Erdem Şenocak ile Kariyerini ve ‘Öteki’ Oyunu Konuştuk

 Erdem Şenocak ile Kariyerini ve ‘Öteki’ Oyunu Konuştuk

Erdem Şenocak son dönemde “arthouse” ya da “ana akım” fark etmeksizin sıklıkla karşımıza çıkan bir isim. Arka arkaya Selman Nacar’ın İki Şafak Arasında, Emin Alper’in Kurak Günler ve Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filmlerinde rol alan Erdem Şenocak, bugünlerde Kübra‘da canlandırdığı imam karakteriyle ve Emin Alper’in yönettiği ilk tiyatro oyunu Öteki‘deki performansıyla dikkat çekiyor.

Erdem Şenocak ile tiyatroyla başlayan serüvenini ve yer aldığı son işleri konuştuk.

Fotoğraf: Kerem Uzel

Erdem Şenocak: “Tiyatro bana daha iyi bir insan olma şansı veriyor”

Öncelikle sizin için tiyatro kökenli bir oyuncu demek daha doğru olur. Hatta sizi eskiden beri takip edenler Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar romanının uyarlamasıyla tanıyor. Tiyatroya da daha bağımsız ve hikâye anlatıcılığı üzerinden bakıyorsunuz. Şu an Türkiye’deki tiyatro sahnelerini ve üretkenliğini nasıl görüyorsunuz?

Sahnede olmak giderek zorlaşıyor… Türkiye’de, özellikle İstanbul’da son 10-15 yıldır artan alternatif tiyatro toplulukları ve sahnelerle birlikte farklı içeriklerin, biçimlerin araştırılmasını ve denenmesini oldukça olumlu buluyorum. Ancak bu toplulukların zor koşullarda tiyatro yaptıklarının içeriden biri olarak farkındayım. Pandemi sürecinde ne kadar ince bir ip üstünde yürüdüğümüzü acı bir şekilde hatırladık. Devletin tiyatroya desteğinin artması ve dağıtılan destekteki mevcut oranların bu gruplar lehine değişmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir yandan da sadece tiyatro sahnesinde olmakla ilgilenmiyorsunuz. İşin kültürel ve felsefi boyutuyla da ilgileniyorsunuz. Bu açıdan tiyatroyu hayatınızda nasıl bir yere koyuyorsunuz?

Tiyatro kendimi daha rahat, daha yaratıcı hissettiğim bir alan. Metinler ve oyunlar, rol arkadaşlarımla ve seyirciyle sahici ve derinlikli ilişkiler kurmanın araçları oluyor. Tabii bu araçları en iyi şekilde kullanabilmek için bedeninizi, zihninizi ve ruhunuzu geliştirdiğiniz bitmeyen bir prova süreci gerekiyor. Provalardaki yapma, yıkma ve yeniden yapmanın zorlu olduğu kadar öğretici bir yanı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla tiyatro bana daha iyi bir insan olma şansı veriyor, diyebilirim.

Buradan sinemaya geçersek sinemada da iyi “art house” yapımlarla parladınız. Özellikle Tayfun Pirselimoğlu’nun Kerr ve Selman Nacar’ın İki Şafak Arasında filmleri kariyeriniz açısından da bir kırılma olarak görülebilir. Hatta İki Şafak Arasında ile Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanmıştınız. Senaryo seçerken en çok dikkat ettiğiniz unsurlar neler oluyor ve nasıl bir motivasyonla hareket ediyorsunuz?

Bir yanım, teklif edilen her rolü oynamak istiyor ancak tabii ki birçok projeyi elemek durumunda kalıyorum. Hikâyenin gücü, yönetmenin daha önceki işleri, filmin oyuncu kadrosu, rolün oyuncuya açtığı alan gibi ilk akla gelebilecek kriterler benim için de önemli oluyor genelde. Projeden projeye bunların ağırlığı değişebiliyor tabii.

Emin Alper’in Kurak Günler‘i ve Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne‘si gibi arka arkaya çok ses getiren filmlerde de önemli roller aldınız. Bu açıdan kariyer eğrinizi nasıl görüyorsunuz?

Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Görece geç başladığım sinema kariyerimde başka değerli yönetmenlerle de çalıştım. Umarım oyunculuk konusunda kendimi zorlayacağım ve hikâyesine katkıda bulunacağım filmlerde yer alma imkânım devam eder.

“Emin Alper’in filmlerinde en önemli öğelerden biri oyunculuk.”

Tiyatro ile sinemayı veya dizileri karşılaştırdığınızda, oyunculuk metodunuzda ya da karakterlere yaklaşımınızda ne gibi farklılıklar oluyor? Bu tür ayrımlarda bulunuyor musunuz?

Elbette tiyatro sahnesi ve kamera önü farklı oyunculuk biçimleri talep ediyor ancak oyuncunun role yaklaşımı açısından ikisi arasında büyük bir ayrım yok bence. İkisinde de sahneleri iyi analiz etmeniz, karakterin içinde bulunduğu koşulları düşünmeniz ve eylemlerini bulmanız şart ve bunları kâğıt üzerinde değil oynayarak yapmalısınız. Bu temel gereklilikleri yerine getirdikten sonra kamera önünde ya da sahnede yönetmenin ve metnin talep ettiği üsluba göre oyunculuk biçiminizi rahatlıkla değiştirebilirsiniz.

Motivasyon açısından ise hiçbirini bir diğerinden ayırmamaya ve hepsine gereken özeni göstermeye çalışıyorum, ancak hazırlık zamanının kısıtlılığı açısından diziler, tiyatro ve sinemadan ayrılıyor tabii. Bazen senaryonun bir gün önce geldiği oluyor TV dizisi setlerinde. Bu durumda uzun araştırmalar, sahne çözümlemeleri vs. yapmak yerine sahnenin gerekliliklerini en iyi şekilde yerine getirebilmek için hızlı ve pratik çözümler bulmak durumunda kalıyorsunuz.

Emin Alper’in yönettiği ilk tiyatro oyunu Öteki‘nin de kadrosundasınız. Öteki bir Dostoyevski novellası ve kişilik bölünmesine, parçalanmış bilince dair bir eser. Oyunu sahneleme sürecinden bahseder misiniz? Tanıdığınız bir yönetmen olmasına rağmen Emin Alper ile tiyatro sahnesi için çalışmak nasıldı?

Emin Alper’in filmlerinde en önemli öğelerden biri oyunculuk. En azından Kurak Günler‘de yer alan bir oyuncu olarak deneyimim öyle olmuştu ki diğer filmlerindeki oyuncu performansları da bu tezimi destekliyor. Dolayısıyla Öteki ekibine katıldığımda bir oyuncu olarak emin ellerde olduğumu düşünmüştüm; öyle de oluyor. Romandaki kişilik bölünmesini sahneye taşırken Emin’in biçimsel bir önerisi oldu. Bakalım biz, oyuncular bunun altından kalkabilecek miyiz, seyirci bunu nasıl karşılayacak? Ben de heyecanla prömiyeri bekliyorum.

Bir Derdim Var dizisinin kadrosundaydınız ama dizi yayından kaldırıldı. Ana akımda, derdi olan yapımlar kimsenin derdi değil mi, ne dersiniz?

Bu tarz durumlarda iğneyi kendime batırma taraftarıyımdır. Kendimden başlayarak ekip olarak neleri eksik yaptığımızı sorgulamanın, kendimizi geliştirmek için daha yerinde olduğunu düşünürüm ki bu süreçten kendi adıma çıkarttığım dersler var. Ancak henüz üçüncü bölüm yayınlandıktan sonra altıncı bölümde final yapma kararı alınmasına biraz üzüldüm açıkçası. Kamera önünde ve arkasında çok iyi anlaştığım böyle değerli bir ekiple daha uzun çalışmak isterdim.

Emin Alper gibi Selman Nacar’la da yeni bir işiniz var. Dünyanın ikinci şehir ansiklopedisi olan ve Reşad Ekrem Koçu tarafından yayımlanan İstanbul Ansiklopedisi‘nden esinlenen bir seri Netflix’e gelecek. Tarih, edebiyat, sanat tarihi gibi alanlarda kaynak kitap olma özelliği taşıyan bir eserin uyarlamasında yer almak nasıl, seride kitap üzerinden nasıl bir yol izleniyor?

Bildiğim kadarıyla dizi bir uyarlama değil; İstanbul Ansiklopedisi, diziyi bağlayan bir motif olarak kullanılıyor. Selman Nacar, dizinin yönetmeni olmasının yanı sıra yazarı. İlk iki filminde beraber çalışmıştık; bu projede de aklına gelmekten dolayı çok mutluyum.

Yeri gelmişken, bağımsız sinemada sıklıkla gördüğümüz, hem yazan hem yöneten “auteur” yönetmen işlerini dizilerde de görmenin beni hem bir oyuncu hem bir seyirci olarak heyecanlandırdığını söylemeliyim. Daha önce bu, hatırladığım ve takip edebildiğim kadarıyla Berkun Oya’nın Bir Başkadır‘ı ve Yunus Ozan Korkut’un Duran ve Magarsus‘unda olmuştu. Böyle örneklerin artmasını dilerim.

Ayrıca Umur Turagay’ın Adsız Aşıklar dizisinde de yer alıyorsunuz. Bir 90’lar tutkunu olarak benim için Umur Turagay, Türkiye’de yapılmış en iyi kliplere imza atmış isimlerden biridir. Tarkan’ın Kış Güneşi, Şebnem Ferah’ın Vazgeçtim Dünyadan ve Orhan Atasoy’un ikonik Gemiler klibi onun. Yakın zamanda Sıcak Kafa‘nın da yönetmenliğini yapmıştı. Risk alan, distopik bir işti. Adsız Aşıklar için neler söylemek istersiniz

Bu bahsettiğiniz şarkıları ve klipleri, özelikle “Gemiler”i çok severim. Adsız Aşıklar‘ın da güzel bir iş olacağını düşünüyorum. Ben de bu işe bir bölüm, eğlenceli bir rolle konuk olacağım için mutluyum.

Sıcak Kafa‘nın yazarı Afşin Kum’un kitabından Netflix’e uyarlanan Kübra dizisinde de rol alıyorsunuz. Yağmur Taylan ve Durul Taylan’ın yönettiği bir iş ve bir imamı canlandırıyorsunuz. Taylan biraderlerle çalışmak nasıldı ve imamı oynamanın zorlukları nelerdi?

Taylanları Vavien‘le tanımış ve filme hayran olmuştum. Daha sonra seyrettiğim Küçük Kıyamet’i de çok severim. Bu yüzden onlarla çalışacağım için çok heyecanlanmıştım teklif geldiğinde. İşlerine bağlılıklarına, titizliklerine, oyuncuya karşı açıklıklarına yakından şahit olmak benim için ufuk açıcıydı. Umarım onlarla tekrar birlikte çalışma şansı bulurum.

Elbette canlandırdığınız her karakterin farklı zorlukları ve tam da bu sayede farklı güzellikleri oluyor. Her karakter bir meydan okuma oluyor oyuncu için. İmamı canlandırırken benim için en zor şey, Arapça konuşmaktı. Pek aşina olmadığım bu dilde konuşma zorluğunu aslında kendime ben çıkardım denebilir.

Senaryoda imam, Kuran‘dan birtakım Türkçe alıntılar yapıyor. Karakteri ve sahneyi güçlendireceğini düşünerek ben bu alıntıların Arapçasına da çalıştım. Sette prova yaparken metinde olmayan bu eklemeler Taylanların da hoşuna gidince o şekliyle çektik.

Son olarak tiyatro ile ilgili bir gün mutlaka sahneye koymalıyım ve oynamalıyım dediğiniz bir eser var mı, neden? Sinemada önemli yönetmenlerle çalıştınız ama dünya sinemasında idol olarak gördüğünüz bir yönetmen var mı, kiminle sete çıkmak isterdiniz?

Bir zamanlar yönetmenlik de yapmıştım ama düşünüyorum da yönetmek için değil, yine oynamak için birtakım şeyleri gözüme kestirmişim ve bunlar yine bazı romanlar olmuş. Ancak belki de neden sorusunun
cevabını tam olarak veremediğim için henüz bunlarla ilgili harekete geçmedim.

Dünya sinemasından filmlerini sevdiğim çok fazla yönetmen var ama bu konuyla ilgili hiç düşünmemiş, hayal bile kurmamışım. Olivia Colman’ın oynadığı bir filmi yöneten herhangi birinin filminde oynamak isterdim diyeyim; yakın olursam belki oyunculuğunun sırrına da vâkıf olurdum.

Öyle bir şansım olsaydı, benden fena bir Coen kardeşler oyuncusu çıkmazdı herhalde. Bir Farhadi filminde yer almayı isterdim. Haneke’yi de çok severim ama sette, “Daha sade oynayın, Herr Şenocak!” diye sesini yükselttiğini duyar gibiyim.

*Orçun Onat Demiröz’ün Erdem Şenocak ile yaptığı bu röportaj Episode derginin 53. sayısında yayımlanmıştır.

Orçun Onat Demiröz

Lisans öğrenimini 2010 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde tamamladı. Akabinde yüksek lisans için Viyana’ya gitti ve 4 yıl kadar Avusturya’da yaşadı. 2015 yılında Türkiye’ye döndü ve çeşitli kültür/sanat dergilerinde, eklerde, bloglarda yazarlık yaptı. Aynı zamanda birçok ajansta da metin ve içerik yazarı olarak çalıştı. Hayatına yazar, yorumcu ve DJ olarak devam ediyor.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir