‘Dünya Bu’: Beş Benzemez ve Royal Floş

 ‘Dünya Bu’: Beş Benzemez ve Royal Floş

Halide Nusret Zorlutuna’nın bir şiiri var, “Cebin delikse eğer vermezler bir yudum su / Aldırma adam sen de… Hepsi geçer, dünya bu!” diyor. Bir ara bu şiiri incelemek isterim ama elbette bunu bir dizi kültürü dergisinde yapmayacağım. Gazapizm de “Nereye kaçsan, nereye saklansan boş / Ne yaparsan yap sen, dünya bu” diye bir şarkı yapmıştı. Ama bir dizi kültürü dergisinde rap müzik de incelemeyeceğim. O zaman “Dünya bu!” diyen bir dizi bulmak lazım. İmdadımıza GAİN yetişiyor, KALT ve Ayak İşleri ekiplerinden Dünya Bu ile!

Diziye dair hiçbir şey bilmeyenler, adını bile ilk kez duyanlar için bir uyarıda bulunayım: Bu, yani Dünya Bu, absürt komedi yapıyor ve derdi sizi “punchline”larla kahkahaya boğmak değil. Her bölümünde ortak bir evrende geçen ama birbirinden bağımsız skeçler var. Dizi, ilk sezonunda bizi toplam 8 bölümde 32 skeçle buluşturuyor. Bunların her biri birbirinden tuhaf ve apayrı hikâyeler.

Dünya Bu

Dizinin ardındaki kalemler Ozan Akyol, Erman Çağlar ve Volkan Öge. Ozan Akyol ile Erman Çağlar’a KALT’ın işlerinde; Volkan Öge’ye ise Ayak İşleri’nde ve kendi acayip macayip Volkan Öge Geliyor videolarında fazlasıyla güldük. Aslında bu beylerin üçü de skeç mantığına çok yatkın isimler. Kendilerini meşhur eden işleri esasında skeçlerdi. İncelikli de bir mizah anlayışları var ve kafaları pekâlâ zehir gibi çalışıyor. Bu yüzden insanın Dünya Bu’ya dair beklentisi yüksek oluyor.

Peki, Dünya Bu, bu beklentiyi karşılıyor mu? Oyuncu kadrosunda yazarlar Volkan Öge, Erman Çağlar, Ozan Akyol’un yanı sıra Cemal Hünal, Şebnem Bozoklu, Bülent Şakrak, Ertan Saban, Berrak Tüzünataç gibi çok başarılı isimler de dahil birçok kişi bulunuyor. Doğal olarak, oyunculuk performansı bakımından hayal kırıklığına uğrama olasılığınız düşük. Bir oyuncu üzse diğeri sizi çok memnun edecektir. Dizinin yönetmenlik koltuğunda ise Ömer Sinir var ki kendisi Gibi’nin ilk iki sezonunun yönetmeniydi. Dünya Bu’da da gayet iyi iş çıkarıyor (sürpriz değil). Bununla beraber, Dünya Bu’nun skeçlerinde, nasıl demeli, bir yetersizlik ya da hamlık var. Bazıları güldürüyor, birçoğu güldürmüyor, daha fenası, gençlerin deyişiyle “cringe” hissettiriyor. Sonuçta dizi, vasatı aşamıyor.

İyi ama bu kadar yetenekli yazarlardan, bu kadar başarılı oyunculardan ve kendini kanıtlamış bir yönetmenden nasıl oluyor da maharetleriyle aynı düzeyde bir iş çıkamıyor?

Dünya Bu

Beş Benzemez

Poker güzel oyun, Türkçe hoş dildir. “Beş benzemez” tabirini çok beğeniyorum. Beş benzemez, pokerin en talihsiz elidir: Elinizde teker teker en değerli kartlar da bulunsa, beş benzemezlerse hiçbir şeylerdir.

Dünya Bu, hiçbir şey olacak kadar değersiz ve kötü bir yapım değil ama bir çeşit beş benzemez. Bunca yetenek ayrı telden çalmış. KALT ve Volkan Öge takipçileri her skeçte tanıdık bir şeyler göreceklerdir gerçi ama sadece KALT ya da sadece Volkan Öge takipçileri bazı skeçlerin dilini kavramakta çok zorlanacak. İkisinin mizahına da uzak kimseler ise Dünya Bu skeçleriyle hemen hiç bağ kuramayacak.

Bana kalırsa kısa kısa birçok farklı hikâye anlatan bu tür yapımların en büyük meselesi izleyiciye bağ kurabilecekleri bir malzeme vermek oluyor. Görünen o ki yapım, KALT ve Volkan Öge mizah dilinin bu bağı oluşturmaya yeteceğine düşünmüş. Ama yetmiyor. Absürt tarzından ve Ömer Sinir’den ötürü kaçınılmaz şekilde karşılaştırıldığı Gibi’ye göre Dünya Bu’nun en büyük dezavantajı burada yatıyor. Gibi’de bir hikâye uyduruk bile olsa (ki gerçekten çok uyduruk hikâyeler de çıkardılar), karakterlerin uyumu sizi dizide tutuyor. Dünya Bu’da ise hikâye uyduruksa sizi dizide tutabilecek hiçbir şey yok.

Talihsizlik şu ki, özellikle üçüncü bölümden sonra vites artırsa da ilk bölümdeki skeçler sahiden çok zayıf. Gerçi Volkan Öge’nin başrolünde olduğu ve işportacılara danışmanlık verdiği ilk skeç hiç fena değil ama ardından gelenler anlamdan yoksun. “Absürt mizahta anlam mı aranır?” diyebilirsiniz. Fakat mesele, bir şekilde izleyicinin bağ kurabileceği bir bağlam yaratabilmektir. Bu tür mizahın şahikası The Blues Brothers filmini düşünün: Ne rahibenin geriye doğru süzülmesini, ne gökyüzünden bir ışık hüzmesinin Jack ile Elwood’u aydınlatmasını ne de koca bir ABD ordusunun bizim kardeşlerin peşine düşmesini yadırgarız. Çünkü izleyici, Jack ve Elwood ile öyle güçlü bir bağ kurar ki film onların etrafında yeni bir gerçeklik yaratmayı başarır. Dünya Bu, kendi gerçekliğini yaratamadığı için ancak gerçekten iyi yazılmış, iyi oynanmış, iyi çekilmiş hikâyelerle izleyiciyi yakalayabiliyor. Gerisini oyalanmak için bile izlemek insana zul geliyor. Hal böyle olunca birçok izleyicinin diziyi ilk bölümünde bırakması kaçınılmaz.

Dünya Bu

Sıradan İnsan, Sıradışı An

Dünya Bu’nun en iyi becerdiği iş, sıradan insan için çeşit çeşit sıradışı an bulabilmesi. Dizi 8 değil, 88 bölüm de olsa sanki yazarlar yeterince sıradışı vaka bulabilirmiş. Az önce belirttiğim gibi, bu vakaların kalitesi aynı düzeyde olmasa da Dünya Bu’nun sürdürülebilirliğinden kuşkum yok. Yazarların yeteneğini düşünürsek olası bir ikinci sezonda Dünya Bu’nun eli pekâlâ beş benzemezden royal floşa dönebilir.

Demek istediğim şu: Bu dizinin ilk sezonu, bazı skeçleriyle sizi gerçekten eğlendirebilir ama toplamda Ozan Akyol, Erman Çağlar ve Volkan Öge isimlerinden beklediğinizi karşılamayacaktır. Fakat bu isimler öyle güçlü kalemler ve komik kafalar ki dizinin ikinci sezonunun sorunsuz bir ritim bulmaması için hiçbir neden yok. Yani Dünya Bu, Çemişgezekspor değil, sezonu 13. sırada bitiren Galatasaray. Beklentinizi karşılamayacak olmasının nedeni de insanı yüksek beklentiye sokması ama potansiyelinin altında kalması. Bir de, bu halinde bile seyirciyi ayağa kaldıran goller atabiliyor ve sonrası için umut veriyor.

Bu arada, “sıradan insan” dedim ama bu dizideki karakterlerin hepsi tuhaf. Yalnız, bir süper kahraman gibi olağanüstü özellikleri yok. Onlar sıradışı anların içinde tuhaflaşıyor. Tıpkı Cem Yılmaz’ın Arif’i gibi. Dünya Bu’nun karakterleri de pekâlâ sokakta karşılaşabileceğiniz ama sıradışı anlarla karikatürize edilmiş tipler. Ne var ki dizi, birkaçı hariç çok akılda kalıcı karakterler yaratmayı başaramıyor. Böylece biraz önce geçtiğimiz yere dönüyor: izleyicinin bağ kuracağı herhangi bir şeyin olmaması.

Öyleyse Dünya Bu’nun gelecek sezonlarda potansiyeline erişebilmesi için yegâne ihtiyacı var, insanın aklına mıh gibi çakılacak birkaç karakter. Bunu başarabilecek kadro da Dünya Bu’da var.

Dünya Bu

İzlemeli Misin?

Yazımın sonuna gelirken, “Ben bu diziyi izlemeli miyim?” diye sorarsan ne cevap veririm diye düşündüm. Sen bu diziyi izlemeli misin?

Eğer punchline mizahının taraftarı değilsen ve büyük beklentiler taşımıyorsan Dünya Bu keyifli vakit geçirmeni sağlayacaktır. Öte yandan, onu izlemedin diye bir şey kaybetmiş de olmayacaksın. Yine de her gün karşılaşabilirmişiz gibi normal bir dille anlatılan tuhaf maceralar özellikle genç, kentli izleyici için daima caziptir. Dünya Bu, bu cazibeye sahip. Dilerim, ilerleyen dönemde bu cazibesine yazarlarının yeteneğine denk bir nitelik de ekler. Böylece unutulmaz, en azından hayırla yâd edilen Türk komedileri arasında yerini alır.

Bu yazı, Episode’un 49. sayısında yayımlanmıştır.

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir