500T: Kayıp Otobüs

 500T: Kayıp Otobüs

İstanbul neyiyle meşhurdur? Turistseniz buna cevabınız tarihi yarımada olabilir; Ayasofya falan filan. Ama yıllardır İstanbul’da yaşıyorsanız bu soruya muhtemelen büyük bir usanmışlıkla, “Trafik!” cevabını verirsiniz. Hele bir de zengin değilseniz, altınızda araba yoksa, işiniz ya da okulunuz ile eviniz şehrin iki ucunun arasıysa… İstanbul’da gününüzün iki üç saatini toplu taşıma araçlarında geçirmeniz işten bile olmaz o zaman. Bu toplu taşıma araçlarından bazıları efsaneleşmiştir. Eski banliyö treni bunlardan biriydi. Kapısı genelde açık seyreden, sigara yasağı gelene kadar insanların trenin ritmi eşliğinde sigara tüttürdükleri bu emektara veda edeli çok oldu. Ancak bazı efsaneler hâlâ çalışıyor, bir dolu huysuz ve bitkin insanla İstanbul’u arşınlamaya devam ediyor. Bunların başındaysa kuşkusuz en çilelisi olan Tuzla-Zeytinburnu İETT otobüsü geliyor; bilinen adıyla 500T.


Bu otobüsle hiç yolculuk ettiniz mi bilmiyorum ama İstanbul içinde başka bir İstanbul gibidir. Bir seferde 78 durak ziyaret eder ve bu duraklar içinde şehrin yoksul semtleri de vardır zengin semtleri de. Mavi yakalılar, beyaz yakalılar, öğrenciler, emekliler, işsizler bu otobüste buluşur. Bu hattı baştan sona gitmeye karar verirseniz, hele bir de trafiğin yoğun olduğu bir saatte yola düşmüşseniz hayatı sorgulamak için fazlasıyla zamanınız olur çünkü 500T hattında bir sefer nereden baksanız üç saat sürer.
500T pek çok hikâyeye gebedir, yeter ki insanlara kulak kabartın. Gerçi bazı hikâyeler vardır ki 500T’ye dair, inanması çok güçtür. GAİN’in yeni dizisi 500T: Kayıp Otobüs de işte onlardan birini anlatıyor: Kaybolan bir otobüsün hikâyesini.


Biraz sahte belgesel, biraz komedi


Murat Özsoy’un yazıp yönettiği, başrollerini Çetin Tankoç, Cengiz Güleryüz ve Nesibe Cebeci’nin üstlendiği 500T: Kayıp Otobüs mockumentary yani sahte belgesel (gerçi ben kurgu belgesel ifadesini tercih ediyorum ama sahte belgesel çok daha yaygın bir kullanım) tarzında altı bölümlük bir komedi dizisi. Baştan söyleyeyim; eğlenmek istiyorsanız 500T: Kayıp Otobüs, bu isteğinizi gayet tatmin ediyor ama…

Amamız şu ki bunu, “biraz”lar ile yapıyor. Karşımızda örneğine Türkiye’de çok rastlamadığımız, eğlenceli, ilginç ama potansiyelinin bence biraz altında kalmış bir iş var.
Bu övgüyle karışık eleştirimi açmadan önce dizinin konusuna kısaca değinmek istiyorum. Adından da anlaşılacağı üzere dizi, sefer sırasında gizemli şekilde kaybolan bir 500T otobüsünün akıbetini ele alıyor. Dizinin başkarakteri ise Çetin Tankoç’un canlandırdığı Ercüment Danışman.
Ercüment Danışman, örneklerine son yıllarda sıkça rastladığımız, kendisine “araştırmacı yazar” unvanını biçmiş ve halka sahte bilim yaymakta maharetli üfürükçülerden biri. Tabii kayıp 500T vakasını araştırıyor ve bunu yaparken yerli ve milli bir anlatı kurmadan edemiyor. 500T: Kayıp Otobüs dizisi, bir bakıma bu karakter özelinde toplumdaki komplo teorisyenliği çılgınlığının bir eleştirisi de sayılabilir. Bu yüzden Ercüment Danışman önemli bir karakter. Dizinin eleştirel yükünü o çekiyor.

Ercüment Danışman karakterini canlandıran Çetin Tankoç’un epey başarılı bir iş çıkardığını söylemek gerek bu noktada. Bir defa, ses tonu ve görüntüsüyle (aşı karşıtlığıyla meşhur bir güya-solcu gazeteciyi anımsatıyor görüntüsü) role cuk oturuyor. Oyunculuğuyla da insanda sahiden televizyon ekranlarının müdavimi bir üfürükçü araştırmacıyı izliyoruz hissi uyandırıyor. Üstelik dizinin geneline hâkim olan bir sorun, onu izlediğimiz sahnelerde yok. O sorun ki benim bu diziye “biraz” sahte belgesel dememin yegâne sebebi: Açı ve kurgu sorunu.
Şimdi, mockumentary türünün olayı belgesel gibi davranması ama aslında anlattıklarının fena halde inandırıcı cinsinden tırışkadan tayyare olmasıdır. Bu yüzden belgesel çeker gibi çekilmelidir. 500T: Kayıp Otobüs’ün bunu yapamadığını söylemiyorum, yapıyor ama özellikle tanıklarla ve otobüsle beraber kaybolanların yakınlarıyla yapılan röportajlarda kayda değer bir kamera açısı ve kurgu sorunu var. İnsanda belgesel değil de bir reklam ya da tanıtım filmi izliyormuş intibası uyandırıyor bu sahneler. Aynı sorun bence meşhur 140journos belgesellerinde de var örneğin. Bilmiyorum, belki 500T: Kayıp Otobüs’ün yapım ekibi biraz daha belgesel türünün dışında bir dilin diziyi daha dinamik kılacağını düşünmüştür. Bence yanlış bir tercih çünkü dizi zaten anlattığı hikâye ve bu hikâyeyi anlatmak için seçtiği dil bakımından yeterince dinamik.


Tebrik faslı: Ayarında gizem, ayarında komedi, ayarında eleştiri

Burada tebrik faslını açıyorum. 500T: Kayıp Otobüs dizisinde emeği geçenleri ve GAİN’i kutlamak lazım. Türkiye’de örneğine az rastladığımız bir türde, gayet yerel bir hikâyeyi yerelliğin sınırlarına hapsolmadan ekrana taşımayı başarmışlar. Az önce bahsettiğim aksaklık, bardaktaki suyun eksik kalmasından ziyade bardağın birkaç damla taşmasına benziyor. Kamera ve kurgu masası daha sade ve doğal kullanılabilirdi diyorum; demiyorum ki 500T: Kayıp Otobüs “olmamış” bir iş. Hayır, dizi temelde yapmak istediğini yapıyor: Gizemle komediyi politik ve sosyolojik eleştiriyle buluşturuyor; ne gizem, ne komedi ne de eleştiri sırıtıyor.
Böyle işlerde eleştirinin bağırma riski daima vardır. Bir defa, 500T: Kayıp Otobüs bundan ustalıkla paçayı sıyırmış. Bize slogan atmıyor; gerçeği karikatürize ediyor. Bu da dizinin komedisini eleştirisine içkin kılıyor. Gizem ise zaten anlattığı hikâye itibarıyla dizinin doğuştan gelen özelliği. 500T: Kayıp Otobüs temelde bir polisiye dizi olmadığının farkında olarak gizem unsurunu ayarında tutuyor. Onu, ana unsuru kılmıyor. Böylece izleyen, gizemi çözme savaşı vermiyor ve dizi, bir polisiyenin inceliklerine girmeden gizem duygusunu canlı tutmayı başarıyor.

Toparlamak gerekirse 500T: Kayıp Otobüs yaklaşık yirmi beşer dakikalık altı bölümüyle izlemeye değer bir yapım. Kimi aksaklıkları, zaafları elbette var ama gerek hikâyesi, gerek Türkiye’de görmeye pek alışık olmadığımız anlatım tarzıyla keyifli zaman vaat ediyor.
GAİN bir süredir koleksiyonunu ilginç komedi yapımlarıyla genişletiyor ve 500T: Kayıp Otobüs de bu yapımlar arasında boşuna kendine yer bulmamış.

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir