‘Kağıttan Hayatlar’: Dramı Müzikle Harmanlamak
Yarına Tek Bilet‘ten sonra doğrudan Netflix için hazırlanan ikinci yerli film projesi Kağıttan Hayatlar… Araya 9 Kere Leyla ve Azizler gibi işler de girdi ama bu yapımların rotaları pandemi öncesinde sinema salonlarıydı. Bu yüzden Kağıttan Hayatlar filmini ikinci orijinal Netflix filmi olarak nitelendirmek daha doğru.
Kağıttan Hayatlar‘ın yönetmenlik koltuğunda Ayla ve Müslüm gibi gişesi bol filmleri çeken Can Ulkay oturuyor. Senaryo ise yıllar önce Behzat Ç. ile bence acayip işler çıkaran Ercan Mehmet Erdem’e ait. Acayip derken, Ercan Mehmet Erdem’in gerçekten de Türkiye dizi tarihinde karakter ve olay örgüsü bütünlüğünü ustaca kuran işlerinden birinin baş mimarlarından olmasını kast ediyorum. Kalemine ve kafasındaki dünyalara hep hayranlık beslemişimdir. Behzat Ç.’nin 78 ve 81. bölümlerini izlerseniz ne demeye çalıştığımı daha iyi anlayacaksınız.
Kağıttan Hayatlar’da ise E. M. Erdem’in tanıdık diyaloglarına elbet denk geliyoruz lakin eldeki dramı çoğunlukla müzikle güçlendirmeye çalışan bir yönetmenlik söz konusu. Can Ulkay önceki işlerinden az çok neler yapılacağı tahmin edilebilen bir yönetmen olsa da filmin yazı tarafı için şaşırdığımı gizleyemiyorum.
Kağıttan Hayatlar, 140 dakikalık bir yerli dizi bölümünün kurguda kırpılmış versiyonu gibi.
Film, hayatını karton toplayarak sürdürmeye çalışan Mehmet adındaki genç bir adamın günün birinde karşılaşıp sahip çıktığı 9 yaşındaki Ali’yle arasında geçenleri anlatıyor. Arka planda Tarlabaşı olduğunu tahmin ettiğim yıkık bir İstanbul semtinden ve şehrin görkemli muhitlerinden manzaralar… Kabul, buraya kadar da hikayeyle atmosfer arasında uyum bir şekilde sağlanabilirdi. Fakat Kağıttan Hayatlar son yıllardaki yerli dizi formatlarını andıran bir sahneyle açılmayı tercih ediyor. Böylece genel gidişatın nasıl ilerleyeceği az çok tahmin edilebiliyor.
Birkaç sene önce televizyondan yerli dizi izlemeyi bıraktım. Uzun bakışmalar, müzikle desteklenen dram ve ne olacağı gözükse bile sonuca bir türlü ulaşamayan bir hikaye yığınına dönüştü ekranlar. Kağıttan Hayatlar ise 140 dakikalık bir yerli dizi bölümünün kurguda kırpılmış versiyonu gibi. Sanat yönetimi ve kostüm çok iyi çalışsa da eldeki öykünün aktarımı ve güçsüz diyaloglar bu benzetmemi desteklemekten öteye geçememiş.
Elde müzikle kolaya kaçmaya çalışan bir anlatım olmasaydı daha iyi ve gerçekçi bir film izleyebilirdik.
Ayla ya da Müslüm gibi filmler senarist ekibi ve yönetmenin yaptıklarından çok yapımcı müdahaleleriyle şekillenen işlerdir. Bu filmlerin tanıtım aşamalarında da bu durum gün yüzüne çıkmıştı. Kağıttan Hayatlar ise Can Ulkay’ın farklı bir yapımcıyla çalışmasına rağmen yine aynı tarzı izlediği bir film olmuş. Sanki Ulkay, çekim aşamasında sık sık gereksiz müdahalelere maruz kalmış gibi. Eldeki senaryonun üstüne farklı ekler yapılmış ve bu durum zorla kabul ettirilmiş gibi.
Burada izleyiciyi kasıtlı olarak duygulandırmak ve hikayeye koşulsuz bağlamak amacı da var. Ancak söz konusu Netflix gibi evrenselliğe oynayan bir platform olduğunda mevcut amaç gereksiz bir çabaya dönüşüyor. Çünkü seyircinin almak istediği tema için binlerce seçeneği var. Bu filmin ise bu seçeneklere yeni bir şey katma özverisi de yok. Aksine, hemen hemen her sahnesini müzikle beslemeye çalıştığı için etkilenebileceğimiz anlar bile odaklanma sıkıntısı yaratıyor.
Bunun dışında, Çağatay Ulusoy’un sadece yakışıklığı üzerinden bir kariyer ilerletmek istemediğini görüyoruz. Bence bu çok iyi. Ayrıca Turgay Tanülkü ve Ersin Arıcı gibi isimlerin de iyi niyetli performanslarına yer veriyor film. Diyorum ya, elde müzikle kolaya kaçmaya çalışan bir anlatım olmasaydı daha iyi ve gerçekçi bir film izleyebilirdik. Ne diyelim sağlık olsun, umudumuz sonraki projelerde…