Belgravia: Haberin Var mı Taş Duvar?*

 Belgravia: Haberin Var mı Taş Duvar?*

Downton Abbey dizisinin yaratıcısı Julian Fellowes’in 2016 yılında yayımlanan aynı adlı romanı Belgravia’dan uyarlanan altı bölümlük mini dizi, ilk olarak İngiliz kanalı ITV’de daha sonra Amerikan kanalı Epix’te yayınlandı. Romanın yazarı Jullien Fellows aynı zamanda dizinin senaryosunu da kaleme aldı.

Titanik yolcu gemisinin batması gibi önemli bir olayla başlayan Downton Abbey gibi Belgravia da tarihi bir olayla başlıyor. 1815 yılında Napolyon’un mutlak yenilgisiyle sonuçlanan Waterloo Savaşı’nın bir gün öncesinde düzenlenen bir baloyla.

Richmond Dükü, Napolyon’un işgal etme ihtimaline karşı Brüksel’de bulunan yedek kuvvet birliğini yönetmektedir. Eşi Richmond Düşesi de o dönemde Brüksel’de düzenlediği gösterişli balolarla meşhurdur. İngiliz sosyetesi ve aristokrasisinden insanların katılması ise bu baloları çekici kılan en önemli özelliktir. Düşesin davetlisi olmak bir prestij göstergesidir.

Düşes, Britanya ordusunun komutanlığını yapan Wellington Dükü Arthur Wellesley’nin de katıldığı gösterişli bir balo düzenler. Baloya katılanlar arasında ticaretteki başarıları sayesinde gün geçtikçe zenginleşen James ve Anne Trenchard çifti ile kızları Sophia da vardır. James Trenchard, Wellington Dükü’nün tedarikçisidir ve başarılı bir işadamıdır ancak sosyal konumu bu baloya katılması için yeterli değildir. Fakat o bir şekilde baloya katılmanın yolunu bulur. Bu konuda en büyük yardımı da kızı Sophie’den alır çünkü kızı Sophie, Richmond Düşesi’nin yeğeni Lord Edmund Bellasis ile aşk yaşamaktadır. Sophie ile görüşmek isteyen Edmund, balo davetiyesini Sophie’ye verir. James Trenchard için bu her açıdan değerli bir fırsattır. Daha eğitimli bir aileden gelen, sosyal açıdan nezaket ve görgü kurallarını bilen Anne Trenchard ise hem kızının hem de kocasının bu davranışları karşısında tedirgin ve temkinlidir.

Trenchard ailesi baloya katılır ama varlıkları Richmond Düşesi tarafından yadırganır. Anne Trenchard görgülü davranışlarıyla geceyi yönetir. Balonun ortasında gelen bir haberle üst düzey askerler balodan ayrılır, tabii ki Sophie’nin sevgilisi Lord Edmund Bellasis de. Ertesi gün tarihi Waterloo Savaşı gerçekleşir. Lord Edmund Bellasis savaşta ölür. Hikâye, zaman atlamasıyla 26 yıl sonra Londra, Belgravia’da devam eder.

Belgravia; Londra’nın merkezinde, Buckingham Sarayı’nın güneybatısında yer alan bir bölgenin adıdır. Günümüzde de bu isimle anılmaktadır. Ortaçağda bataklık bir bölge olup suç oranıyla çok tekinsiz bir bölgeyken 1761 yılında Kral III. George’un Buckingham Evi’ni (o zaman henüz saray değildi) satın almasıyla kaderi değişmeye başlar. III. George bu bölgenin içinde bulunan Grosvenor Place üzerinde bir dizi ev inşa etmeye başlar. Daha sonra 1820’lerde Westminister II. Markizi Richard Grosvenor, Thomas Cubitt’ten bir mülk tasarlamasını ister. 30 yıl içerisinde Belgravia bugünkü şeklini alır. O günkü halinden bugüne sadece bombalama nedeniyle iki veya üç ev yıkılmıştır ve kalan tüm mimari günümüze kadar korunmuştur. Günümüze kadar korunan bir diğer özellik de bölgede yaşayanların zengin veya aristokrat olmasıdır.

1842 yılına bir zaman atlamasıyla taşınan hikâye, Anne Trenchard’ın Belgravia’da bir evde düzenlenen, adına “Afternoon Tea” denilen etkinliğe katılmasıyla başlar. Günümüzde de uygulanan, adına beş çayı diyebileceğimiz, öğleden sonra 15.30-17.00 saatleri arasında çay eşliğinde aperatif yiyeceklerin sunulduğu bu gelenek tam da bu yıllarda ortaya çıkmıştır. Hikâyede etkinliğe katılanların bu toplanma ve sosyalleşme şeklini idrak etme ve uyum gösterme çabaları da bize tam olarak bunu anlatmaktadır. Varlıklı sosyal sınıfın yarattığı bu etkinlik 19. yüzyılda toplumun tüm kesimlerine yayılmış ve günümüze kadar gelmiştir.

Bu çay partisinde Sophie’nin annesi Anne Trenchard, Edmund Belasiss’in annesi Leydi Brockenhurst ile karşılaşır ve sohbet etmeye başlarlar. Bu sohbette Sophia’nın da Edmund’dan kısa bir süre sonra öldüğünü öğreniriz. Farklı sosyal sınıftan olan bu iki kadın, evlatlarını kaybeden anne olarak ortak bir acıda birleşirler. Birinci bölümün sonunda da bir sırrın varlığını öğreniriz.

Belgravia‘yı izlerken en çok odaklanmak istediğimiz mesele bu sır aslında. Bu sırrın açığa çıkması dışında çok fazla şeyle ilgilenmek istemeyebilirsiniz. Tarihe ilgi duymuyorsanız Waterloo Savaşı dikkatinizi çekmeyecektir. Sosyolojiye merakınız yoksa 19 yy. İngiltere’sinde sosyal sınıf farklılığı sizi ilgilendirmeyecektir. Bir İngiliz soylusuyla karşılaşma ihtimaliniz yoksa “majesteleri” kelimesini kimlere karşı kullanacağınıza dair bilginin verildiği sahneye aldırmayacaksınızdır. Haksız da sayılmazsınız. Bir sırrın peşine düşmüşken sürekli karşımıza çıkan bu didaktik dil, heyecanın sürükleyiciliğine zarar veriyor. Genel kültüre katkı sağlamanın ötesine geçen bu bilgi pompalama merakı, kibirli bir kültür enjekte etme çabası izlenimi veriyor.

Bilgi fazlalığıyla dizi süsü verilmiş belgesel hissi yaratan hikâyeye bir darbeyi de oyuncular vuruyor. Bu kadar organize bir şekilde projeyi aşağı çekmek hayret verici.
Aslında bu kadar bilginin arasında doğru yerleştirilmediği için fark edilmeyen ve bu yüzden izleyiciyi duygusal bir boşluğa sürükleyen bir konu var ki o da Downton Abbey hayranı izleyicinin Belgravia’daki hizmetçiler karşısında yaşadığı şaşkınlık.

Downton Abbey’den alışıp sevdiğimiz sadık, fedakâr, çalışkan hizmetçilerinin yerini, para karşılığı çalıştığı ailenin sırlarını başkalarına sızdıran, mutfaktaki yiyecek malzemelerini başkalarına satan Belgravia hizmetçilerine bir türlü alışamıyoruz. Aslında hikâyede bunun nedeni cılız bir sahneyle izah edilse de tam anlaşılmıyor. Şehrin dışında yaşayan insanların hizmetçileri aileyle yaşadıkları için evin bir bireyi ve parçası oluyorlar. Bu yüzden aileye çok sadıklar. Fakat Londra’da, şehirdeki hizmetçiler aile yanında kalmıyorlar ve bir aileyle en uzun çalışma süreleri 18 ay. Bu kısa çalışma süreleri, ait olamama duygusuna neden oluyor. Meseleye kişiliklerindeki marazlar da eklenince sonuç sadakatsizlik oluyor. Trenchard ailesinin kırsaldaki evlerine gittikleri bölümü izlediğinizde iki evin çalışanları arasındaki farkı görmeniz mümkün.

Bütün bu detayların ötesinde Belgravia’nın duygusal bağ kurduğu konu, aile. Coğrafya, kültür, gelenek değişse de duygunun değişmediği tek cephe aile.

Kaleminde çok fazla çatışma ve kötülük olmayan senarist Julian’a bir röportajında, “Bir gün dizisinin çekileceğini düşünerek mi yazdınız bu kitabı?” diye sorduklarında, “Hayır,” diyor. Buna inanmak güç fakat sanırım yazdığı kitabın uyarlama senaryosunu da kendisinin yazacağını muhtemelen düşünmemiştir.

*Ahmed Arif şiiri.

Devrim Toyran

1973 doğumlu. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Yıllardır hep bir şeyler yazmasına rağmen “Yazmak, benim yaşam biçimim,” cümlesini kuramadı gitti. Mali işler kariyerine son verdikten yıllar sonra senaristlik dersi alıp aklını, fikrini bu sektöre yormaya başladı. Londra'da yaşamasıyla İngiliz dizilerine hayranlığının alakası yoktur…

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir