RÖPORTAJ │ Nazmi Sinan Mıhçı ile Dayı Şov, Kukla Kabare ve fazlası…

 RÖPORTAJ │ Nazmi Sinan Mıhçı ile Dayı Şov, Kukla Kabare ve fazlası…

Engin İnan’ın Nazmi Sinan Mıhçı ile gerçekleştirdiği bu röportaj, Episode’un 29. sayısında yayımlanmıştır.

Çoğumuzun Kukla Kabare ve GAİN’de yayınlanan Dayı Şov ile tanıdığımız, ancak 20 yıldır tiyatro ve sinema alanlarında farklı üretimler yapan bir isim Nazmi Sinan Mıhçı. Bir kuklayla her hafta 1 saatlik canlı talk show yapan Mıhçı ile buluştuk, Dayı Şov’u, Kukla Kabare’yi ve çok daha fazlasını konuştuk.

Çoğumuz sizi Kukla Kabare ve Dayı’yla tanıdık ama aslında siz pek çok film ve tiyatroda yer aldınız. Dayı öncesinden bahseder misiniz?

2000 yılından beri TV-reklam sektöründe hem oyunculuk hem çocuk hem yetişkin oyuncu koçluğu yaptım. 2000’de aynı zamanda Anima firmasıyla kuklaya başladım. Tesadüf eseri orada el oynatmaya gittim ama çok heveslendim ve sonra Pınar kuklalarıyla başladım. Bu sırada oyunculuk tiyatro yoğunluklu devam etti aslında. 

Hüseyin Karabey’in Sesime Gel filminde oynadım, benim için önemli bir filmdir. Caner Özyurtlu ile çok çalıştım, onun filmlerinde rol aldım. 20 yıl gibi bir süre; hem kukla, hem oyunculuk, hem koçluk bir arada yürüdü. Ama oyunculuk açısından daha çok koçluk ve tiyatro var.  Atina’da Terzopoulos’la çalışma fırsatı buldum. Attis Tiyatrosu’nun kurucusu, şu anda yaşayan birkaç fenomen yönetmen ve tiyatrocudan biridir. İki ay orada eğitim aldım, 2010’da onunla beraber Alman, Türk, Yunan ortak yapımı Zincire Vurulmuş Prometheus oyununu çıkardık. Yunanistan, Almanya ve Türkiye’de oynadık. 

Bir Yıldız Batıyor oyunum var, 2018 başında çıktı, onu pandemiye kadar Kadıköy’de çeşitli sahnelerde oynuyordum. Tek kişilik, yarı otobiyografik bir oyundu, onun senaryo grubundaydım, içinde kuklanın da olduğu bir oyundu. Benim de medarı iftiharım Bir Yıldız Batıyor oyunudur, Dayı değil. Fırsat bulursam onu tekrar oynamaya başlayacağım. 

GAİN’de daha önce bir işte yer aldınız…

Evet, çok tesadüf; Ex Aşkım’da bir bölüm oynadım. 

Kukla hikâyeniz nasıl başladı?

2000’de Anima’da başladı. Anima bir prodüksiyon ajansı. Tiyatro oyununda bizi görmüşlerdi, bir öğrenci işi gibi başladı. Aslında bir kuklanın elini oynatacaktım ama bazı sorunlar yaşandı, asıl kuklacıyla anlaşamadılar. Bizde de heves görünce yapar mısınız dediler, yaparız dedik ve acemi şekilde biz o işi kotardık. Bu şekilde başladı ama dediğim gibi acemiydik o zamanlar. Türkiye’de de bunun eğitimi yoktu. Çok izleyerek ve çok çalışarak eğitebilirsiniz kendinizi. Ben bir sürü Jimmy Henson ve Frank Oz’un, (o sıralar Youtube da yok) yurtdışından VCD, DVD’lerini getirerek, bakarak, çalışarak devam ettim. Sonra Pınar kuklaları başladı. Orada biz hem projeyi geliştirdik hem de oynatıcılığımız gelişti. Sonra devamlı reklamlarda kamera önü oynatıcılığı yaptım, sahne oynatıcılığından daha farklı bir tekniği var. Uzun yıllar televizyonda kukla olarak ne varsa içinde yer aldım diyebiliriz. 

Türkiye’de kuklayla ilgilenen çok isim var mı?

Çocuk tiyatroları var ama onun tekniği ve alanı farklı. Kamera önü oynatıcılığı anlamında Şevket Suha Tezel vardır, çok yaratıcıdır ve yakın arkadaşım. Birkaç isim var ama bu profesyonellikte çok fazla yok. 

Peki, Dayı nasıl oluştu? Yıllardır oyunculuk yapıyorsunuz ama esas tanınırlık Dayı ile oldu, Dayı sizin için ne ifade ediyor?

Ben canlı keçi de oynattım, bir sigorta reklamında sırtıma alıp. Ananastan zeytinyağına, benzin pompasından bavula… Bu tip nesnelerin animesiyle de uğraştım, bu arada oyunculuk da devam etti. Çok hevesli olduğum için de bir sürü karakter üretiyordum profesyonel dünyada çalışırken. Kuklanın mizahını çözdüm aslında. Kuklanın nerede, nasıl çalıştığını çözdüm. Örneğin Pınar kuklalarında Vedat Özdemiroğlu ve Umut Sarıkaya yazıyordu metinleri ilk başta ve dünyanın en yetenekli, en komik yazarlarıdır ve çok komik metinlerdi, fakat kuklayla yapınca çalışmadı. Oradan  bir şey öğrendik, çok komik bir metni kuklaya oynattığında şu geliyor: E, bunu oyuncu oynasın, kukla niye yapsın? Kuklanın mizahı biraz daha farklı. Bunu keşfedince de kendime rica minnet bir yerlerden kukla yaptırıp karakterler üretmeye başladım. Bunlar birikti. Binali diye de bir karakterim var, türkü barcı. Küçücük bir el kuklası ama bir türkü barda, ama bu küçücük şeyin proleteryadan, türkülerden bahsetmesi işleri çok değiştiriyor. Bir Yıldız Batıyor’da var bu karakter. Bunun gibi bir sürü tip biriktirdim. Sonra Kırçıl Amca diye bir şey daha yaptım, Kırçıl Amca ile Eğlence Çufçufu diye ve Instagram’a birkaç şey koydum. Onun özelliği de şuydu; aşırı sert masallar anlatması. Eğlence Çufçufu adı altında ölümün, cinselliğin içinde olduğu çok sert masallar anlatıyordu. Instagram’da denedim, sonra başka işler girdi araya. O dönemde TVN grubunda, Kukla Kabare ekibiyle beraber, bir markaya okul öncesi çocuklar için içerik yapıyorduk. Fakat aralarda ben onu yetişkin dünyasına soktuğumda TVN ekibi bunun iyi çalıştığını gördü, ben zaten Kırçıl Amca ile denemiştim bunu. Tabuların içine kuklayı soktuğunuzda işlerin nereye gittiğini kavradım aslında. Hep söylüyorum, Türkiye’nin en başarılı personası Huysuz Virjin’dir, bütün tabulara girebiliyordu ve bug’ını bulmuştu Seyfi Dursunoğlu.

Bu da bir özgürlük alanı açıyor aslında…

Evet, bir persona, bir alan açıyor ve daha komik, daha affedilir, daha konuşulabilir hale getiriyor. Komik olan şu ki kukladan beklenen, kuklaya atfedilen şeyler vardır. Tontiştir, çocuk gibidir. Ama biraz yetişkin dünyasıyla konuşmaya başladığında olay farklılaşıyor. Sonra Jaki Baruh ve Nihat Maça, senin böyle bir dünyan var zaten, gel bir şey doğaçlayalım dediklerinde evdeki kuklam aklıma geldi. Muhabir kuklası, kravatlı. Kravatını söktüm, askerden kalan bir künyem vardı, onu boynuna bağladım ve Nihat’la oturduk. O zamanki kuklanın da ağzı az açılıyordu, bu dudak yorgunluğuna yol açtı. Dedim bu sarhoş mu olsa acaba? Gelsin alkolik bir adam, okuldaki çocuklara eğitim versin. Biz doğaçladık onu hiç konuşmadan, bildiğiniz içerik ortaya çıktı; Nihat beni doğru yola çekecek, çocuk içeriği sunmaya çalışacak fakat alkolik dayı bölme işlemini meyhanede hesap bölmeyle anlatacak. Doğaçlarken sinerjimiz de çok tuttu, o gün bugündür doğaçlıyoruz. Sonra iş GAİN’de bir talk show’a nasıl geldi, onu ben bile anlamadım. 

Hedef kitleniz yetişkin aslında…

Bence kukla asıl yetişkin içindir zaten. Bir oyuncu, çocuk içeriğinde de oynar, yetişkin içeriğinde de oynar, kukla da öyledir. Çocuk içeriğinde de kullanılabilir ama bana göre en iyi yetişkin içeriğini yapar, benim de tek hedef kitlem yetişkinler. Bir de beni kukla sevdalısı zannederler. Evet, 20 yıl çok çalıştım ama şöyle, saksofonu çalmayı çok iyi öğrendim ama saksofon sevdalısı değilim, caz sevdalısıyım diyelim. İyi caz yapmak için saksofonu çok iyi çalman lazım, sonraki müzik seni ilgilendirir ama saksofonu iyi çalacaksın. Ben onu çok iyi çalmak için 20 yıl çok çalıştım, sonra bir müzik yaptım, mizah yaptım ve herkesin hoşuna gitti herhalde. Bana diyorlar ki kukla festivali başladı. Biliyorum ama hiç ilgimi çekmiyor. Benim ilgimi çeken komedi ve ben komedinin alanlarını ne kadar açabilirim, asıl derdim bu. Kukla bunu çok iyi şekilde başarıyor, kukla benim için çok iyi bir enstrümanım, sevdam değil.

Doğaçlama mı çalışıyorsunuz yoksa metin üzerinden mi?

Tamamen doğaçlama, hatta bazen önceden hiç buluşmadığımız oluyor. Eskiden, bugün ne yapalım, sorumluluk almaktan bahsedelim ve bir masala bağlayalım derdik, bazen onu da demiyoruz. Giriyoruz ve o an bir yola çıkıyoruz, doğaçlıyoruz, sonra onlar montajlanıyor ve bölüm ortaya çıkıyor Kukla Kabare’de. 

Üretimini de mi siz yapıyorsunuz?

Hayır, Ayşenur Arslanoğlu yapıyor. Terzihane diye bir atölyesi var zaten, yıllarca onunla reklam işlerinde de çalıştık, aynı zamanda kostüm tasarımcısı ve çok iyi bir kukla tasarımcısı. Nermin Er’in çırağıdır, Nermin Er de Anima’nın kurucularından.

Siz mi çiziyorsunuz peki konsepti?

Hayır ama bazen tarif ediyorum. 

Dayı’yı izlerken mimiklerini görüyorum, esasında gözü bile oynamıyor ama ben mimiklerini görüyorum. Bunun sırrı ne?

Evet, aslında sadece ağzı oynuyor. Kukla oynatmak sadece kuklanın ağzını açıp kapamak değil. Ben hakikaten her şeyi defalarca denedim. Okul olmadığı için, yapılmış her şeyi, atılan her taklayı izleye izleye, oradaki şifreleri çöze çöze vücut dilini öğrendim. Tüm bunlar kuklanın karakterine göre de değişiyor. Ben oynatırken nasıl oynatacağımı çok düşünmüyorum, bu benim avantajım yoksa doğaçlayamam, o seviyeye geldim. Şunu söylerken elimi de şöyle yapayım demiyorum, vücut belleğim onu yapıyor zaten, ben onu yaparken alttan mizahı doğaçlayıp üstten de kuklayı oynatabiliyorum.

Aslında vücudunuzun bir parçası haline geliyor.

Öyle oldu. Başka türlü bu kadar doğaçlama yapamazdım. 

Doğaçlamanın, mizahınızın ana aksı olduğunu düşünüyorsunuz o zaman. 

Evet, öyle. Planlı istemiyoruz, her zaman onu söyledik. Dayı Şov da öyle. Dayı Şov aslında büyük bir meydan okuma, nasıl yaptık bilmiyorum. Çok başarılı anlamında söylemiyorum, ona seyirci karar verir ama bir kuklaya bir saat boyunca canlı yayın yaptırmak hem fiziki olarak hiç kolay değil hem de riskleri var.

GAİN süreci nasıl başladı? 

Caner’le biz çok eskiden tanışıyoruz, bir sürü proje yaptık ama bir türlü para kazanamadık; bir sürü iş denedik, kuklayla da çok denedik, çok çalıştık ama bir türlü olmadı. Dayı’nın yeni yeni ortaya çıktığı dönemlerde, Caner dedi ki seninle bir iş yapalım, bu sefer başaracağız. O sırada başka teklifler de geliyordu ama Caner benim arkadaşım, ona tamam dedim, seninle yepyeni bir dizi yapalım. Dayı’dan yürümeyelim, yepyeni ofansif bir dizi yapalım. Onu oluşturmaya başladık. O sırada Gözde Hanım (Akpınar) bizimle iletişime geçti. Dedi ki ben Dayı’ya bir talk show istiyorum. Üstelik canlı! Biz canlı yapamayız dedik başta, fiziksel olarak ben onu bir saat boyunca oynatamam çünkü. Ama vazgeçmediler canlı fikrinden, Gözde Hanım da en azından deneyelim dedi, vazgeçmedi, Dayı Şov’un annesi odur gerçekten, onun vizyonudur. Skeç fikirleri çıktı, stüdyo canlı yayın akışına göre kuruldu, benim için de canlı yayın esnasında küçük molalar yaratacak bir akış yaptık. İyi çalıştık, Volkan Öge, Burcu Yener’in olduğu bir ekibimiz var Caner’le beraber. Çalıştık ve oldu galiba.. 

İlk bölümünüzden beri seyrediyorum. İlk programı seyrettiğimde o kadar eğlendim ki 1 saat yetmedi, daha da uzun olabilirmiş diye düşündüm…

Bir kukla aslında 5 dakikadan fazla oynayamaz ama orada adrenalinle, aralarla filan 10-12 dakikalık  setlerle devam ediyor. Çok kolay bir şey değil. 

Önhazırlık süreci nasıldı?

Başlıklar belli oluyor, doğaçlama yapıyoruz. Örneğin bugün terapiye gidelim diyoruz, Volkan’la onu doğaçlıyoruz. Diyorum ki bir TED konuşması yapsın, kabaca belirliyoruz, orada da doğaçlama oluyor. Kabaca nerede ne yapacağına dair Burcu, Volkan, Caner fikirlerle geliyor. Galericiye gidelim, çorbacıya gidelim gibi. Talk show’dan çıkmış, kafasını açmak için çorbacıya gidiyor, sonrasını doğaçlıyorum. Konuklar kısmında çok büyük bir ekip çalışması var aslında. Dayı, konuklarına hep belirli şekilde davranır diye bir şey belirlemiyoruz. Konuğa göre bir tutum belirliyoruz, Burcu soruları hazırlıyor, Volkan ve Caner’le üstünden geçiyoruz, tonumuzu belirliyoruz. 3,2,1, canlı yayın dendiğinde başka planlar da devreye giriyor ama genel bir aksımız var. 

Konuklar için zor değil mi bir kuklaya konuşmak? Konuğu buna alıştırmak gibi bir hazırlık var mı?

Zor olabiliyor, evet. Konuklarımıza kuklayı ciddiye alın diyoruz. Pinpon topu gibi gördüğün şey gözler, onlara bakın. Ama Allahtan şöyle bir şey oluyor, artık iyi oynatıldığından mı, alışıldığından mı 10 dakikalık ilk kısım geçince onun kukla olduğunu unuttuklarını söylüyorlar. Zaten onun kukla olduğunu unutmazlarsa bir şey ters gidiyordur. 

Dayı’yı normal halinde görsem büyüsü bozulur mu diye düşünmüştüm.

Yok. Bir Yıldız Batıyor oyunumda yanımda, açıkta oynatıyorum. Benim ağzım da görünüyor, kuklayı oynatıyorum, yan yanayız, iyi oynattığınız sürece hiç önemli değil görünmesi. Mesela oynatma çubuğu, Muppet’ın milyon dolarlık filmleri vardır, çubuk silinmez oradan, görünür. Bu bir kukla, saklamıyoruz ki zaten neyini saklayacağız, belli. Peluş, pinpon topu… Yan yana konuşalım yine iyi oynatıldığı sürece onun gerçekliği olur. Ama kötü oynatıldığında dayanılmaz hale gelir bir kukla. Tek bir odağı kaçırıp bir yere bakarak konuşursa bu bir bez parçası dersiniz.

Oynatırken aşağıda siz de o karaktere giriyor musunuz?

Tabii. Önümde bir monitör, kulağımda rejinin sesi, elimde bir tablette metin, aşağısı bir can pazarı gibi aslında Dayı Şov’da. Orası bir can pazarı ama tabii oynatırken ben de aynı mimikleri aşağıda yapıyorum. Zaten o mimikleri yapmazsan karşı tarafa geçmiyor. 

Sürekli hareket ediyor, işin raconu bu galiba?

Raconu derken kuklanın ölmemesi gerekiyor. Kuklanın durup bakmasının bir anlamı yok; kukla, baktığı yeri görmüyorsa, gördüğü yere bakmıyorsa ölüyor. Mimiği yok, mesela başka talk showlarda insanlar durup dinleyebilir ama kukla durduğu zaman ağzı, gözü yok yani o yüzden devamlı vücut diliyle yaşayıp tepki vermek zorunda. 

Çok iyi ve zorlu isimleri konuk aldınız. Mesela Okan Bayülgen bana hep çok zor bir konuk gibi gelir…

İlk Caner’in konuk olduğu, sadece bizim izlediğimiz, canlı çektiğimiz bir kayıt vardı. Ne oluyor, 1 saatte ben bitiyor muyum, kukla ölüyor mu gibi soruları yanıtlayalım diye çalıştık, sonra rahatladık.  İlk konuğumuz Gupse’ydi (Özay). Gupse’ye de buradan teşekkür etmek istiyorum hakikaten, çok büyük bir cesaret; çünkü biz de ne yapacağımızı bilmiyorduk. Sağ olsun, çok iyi bir konuktu. Biz ayarsızca daldık biraz Gupse’ye, tam tonumuzu bilmiyorduk. Gupse yayını gözleyip yeri geldiğinde Dayı’ya da lafını çaktı, ilk program onun sayesinde çok güzel aktı. İlk program geçti derken, Okan Bayülgen geliyor dediler. Ben gerçekten gece uyuyamadım; çünkü o bir canlı yayın canavarı. Canlı yayın bambaşka bir şeymiş, bu kadar deneyimim içinde bu da benim acemisi olduğum bir şey. Ağzınızdan çıkan sonsuza dek gidiyor, çok zor. Onun stresi çok acayip. Ofansif mizah yapmaya çalışıyoruz ama onun da seviyesini belirlemek çok zor. O anda yapacağınız bir espri çok komik olabilir ama çok yanlış bir yere de gidebilir. İkinci yayında Okan denilince ben onunla nasıl baş ederim diye çok kaygılandım. Ama Okan o kadar güzel geldi ki… Dayı’yı önceden izlemiş, sağ olsun, neyin ne olduğunu biliyor. Ben bu personayla bu oyunu oynayacağım diye geldi. İstese o gün bizi parçalayabilirdi. 

Bir iki tuzak kurar diye beklemiştim.

Yapmaya çalışsa da biz savunduk kendimizi (Gülüyor). Çok iyi niyetli geldi. Bu da özgüvenimizi artırdı bizim, sağ olsun onun da iyi niyetiyle beraber. Okan Bayülgen’i elimde bir kuklayla monitöre bakarak bir saat canlı ağırlamak özgüvenimi artırdı. 

Konuk konsepti de ilk döneme göre biraz değişti sanıyorum, Z kuşağını da gözeterek yapılıyor galiba seçimler.

Sadece bizim ekip değil, GAİN de işin içinde, hep beraber belirliyoruz. Şöyle bir denge kurmaya çalışıyoruz; Okan, Hülya Avşar gibi ünlü kalmadı ya, eskiden herkes tek bir şey izliyordu mecburen. Şimdi Formula 1’i bile herkes aynı anda izlemiyor. Herkesin kendi medyası var. Benim oğlum var, 17 yaşında, beğendiği hiçbir ismi tanımıyorum. Yurtdışından birçok YouTuber söylüyor, fikrim dahi yok. Artık böyle bir dünyadayız. Artık Okan Bayülgen ünlülüğü, Hülya Avşar ünlülüğü diye bir şey yok, olamaz da. Hem annem bilecek, hem ben bileceğim, hem de benim çocuğum bilecek o ünlüyü. Bir o tip ünlülerden alıp yapmak istiyoruz, bir de benim de tanımadığım, yeni dünyanın ünlülerinden, Chaby gibi mesela. Ben sağlam bir boomerım yani, baktım milyonlarca takipçisi var, etkisi var, biz de dijitale iş yapıyoruz, onun için dijital ünlüleri mi deriz bilemiyorum ama o dünyayla da bağ kurmak istiyoruz. 

Chaby iyi bir konuktu.

Çok iyiydi, Chaby ve Aspova çok iyi konuklardı, çünkü hem Dayı’nın personasıyla kurulan oyunun içine girdiler hem de kendileri atak yaptılar. Öyle şeyleri seviyorum. Sürpriz ataklarla başka bir yere evrildi ama ana plana da sadık kalındı. Çok çok güzel bölümdü. 

Ne kadar otosansür uyguluyorsunuz?

O otosansürü ben yapabiliyorum. Bizim ofansif sorularımız var, kimsenin sormadığı şeyi kukla sorabiliyor. Okan Bayülgen’e, “Artık g.tün yemiyor mu canlı yayın yapmayı?” diye ben soramam bir sunucu olsam ama Dayı sorar ve sordu. “Ağzın keçe gibi olmuş konuşmaktan,” diyebildi. Dayı’nın bu avantajı var ama orada konuğun vereceği cevaba göre kurduğun plan değişebiliyor. O cevaba benim ne doğaçladığım biraz önemli, orada inisiyatif bana kalıyor. Banttan olsa aklıma gelen en ofansif şeyi söylemeye bayılıyorum, zaten biraz olayı o, sonda söyleyeceğini başta söyleyen bir tip Dayı. Söyleyeceği şeyin bir düşük seviyesini, güvenlisini tercih ediyorum canlı olduğu için. Banttan olsa çok daha eğlenceli olacağını düşünüyordum aslında, gireriz bunları, sonra bakarız çalışıp çalışmadığına diyordum ama canlıda böyle bir şey yok. 

Peki, bunda kitlenizin büyümesinin payı ya da anlaşılmama kaygısı var mı?

Hiç yok. Kukla Kabare’de biz nelerden bahsediyoruz, inanamazsınız. Dayı’nın hiç sınırı yok, sadece canlı yayında benim aldığım bir inisiyatif bu. Kukla Kabare’de yayınlananlar da var, mesela pornodan da bahsediyoruz bir programın içinde, trajik ölümlerden bahsediyoruz. Başkalarının söylese tepki göreceği şeyleri Dayı söyleyince pek sorun olmuyor. Kukla kabareyi 20-25 dakika çekiyoruz, 15 dakikasını yüklüyoruz, o 10 dakikalık kısımda paramparça edileceği şeyler de söylemiş oluyor. Denerken birçoğu çalışmış ama bir tanesi çalışmamış, o bir tanesi canlı yayını mahvedebilir. Beni çok yoran bir şey canlı yayın, bunu öğrendim, mental olarak çok yorucuymuş. Garip bir şeymiş, Allah herkesi onunla terbiye etsin diyorum. Fiziksel olarak zor, kan ter içinde kalıyorum ama hiç önemli değil. 

Konuklarda kukla şova gelmem diyen oldu mu?

Kukla şova gelmem diyen olmadı ama çeşitli bahanelerle gelmeyen oldu. Belki içerik onlara uygun gelmemiştir.

Biraz da özgüvenli ve kendisiyle dalga geçebilen insanlar olması gerekiyor. Önden neler konuşulacağını soranlar var mı?

Yok ama biz şunu söylüyoruz, Dayı ağzına geleni söyleyen, ayarsız bir kukla. Siz de eğlenmeye çalışın. Huysuz’u hatırlıyorsunuzdur, şimdi bakınca şaşırabilirsiniz, ulusal kanallarda neler söylemiş ve gülünmüş, kimse de darılmamış. Bir tek fiziki müdahale yapmayın diyoruz, çok hassas gözü vs., bir de kukla olduğunu söylemeyin diyoruz. Çünkü kimse Huysuz’a, peruk takıp makyaj yapmışsınız Seyfi Bey, demiyordu. Bunu dediği an oyun bozulduğu için bu oyunu kabul ederek geliyorsunuz, bunun ismi Dayı, talk show’un sunucusu. Bunu kabul edin, eğlenelim, yeter ki beraber eğlenelim. Bir de ofansif deyince herkes yanlış anlıyor galiba. Nasıl laf çaktım durumu değil, aslında çok eğlenceli bir şeydir. Bir de herkese her şeyi söyleyelim, ne olur? Yeter ki zekice şeyler yapalım. Hakaretten bahsetmiyorum ama şu işte rezil oynamışsın diyelim. Evet, rezil oynamışım desin ya da ben o rezilliği seviyorum desin. Bunların yekten konuşulması komik. Saldırganlık değil, hakaret değil, sonda söyleyeceğini başta söylemek, direkt söylemek bunlar ofansif, eğlenceli geliyor bize. 

Politik söz söyleme iddianız var mı?

Dayı politik biri aslında, hele Kukla Kabare’deki Dayı. Bir sürü konuda konuşuyoruz. Dayı, İç Anadolulu, pavyoncu bir tip değil. Tamam, İç Anadolulu, bir şeyleri biliyor, kimini yarım biliyor, kimini  şaşırtıcı derecede iyi biliyor, kimini yanlış biliyor, bazen hiç bilmiyor. Ama o bilindik Anadolulu dayı tepkisi değil, onu versin istemiyoruz. Aklına geleni söyleyen bir tip, uzun bir şey iki cümlede özetlenir ya Anadolu’da, Dayı da iyi bir özetçi. Bir şov sunuyor ama Anadolu’yu da biliyor, bu ikisini harmanlaması, bir diyalekt kurması politik aslında. 

Sizin masanın altında özel bir alanınız var, ayakta mısınız? 

Hayır, arkada bir çukur var. Orada iki ayrı monitör var, küçücük tekerlekli bir taburem var, onunla sağa sola kayabiliyorum. Eliniz havada, gözünüz monitörde ne görüyorsa o, reji devamlı kulağınıza bir şey söylüyor. Konukları monitörden takip ediyorum, birebir bakamıyorum. Kuklanın anatomisini doğru tutmaya çalışıyorum, aynı zamanda doğaçlama yapmaya çalışıyorum, biraz zor iş aslında, bilmiyorum başarıyor muyuz? Daha iyi olacak, daha iyi planlarımız var; Dayı Şov’la ilgili kafa yoruyoruz.

Söyleyebileceğiniz şeyler var mı?

Paptircem geldi müzisyen olarak, Sena, çok iyi içerikler hazırlıyor. O gelmişken onun yanına gittiğim bir düzenek daha kurdurup şovun bir kısmını onun yanında sunmak gibi bir fikrim var. 

Sizi görecek miyiz hiç?

Yok. Beni görüp ne yapacaksınız. (Gülüyor)

Huysuz’dan çok bahsediyorsunuz, onu nasıl konumlandırıyorsunuz?

O, Türkiye’nin en iyi drag queen’i idi. Uçları bu kadar zorlayan başka persona görmedik anlamında söylüyorum. Ben de kukla aracılığıyla bir persona yarattım, Seyfi Dursunoğlu drag queen olarak bir persona yarattı. Bir persona yaratıp komedyenliğin sınırlarını zorladı. 

Bana hep çok ilginç gelir, bu toplumun Huysuz Virjin’i bu kadar sevip kabullenmesi. 

Tekrar izleyince şaşırıyorsunuz, bunu da mı yapmış, bunu nasıl söylemiş diyorsunuz. İzliyorlardı, inanılmaz. Çünkü onu bir persona olarak kabul ediyordu herkes ve oyuna dahil oluyorlardı. Komedinin derinleşmesini sağlıyor, o olanağı Huysuz’la bulmuş, ben Dayı’yla yarattım. Amerika’da, Avrupa’da neler yapılıyor, Ricky Gervais, Dave Chappelle inanılmaz. Şimdi polisler dalacak ve hapse girecek diye düşündüğünüz şeyleri toparlayıp yola sokabiliyorlar. Aslında Türkiye’nin köklerine baktığınızda bu bizde de olan bir şey ama ne ara TV dediğimiz şey bu kadar kısıtlı ve tavşan boku gibi bir hale geldi? Televizyonda mizah niye böyle? Dijital platformlar bu işe yarayacak. YouTube da mesela herkese çok önemli bir alan açtı.

Ben toplumun da değiştiğini ve Huysuz gibi bir karakteri artık kabul etmeyeceğini düşünüyorum ama siz böyle bir şey yaparken hayır, toplum değişmedi, böyle bir şey yapılmıyor, yapılsa toplum bunu kabul eder der misiniz?

Toplum değişmedi ama politik iklim değişti tabii ki. Televizyon kodları çok değişti iyi veya kötü anlamda. Biz konukları araştırırken hele Okan, Hülya gibi konukları, 90’lara bakarken tekrar tekrar şoka girdik. Sadece Huysuz değil, neler neler yapılıyormuş… Hepsi de çok iyi seviyede diye söylemiyorum ama inanılmaz şeyler var, Mehmet Ali Erbil’in salamları mesela, neler neler var… Oradan daha elit hale gelmektense herkes ekranda bir özgürlük alanı bulmuş ve tam elenip bir yola girecekken bambaşka bir döneme girmişiz. Televizyonda hiçbir şeyin söylenemediği, hiçbir şeyin yapılamadığı bir dönem. Şu anda en politik programın Güldür Güldür gibi bir skeç programı olması garip değil mi? Güldür Güldür, şu an ulusal kanallarda yayınlanan en politik program. Çok acayip gelmiyor mu size?

O yıllarda politikacıların da kuklaları vardı mesela…

Evet, evet. Ama toplum değil bence değişen bu iklim. Taksim öldü örneği gibi. Ben 95’te İstanbul’a geldim ama sonradan da Taksim çocuğu oldum. Uzun yıllar oturdum Taksim’de. Şimdi herkes Taksim öldü diyor. Taksim o kadar kadim bir yer ki bunlar da gelip geçecek, neler gelmiş geçmiş. Tamam, şimdi bu dönem böyle ama Taksim tekrar Taksim olacaktır yani. Kuşku yok. Yolunu bulur.

Kim geliyor, kim gidiyor o da önemli. Mülteci kampı skeci vardı bu konuda…

Evet, biz onu aşırı montajladık. Biz ilk başta çekmiştik onu. Ham hali çok iyiydi fakat biz bile YouTube’da yayınlamaya tırsıp montajladık, uzun süre yayınlamadık. Şimdi bir montaj daha geçirip öyle yayınladık. 

O skeçte Suriyeli bir işçi arıyordu baba, çocuğu da Taksim’deki Arapları sevmeyip Suriyeli işçi istemesinden bahsediyordu.

Benim mizahla ilgili olayım şu; kendi ikiyüzlülüğüm, kendi kuşağımın, ait olduğum sınıfın ikiyüzlülüğü beni ilgilendiriyor. Mültecilere bakışım belli, bunu bir trajedi olarak görüyorum, bir göçmen politikasının olması gerektiğini düşünüyorum ama kendimi bir otobüste ırkçılık yaparken bulabiliyorum. Mizahta da ilgimi çeken benim ikiyüzlülüğüm. O skeçte bahsettiğim de bizim ikiyüzlülüğümüz. 

Bu içerikler devam edecek mi? 

Tabii, devam edecek. Bizim büyümemiz çok organik oldu, hiç reklam vermeden büyüdük, birileri paylaştı falan. Kitle tepkisini düşünürsek biz tamamen biteriz. Seveni kalmaz, biz de sevmediğimiz şeyi yaparız. Biz bu şekilde devam edeceğiz, kitle küçülür büyür. Ben başka yollardan da başka komedi araçları yaratmaya çalışırım. 

Son yıllarda genel olarak mizah Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Gülse Birsel arasında sıkışmıştı. Kara komedilerle biraz hareketlendi.

Evet. Bir de yeni bir nesil geliyor. Stand up kültürü oluşmaya başladı son yıllarda. Çok yetenekli stand upçılar çıkıyor. Amerika’da çok köklü bir kültürken bizde Cem Yılmaz’la görünür oldu ve çok başarılı şekilde yaptı. Şimdi gençler var, inanılmaz kadın mizahçılar var. Dijitalde birçok ekip var, Youtube’da, Instagram’da, Tiktok’ta. Çok iyi bir mizah da geliyor aynı zamanda. Ben de kendimi yaşlı gibi görüyorum, tam olarak yeni kuşaktan değilim. Ama ben de başka bir yerden bir şey açıp yürüttüğüme inanıyorum.  

Aracı olmadan mizah yapmayı düşündünüz mü? Yakın zamanda Dayı dışında bir projeniz olacak mı?

Bir Yıldız Batıyor, yarı otobiyografik bir oyun. 40 yaşında bir kukla oynatıcısı, orada da doğu-batı farkı var, taşradan İstanbul’a gelen. Yarısı benim hikâyem, yarısı kurguladığımız bir şey. Ama sahnede kuklayla yapılacak alanları çok zorladığımızı düşünüyorum, çok başarılı buluyorum. Orada bir Masumiyet sahnesi vardır, Nuri Bilge seti vardır, İslami bir kukla gösterisinden tut Cyrano de Bergerac sahnesi vardır, kuklayla canlı ne zorlanabilecekse… Ayrıca anlatıcılık yaptığım bir tiyatro oyunu,  çok sevdiğim bir iş. İlk defa eteğimdeki taşları döküp cesaret bularak kendi işimi, kendi mizahımı yapacağım dediğim ilk adım o. Fırsat bulduğum anda da oynamaya devam edeceğim. 

Var mı yakın zamanda plan?

Aralıkta oynamayı düşünüyordum ama yılbaşı programı çok sıkıştı. Ocak başında çok istiyorum. 

Dayı dışında bir karakter girecek mi?

Var aslında iki karakter, şovdan başka.

Dayı’yla ilgili projeler var mı?

Dayı’ya dizi, film yapalım gibi fikirler var ama onun daha zamanı var diye düşünüyorum. Bizim Caner’le yapacağımız başka bir şey var. Dayı da zamanı gelince bir şeye evrilir. Tek bir kuklanın olduğu, insanların olduğu, yine bizimle ilgili, ofansif, sert bir dizi yapmayı planlıyoruz. 

Dünyadan önerdiğiniz kuklalar var mı?

Çok iyi işler var. Muppet Show, Jimmy Henson ve Frank Oz, bunlar atılacak her taklayı attılar kuklayla filmlerinde, dizilerinde, çocuk içeriklerinde, yetişkin içeriklerinde. MTV’de Fur TV vardı, 2000’lerde, çok sert, çok acayip sahneler var. Kuklaya gönül verenler de defalarca izlesinler onları. Ama orada şöyle bir durum var, filmde 20 kukla var, 20 oynatıcı da çok yetkin. Kuklanın iyi oynatılması şart. Kötü oynatma ihtimali dahi yok, istediğiniz kadar komik şeyler yazın. Kukla iyi oynatılmazsa bir işe yaramaz. 

Dayı’nın biyografisi var mı?

Ufak ufak veriyorum onu. Kafamda geçmişi de şekilleniyor. Ona da bir geçmiş yazabilirim. Bazen dediğim bir şey, başıma bela da oluyor, onu da doğaçlıyorum. Millet o kadar devamlılık tutuyor ki, sen bunu demiştin diyor. Bir ara Eruzurum’da askerlik yaptı, soğuk falan derken bir ara Adıyaman oldu, Erzurum demiştin dediler. Melahat’i var ama ayrılar şimdi. Onu derinleştir diyorlar, bir şey bulduğumda olur. Orada kıymetli bir şey görürsem derinleştiririm tabii. 

Dayı’yı şu noktada bitiririm gibi bir düşünceniz var mı?

Çok tekrara düştüğünü hissettiğimde rafa kaldırmak isterim. 

Engin İnan

1979 yılında Bolu'da doğdu. Hayatının yaklaşık 20 yılını Sakarya'da geçirdi. Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi bölümünde okudu. İletişim ve organizasyon alanlarında çalıştı. Pek çok etkinlikte ve farklı sektörlerden markaların iletişim çalışmalarında görev aldı. Episode Dergi editörlüğü ile birlikte iletişim danışmanlığı çalışmalarını yürütüyor. Kedi babası.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir