Etiyopya: Afrika’nın Bir Başka Karanlık Yüzü Sahnede- ‘İmparator’
Salaş görünümlü dekorlar, arkası dönük bir sandalye, paçavraların yerlerde süründüğü bir sahne karşılıyor bizi. Polonyalı gazeteci-yazar Ryszard Kapuscinski’nin yazdığı İmparator adlı eseri İrlandalı Colin Teevan tiyatroya uyarlamış ve bu oyun Dostlar Tiyatrosu tarafından sahneleniyor. Oyunun çevirisini, yönetmenliğini ve dramaturjisini Genco Erkal üstlenmiş; yine oyuncular arasında Genco Erkal ve Enes Sarı’yı görmekteyiz. Dekorlar Duygu Sağıroğlu’nun daha önceki tasarımlarından yola çıkarak yapılmış; ışık tasarımı Hakan Özipek’e ait; renk renk, çeşit çeşit kostümlerin tasarımı ise Özlem Kaya’ya…
1970’li yılların Etiyopya’sındayız. 43 yıllık egemenliği son bulan İmparator Haile Selassie’nin hikâyesini dinliyoruz sarayda çalışanların ağzından… Saray çalışanları Selassie’ye o kadar bağlı ki, onu eleştiremez, onun hakkında olumsuz bir düşüncede bulunamazlar. Selassie, sarayında bolluk bereket içinde yaşarken halkının sefalet içinde yaşadığının farkına varmaz ve ne yazık ki saray çalışanları dahi halkın acısına ortak olamamış, halkın yoksulluğunu görememiştir. Saray çalışanlarının paçavra kostümleri ve sahnede yer alan dekorlar İmparator Selassie’nin sonunun geldiğini bize açık bir şekilde belli ediyor. Bu dekorlar aynı zamanda sefalet içindeki bir ülkeyi temsil ediyor.
Oyunda İmparator karakterinin canlandırılmasını görmemekteyiz. İmparator’un sahnedeymiş gibi görünmesi, saray çalışanlarının İmparator ile geçmişte kurdukları diyaloglar üzerinden bize hissettiriliyor. Üstünde nişanı bol bir kostümle gelmesi de İmparator’u çağrıştıran bir diğer unsur. Çalışanlar dışında İmparator’a muhalif üniversite öğrencilerini görüyoruz. Değişen her kostüm sahneye bir yenilik katıyor; rollerin değişmesini sağlıyor. Aynı zamanda Nazım Çınar’ın besteleriyle Afrika’yı çağrıştıran müzikler oyuna farklı bir sahne geçişi sağlıyor. Bu geçiş oldukça keyifli. Duygusal geçişlerimizi de beraberinde getiriyor. Kimi zaman muhalif öğrencinin yanındayız, kimi zaman saray çalışanına “naif”liğinden ötürü kızıyoruz; kimi zaman halk sefalet içindeyken sarayda aslanların gümüş tabaklardan yedikleri et, gecikmeyen yemek saatleri insanı öfkelendiriyor; insanların sefaletine üzülüyoruz. Aynı zamanda birçok kişinin iki oyuncu tarafından canlandırılması, hızlı bir şekilde rolden role girmeleri iki kişilik oyunun nasıl sahnede devleştiğini bizlere gösteriyor. Genco Erkal’ın dinamikliği ve uzun yıllara dayanan deneyimi, Enes Sarı’nın başarılı oyunculuğuyla birleşince ortaya çıkan manzara göz dolduruyor. İmparator’un günlük yaşamına tanıklık ederken bir yandan sahnede rolden role geçen Genco Erkal ve daha çok muhalif, öğrenci rollerinde gördüğümüz Enes Sarı: Yatak odası görevlisi, köpeğin idrarını ayakkabılardan temizleyen kişi, hayvanat bahçesi sorumlusu, Kabul Salonu görevlisi, yastık taşıyan kadın, “Efendi’nin guguk kuşu”-en eğlenceli ve düşündüren sahnelerden biriydi- ve sarayın kapısında dilekçe vermek için bekleyen halk, muhalif öğrenciler, saray çalışanı ve üniversitede okuyan oğlu arasındaki çatışma… Hepsi bende derin etkiler bırakan sahneler oldu.
Oyunda adalete ve yönetime dair düşünceler sıklıkla işleniyor. Her seferinde efendilerini mutlu etmek için dört dönen saray çalışanlarının karşısına üniversiteli gençler ve köylüler çıkıyor. Ülkede üniversite olmaması, saraylıların ve saray çalışanlarının çocuklarını okutmak için yurtdışına göndermeleri, ancak okuyup geri gelen öğrencilerin yurtdışında gördüklerinin Etiyopya’dan daha farklı, daha adil bir sistem olduğunu söylemeleri İmparator’un sistemini yavaş yavaş çatırdatıyor. Gidip gelenler ülkelerine daha eleştirel bakabiliyorlar artık…
Oyunun sonunda, “Şimdi her şey olup bittiğine göre durup düşünüyorum ve hayret ediyorum, biz bu adama bunca yıl nasıl inandık?” diyerek özeleştiride bulunuyor saray görevlisi. Bir bakıma, kendisine yabancılaşan ve belki de özgürleşen saray görevlisi görüyoruz karşımızda. Artık körü körüne bağlanan değil, eleştirebilen, olayları idrak edebilen birinin karşımızda olması seyirciyi de umutlandıran bir şey. Oyunun başında “Bu sandalye niye arkaya dönük, acaba yüzleşecek yüzü yok mu İmparator’un?” diye düşündüğüm aksesuar, oyunun sonunda kanlara bulanmış bir şekilde karşımıza çıkıyor. Halkın kanına bulanmış bu sandalye, İmparator’un açgözlülüğünü, hırsını temsil ediyor, aynı zamanda da kendi sonunu…
İşte hem Etiyopya sefaleti hem de Afrika’nın gerçek yüzü karşımızda. Açlık, kıtlık, susuzluk… Bir yandan İmparator’un şaşaalı hayatına tanıklık ederken bir yandan çöküşüne giden yolu adım adım izlemiş oluyoruz böylece. Aziz Nesin’in dediği gibi, “Bütün devrilmişlere, bütün devrileceklere selam!”
Bu yazı, Episode’un 48. sayısında yayımlanmıştır.