Bambaşka Biri İncelemesi: İkilik Kinini İçimden Atıp, Özde Ben Bir İnsan Olmaya Geldim

 Bambaşka Biri İncelemesi: İkilik Kinini İçimden Atıp, Özde Ben Bir İnsan Olmaya Geldim

Ulusal kanalda başlayacak olan bir dizide, sevdiğimiz bir oyuncunun, senaristin veya yönetmenin kadroda olacağını duyunca neden kalbimizin baş yapıtı bir hikâye izleyeceğimizi düşünüyoruz?

Televizyonu açmaktan ibaret o eşsiz çabamızı yanımıza alıp, arşa koyduğumuz beklentimizle koltuklarımızda yayılırken, aklımızdan neler geçiyor acaba? Dünya işlerinden hissemize düşen günlük gam yükümüzün pasını almak, niçin hep dizilerin görevi olsun ki ayrıca? 

Ben izlediğim her hikâyede, övgümün, beğenimin, rahatsızlıklarımın barkodunu kendi evrenimin dilinde okuma gayretindeyim bu ara. Radarıma girmemiş farkındalıkların mahcubiyetiyle beni yüzleştiren dizilere de minnettarım. “Bambaşka Biri” dizisi de benim için böyle bir dizi oldu. 

Haber spikeri Kenan Öztürk (Burak Deniz) ile savcı Leyla Gediz’in (Hande Erçel) bir akşam yemeğindeki romantik tanışmalarının  gecesinde, dizinin de 27. dakikasında vahşi bir cinayet işlenir. Cinayeti işleyen Kenan’dır. Seyirci dışında cinayeti gören biri daha vardır.

Cinayetin şahidi İdris (Menderes Samancılar) emniyete gelir ve cinayeti işleyeni gördüğünü söyler. O sırada televizyonda haber sunan Kenan’ı göstererek “Katil bu adam” der. Kenan, ifadesi alınmak üzere savcı Leyla Gediz tarafından çağırılır ve görgü şahidi ile yüzleştirilir. Kenan aynı zamanda başsavcının da oğludur.

Başrolde bir katilin olduğu bu hikâye, benim için izlenmeye değer olmayı aslında 27.dakikada hak etmişti. Çünkü eğer dikkatli bir izleyici iseniz, 27. dakikada, yani cinayet anında, katilini tanıyan kurbanın “ Sen o haberci değil misin, Kenan Öztürk, sensin” dediğinde “Hayır ben Doğanım” demesiyle başlamıştı. “Doğan mı, o da kim?” diyorsanız, hikâyenin mayası gönlünüze çalınmış ve de tutmuş demektir.

Dizinin konusu hakkında verdiğim detayları spoiler olarak değil, farklı bir hikâye izlemeniz için bir davet olarak algılarsanız mutlu olursunuz. Çünkü Burak Deniz’i izlemekten keyif alacağınıza kefilim. Neden mi? Çünkü kendisi “Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu” yani bilinen adıyla “Çoklu Kişilik Bozukluğu” hastalığı olan birini oynuyor.

bambaşka biri

Bambaşka Biri” seyirlik olduğu kadar bu hastalığı merkeze koyduğu için de haklı bir övgüyü hak ediyor. Çünkü dünyada ve ülkemizde  tahminimizden çok daha yaygın bir hastalık bu. Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu, kişinin çocukluk döneminde yaşadığı istismar, saldırı, hastalık veya felaketlerin yarattığı travmalarla baş etmek için, ihtiyaca yönelik birden fazla kimliği ortaya çıkartmasıyla oluşuyor.

Bunlara “alter kimlik” deniyor. Mesela kişi “bu olay bana olmadı, ona oldu” diyebilmek için bir alter kimlik yaratabiliyor. Bu kimlikler aslında zihnin bir organizasyonu ve benlik duygusu taşıyor. Düşünüyor, duygulanıyor. Anıları da var bu kimliklerin. Her bir alter kimliğin “varoluş nedeni”, “varoluş anı” var. Bu kişilikler, bu varoluş nedenine sadık bir şekilde kendilerini devam ettiriyorlar.

Dolayısıyla da her bir alter kimlik diğer alter kimlikle iletişim de kurabiliyor. Hikâyede Kenan’dan haberdar olan Doğan, çocukluğunda yaşadığı travmayı unuttuğu için  Kenan’a düşman. Doğan’ın, Kenan’ın alanına hakim olmaya başlaması da, hikâyenin heyecan dozunu oldukça arttırıyor.

Hastalık hakkında okuduklarıma bakarak şunu söyleyebilirim ki, Burak Deniz’i “Bambaşka Biri” nde karaktere eklenen başka yeni kimliklerde izlememiz olası. Açıkçası iyi bir oyunculuk izleyeceğimden o kadar eminim ki, bu ihtimal beni şimdiden mutlu ediyor.

Bu hastalık ilaçla değil, terapi ile tedavi edilen bir hastalık. Bu yüzden ilerleyen bölümlerde, sağlam yazılmış terapi sahnelerini görmeyi çok isterim. Bunu hikâyeye yapacağı katkıyı, izleyiciye sunacağı zevki, hasta yakınlarına vereceği umudu hesaba katarak söylüyorum. 

bambaşka biri

Başımıza gelenler kadar, şahit olduklarımız da hayatımıza dahildir ve önemlidir. Bizi yoksunluklarımızdan yakalayan, fazlalıklarımızı budayan, anlamını görmezden geldiklerimizi yakalayıp huzurumuza çıkaran her ânı kıymetli bulurum. Diziler de mesela bu konuda hatırı sayılır bir yere sahiptir nezdimde. Böyle bir göreve talip olduklarını düşünmesem de, tatlı bir ortaklıktır aslında bu. “Bambaşka Biri” de ihtiyac sahibine gereken dokunuşları yapabilecek bir dizi olmuş. Zamanı olursa daha da fazlasını yapar.

Çoklu Kişilik Bozukluğumuz olmayabilir belki ama Doğan’ın “Kendim olamamaktan, başkasının hayatını yaşamaktan yoruldum” dediğinde ne hissettiğinize bakın. Yaşadığı acıyı unuttu diye Kenan’a öfkelenişinde acılarınıza tutunup tutunmadığınıza. Kenan’ın başarı ve mutlulukla uyuşturulmuş yaşamına geçmişi aniden sızarken, kendinizi ne ile uyuşturduğunuza bakın. Uyanmaya hazır mısınız?

Karşıdakinde gördüğümüz her kusur, aslen bizde mevcut olduğu için tanırız. Biri için yaptığımız her yorum kendimize seslenişimizdir. Hayat ayna gibi, sen kendini gör diye çıkarır o insanları karşımıza. Kendimizde toz kondurmadığımız her şey, karşımıza başka suretlerde çıkar ki, gör ve tanı ister hayat kendini. Dizide aynaya bakan Kenan, Doğan’ı görür. Görmeye hazır mısınız?

Bazı sahnelerde gördüğüm objeler veya tablolar da dikkat çekici oldu benim için. Mesela  Kenan’ın evindeki, travmatik bir çocukluk geçirmiş olan Alman ressam Caspar David Friedrich’in “‘Bulutların Üzerinde Yolculuk’ ya da ‘Sis Denizinin Üzerindeki Gezgin” olarak bilinen tablosunu hatırlatan resim gibi.

Bir uçurumun sonunda duran ve bulutları izleyen, sırtı izleyene dönük bir adam figürü var bu resimde. “Ressam, sadece önünde olanı değil, aynı zamanda kendi içinde ne gördüğünü de resmetmelidir.” der Caspar David Friedrich. Ressam bu tablo ile izleyiciyi sadece kendi gözünden manzaraya yani görünene bakmayı değil, kendimiz üzerine de durup düşünmeye davet eder. Düşünmeye hazır mısınız?

Dizideki oyunculuklardan da söz etmek gerekirse, açıkçası, Burak Deniz dışında kimse rolünü alıp uçurmuyor. Beklenen kadarını vermeye niyetlenmişler ve o kadarı etrafında dolaşıyorlar. Daha fazlası için şimdilik kimsenin gönlü yok gibi. Bize de bununla yetinmeyi münasip görmüşler.

bambaşka biri

Eleştirilerin hedefindeki Hande Erçel’in oyunculuğu için söyleyeceğim tek şey, bu rol için yanlış bir seçim olduğu. Onu bu role uygun görenlere yollayın eleştiri oklarınızı. Vakti olursa ve gayreti de eşlik ederse, herkesi utandırmasını dilerim. Ayrıca sürekli güzel bir kadın olmasına yapılan vurgunun ibresi, iyi bir savcı olmasına doğru değiştirilirse eğer senarist tarafından, Hande Erçel’in de üzerinden biraz yük alınmış olur. 

İdris’in (Menderes Samancılar) olduğu sahnelerdeki mekan seçimleri ve ışık enfes. Yönetmen Neslihan Yeşilyurt ve Görüntü Yönetmeni Hakan Okumuş’a,  büyük selam olsun. Müzikler için de Atakan Ilgazdağ’a.

İlk bölüme bir bakın. İyi seyirler.

Bu yazı, Episode’un 51. sayısında yayımlanmıştır.

Devrim Toyran

1973 doğumlu. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Yıllardır hep bir şeyler yazmasına rağmen “Yazmak, benim yaşam biçimim,” cümlesini kuramadı gitti. Mali işler kariyerine son verdikten yıllar sonra senaristlik dersi alıp aklını, fikrini bu sektöre yormaya başladı. Londra'da yaşamasıyla İngiliz dizilerine hayranlığının alakası yoktur…

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir