının başına açtığı büyük belaya adeta projeksiyon yapıyor.
2016 model “Westworld”, ilk dört bölüm itibariyle öncülü filme nazaran ne Antik Çağ’da ne de Orta Çağ’da geçiyor. Tamamen vahşi batıya odaklanıyor. Elbette film de ağırlıklı olarak Vahşi Batı dünyasına daha fazla yer veriyordu. Bu bakımdan dizi de aynı yolu takip ediyor ve filmle bu anlamda bir paralellik yakalıyor. Zenginlerin tatmin arayışı için yaratılan robotik dünya, kapitalizmin en rezil haliyle bu kez ekrana yansıyor. İnsanın tatmin duygusunu gıdıklayan ve ona istediği herşeyi yapma özgürlüğü tanıyan bu dünya, sınırsız bir özgürlük alanı vadediyor. Bu durumun cazibesine kapılan insan da gerçek dünyanın sıkıcılığından sıyrılarak bu sanal gerçekliğin kollarına bırakıyor kendisini. Tıpkı “The Truman Show”da olduğu gibi yüksek teknoloji ile yaratılmış bir dünyada fakat yapay zekaların cirit attığı bir ortamda… Bu dünyanın odaklandığı tek realite ise müşterisini memnun etmek.
Bu hizmete elbette insansı robotları vahşice öldürmek de dahil… Ancak hesabı yapılamayan bir şey gerçekleşiyor ve kendi bilincinin farkına varan robotlar kazan kaldırarak adeta bir devrim gerçekleştiriyorlar. Sürünün içindeki kara koyun ise “Man in Black” adlı gizemli bir robot kovboy. Ed Harris’in tüm karizmasıyla hayat verdiği karakter Yul Brynner’ın “Gunslinger”ından hiç de geri kalmıyor.
Westworld aslına bakılacak olursa oldukça sıradan bir kasabadan ibaret. Burada konumlandırılan tüm robatlar her gün başladıkları noktadan günü bitirdikleri noktaya kadar hemen hemen aynı şeyleri yaşayıp duruyor. Çünkü her gece, hafızaları yeniden güncellenerek sahaya sürülüyorlar.
Tüm bu tekdüzeliğe hükmeden ise Westworld’un yaratıcısı Dr. Robert Ford. Anthony Hopkins’in canlandırdığı karakter dizinin en “Şekspiryen” tarafını temsil ediyor. Doktorun amacı tanrıyı oynamaktan çok tüm bu ahengi olabildiğince sürdürülebilir kılmak gibi görünüyor. Fakat işler yolundan çıktığında tüm robotların hatıralarıyla oynayarak arızayı gidermeye çalışıyor. Ancak bu, hiçbir şeyi düzeltmediği gibi durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Hatıralarıyla oynanan robotlar, bilinç düzeyini yukarıya çektikçe insanların kontrolü devre dışı kalıyor. İşte tam da bu noktada robotların hafızasında devrim filizlenmeye başlıyor.
Dizi ilk dört bölüm itibariyle oldukça tatmin edici. Ancak birçok sahnede tekrara düşülse de bunların ilerleyen bölümlerde çok anlamlı bir sürprize evrileceği gün gibi aşikar.