‘Carol & The End of The World’: Muhasebe departmanları asla ‘istop’ etmez, dünyanın sonu gelse bile!

 ‘Carol & The End of The World’: Muhasebe departmanları asla ‘istop’ etmez, dünyanın sonu gelse bile!

Bu Carol & The End of The World incelemesi Mert Şuşut tarafından yazılmıştır.

Netflix‘te nadiren de olsa (ne yazık ki) ve güzel deşelerseniz karşınıza nitelikli işler çıkıyor. Sıkıntı sadece Netflix’le ilgili de değil. Çoğu platformda benzer bir durum sözkonusu. Ancak kataloğu en geniş ve Türkiye pazarına ilk başını sokan platform Netflix olduğu için bir platformu mukayese ederken mecburen Netflix’i baz alıyoruz. Büyük bir iştahla kucakladığımız ve Türkiye dizi sektörünü dönüştürmesini umduğumuz dijital platformlar (yine ne yazık ki) mainstream kanallardan hallice içerikler üretmeye başladı. Yerli yapımlarda bu durum çok daha net göze çarpsa da diğer pazarlarda üretilen içerikler de çok farklı değil. Dijital platformlar, içerik üretiminin artmasıyla nitelikten yoksun ancak niceliği yüksek bir hale evrildi. Bu nedenle platformlarda nitelikli işleri bulmak samanlıkta iğne aramakla benzer bir çaba gerektiriyor.

Bu uzunca girizgâhı yapmak zorunda hissettim. Zira “samanlıkta iğne aramadan” güzel bir işe denk geldim Netflix’te: Carol & The End of The World

Bu kıyameti bir salvation (kurtuluş), bir ütopya olarak da okumak mümkün

Bir animasyon işi olan bu mini dizi, Keppler isimli bir gezegenin dünyaya çarpmasına yedi ay kala insanlığın yaklaşan kıyamete nasıl tepki verebileceğine dair ilginç yaklaşıma sahip. Carol & The End of The World dizisine distopya diyebiliriz ancak halihazırda insan ırkının bu gezegene hiçbir faydası olmadığını göz önünde bulundurursak bu kıyameti bir salvation (kurtuluş), bir ütopya olarak da okumak mümkün. Ancak dizinin yaklaşan kıyameti, insan ırkının verdiği reaksiyonu ve dünyanın son yedi ayında evrilen düzenini “fazlaca optimist” bir noktadan gördüğünü söylemek daha doğru olacak. Çünkü kıyamete yedi ay kala her ne kadar bankalar kredi kartı borçlarını talep etmeyi bıraksa, para geçerliliğini yitirse ve çalışmak diye gereklilik kalmamış olsa dahi insan ırkının kendi sonunu bu kadar güle oynaya karşılayacağından şüpheliyim.

Herkes kendi “ölmeden önce yapılacak 100 şey” listesini harıl harıl tamamlamaya çalışırken dünyada hiçbir kaosun çıkmaması mümkün mü? İnsanlar son yedi ayında dünyada gezilmemiş bir nokta bırakmazken ve paranın artık hiçbir önceliği ve belirleyiciliği kalmamışken tüm bu ulaşım hizmetini kim sağlayacak? Hele ki dizideki evreni insan ırkının hedonist aksına yerleştirmişken… Dizinin bence ütopya olmasının bir sebebi de bu. Çünkü şayet böyle bir gerçeklikle yüzleşsek bir gün -dünyanın son yedi ayının kalmasından bahsediyorum- o gezegen dünyaya parçalara ayırmadan önce insan ırkının kendi elleriyle kendi sonunu getireceğine adım gibi eminim.

Tabii ki bu evreni yaratan Dan Guterman’ı da anmadan geçmemek gerekiyor. Kendisi pek sevdiğimiz Rick & Morty’nin yardımcı yazarlarından biri. Depresif bir mizah anlayışının bu mini seriye de sirayet ettiğini açıkça görebiliyoruz.

Carol, aslında çevremizde oldukça fazla rastladığımız “gri” insanlardan biri…

İnsan ırkının kıyamet öncesi tebelleş olduğu hedonist hezeyanların tam ortasında, 40’lı yaşlarının başında son günlerini nasıl değerlendirmek istediğine dair gerçekten bir fikri olmayan bir kadın Carol. Yaklaşan kıyamet, dünyayı durdurmadan önce ortaokul müdiresi olduğunu bildiğimiz, bankalar talep etmemesine rağmen hâlâ kredi kartı ekstresini ödemeye çalışan, gerçek manasıyla dümdüz bir kadın…

Tüm dünya büyük bir koşuşturmayla içinden gelen her şeyi ölmeden tamamlamaya çalışırken Carol, hayattaki nihai amacını hatta kendisini tam olarak neyin mutlu ettiğini dahi bilemeyenlerden. Aslında çevremizde oldukça fazla rastladığımız “gri” insanlardan biri…

Carol, nudist anne ve babasının üçlü ilişkide olduğu bakıcılarıyla dünya turuna çıkmaya karar vermesiyle birlikte mental olarak büyük bir boşluğa düşüyor. Bu boşluğu da hasbelkader keşfettiği ve daha sonra adının The Distraction (“kafa dağıtan şey” olarak çevirdim ben) olduğunu öğrendiği bir yapılanmayla dolduruyor.

Carol & The End of The World her bölümde farklı bir anlatım diline sahip

“The Distraction” aslında bir muhasebe departmanı. İnsanlar birkaç ay sonra dünya yok olmayacakmış gibi buraya sabah 9 akşam 6 işe geliyorlar, çılgınlarca çalışıyorlar ve hatta bazen mesaiye kalıyorlar. Burası Carol gibi gri insanların çılgınca çalıştıkları, çalışarak dünyanın sonunu düşünmek ve yaşam amacına odaklanmak zorunda kalmadıkları bir yapılanmaya sahip. Bu yapılanmada hiçbir çalışanın birbiriyle bireysel ilişkisi yok. Hatta birbirlerinin adlarını bile bilmiyorlar. Hepsi nedenini bilmeden durmaksızın çalışıyor, çalıştıkça ya ölecekleri gerçeğini unutmaya çalışıyorlar ya da hâlâ yaşadıklarını hissediyorlar.

Bu 10 bölümlük mini seri her bölümü farklı bir anlatım dilinde, kimi zaman tek bir karakter üzerine kimi zaman da tek bir tema üzerine inşa ediliyor ve tipik bir arthouse işi gibi ucu açık bir bölümle nihayete eriyor. Finalini fazla ucu açık bulanlar olmuş, ben de finali haddinden fazla uçuş uçuş bulsam da genel olarak beni farklı gerçekliklerle yüzleştirdiği ve sorgulamaya ittiği için izlediğim şeyden memnunum.

Öte yandan muhasebe departmanlarının dünyanın sonu gelse dahi çalışacağını ve “muhtasar”, “tevkifat”, “KDV” diyerek bizi darlamaya devam edeceğini acıyla gülümseyerek fark ettim. Bu aralar boş yapmalarını büyük bir keyifle takip ettiğim Seda Yüz ve Pınar Fidan’ın da vurguladığı gibi, dünyanın her yerinde insanların yüzüne tokat gibi çarpan, onları ayıltan ve hatta belki de onları hayata bağlayan bir departman, muhasebe. Carol & The End of The World dizisinin en realist noktasının da bu olduğunu düşünüyorum.

*Bu Carol & The End of The World incelemesi, Episode derginin 53. sayısında yayımlanmıştır.

Mert Şuşut

1989 yılında İzmir’de doğan Mert Şuşut’un hayatı 5 yaşındayken VHS kasetten Bettlejuice filmini izlemesiyle değişti. İletişim lisesi çıkışlı olan Mert, bu yıllarda analog fotoğrafçılık, senaryo yazımı ve film okumaları hakkında bol bol okuma ve pratik yaptı. Eğitim hayatına Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde devam etti. Lisans döneminde siyasete ve yazmaya olan tutkusu iyice açığa çıktı. Türkiye’deki neredeyse her ana akım mecrayı gezdiği 10 küsur yıllık gazetecilik serüveni de böylece başlamış oldu. Bu süreçte profesyonel uzmanlığının ana odağı olmasa da kültür-sanat yazıları yazmaya ve röportajlar yapmaya devam etti. Bu süreçte Marmara Üniversitesi’nde sinema üzerine yüksek lisansını tamamladı. Dijital platformların hayatımıza girmesiyle film tutkusunun yanına diziler de eklendi. Profesyonel hayatına iletişim danışmanı olarak devam eden Mert, filmler, diziler ve popüler kültür hakkında yazmaya ve bir diğer tutkusu olan müzikle ilgilenmeye devam ediyor.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir