‘Ömer’ & ‘Kızılcık Şerbeti’: Yaraların Işığın İçeri Girdiği Yerdir

 ‘Ömer’ & ‘Kızılcık Şerbeti’: Yaraların Işığın İçeri Girdiği Yerdir

Hayatın mayasıdır aşk. Dizi evreninde de böyledir. Her şey aşkın çevresinde şekillenir ve onun ekseninde döner. Aşkı yörüngesinden çıkardığı düşünülen her gelişme, izleyicide heyecan yaratır ve tatlı bir beklenti olarak bir sonraki bölüme bakiyesini devreder.

Ömer ile Kızılcık Şerbeti yapımcıları, aşkın imkânsızlığı formülüne bir de dindar aile çocuğu olmayı ekleyerek ortalık biraz şenlensin istemişler. Bu fikir çalıştı mı? Mis gibi! Hikâyeyi köpürtmek, uçurumları derinleştirmek adına kullandıkları kışkırtıcı tona rağmen inançlı olmanın veya olmamanın çerçevesini çizerken bütün klişeleri döke saça karakterlere boca etmelerine rağmen üstelik.

Âşık olmak müthiş güçlü bir duygu, bu yanıyla bir o kadar da korkutucu. Kuşatılırsın ve teslim olursun. Her şeyi göze alabilecek ve üstesinden gelebilecek güçte hissedersin kendini. Ancak bir o kadar da körleşirsin. Aşk dışında kalan herkese ve her şeye engel gözüyle bakarsın. Geçmiş olsun.

Kızılcık

Ömer de aşkla karşılaşınca ne yapacağını bilemeyenlerden. Kararlarıyla ortalığı yıkıp döken genç, tecrübesiz bir çocuk. Aşk uğruna yaptığı her şeyi kendinde mübah gören, yol yordam bilmeyen, üslubuyla ailesi başta olmak üzere birçok insanı öfke topuna çevirmeyi başaran, üzen biri. Oysa onu bu mutsuzluğa iten, ailesinin bu ilişkiye karşı çıkışı değil, aşkını ailesine anlatacak güce ve dirayete sahip olamayışı. Gizlice evlenip evliliğin yasal yaptırımından güç alacak kadar ürkek biri. Sığındığı tek şey o imza. Bu emrivaki ve düşüncesizce yapılan evlenme teklifini romantik bulan henüz büyümemiştir. Eğer kadınlar evlenmeyi kendilerine verilen değer olarak görürlerse zamansız yapılmış her evlenme teklifine, tıpkı Gamze gibi, sonuçlarını düşünmeden kör atlayış yaparlar.

Ömer bir imamın oğlu olarak karşımıza çıkmıştı ancak dizinin inanç dozu, yaşadığı aşkla epey seyreltilmiş durumda şu an. Son gaz aşk üzerinden ilerleyen dizinin, aşkın gaz pedalından biraz ayağını çekmesi iyi olabilir. Bu tekinsiz ilerleyiş, reyting tanrılarına hizmet etse de aşktan kör olmuş bir ergen hikâyesinden başka bir şey kalmayacak geriye. İncelikli ve derinlikli diyaloglara harcanacak biraz vakit, hikâyeye iyi gelecektir. Ayrıca dizi öfkeden, kötülükten ve yalandan kalpleri kararmış karakterlerle dolup taşıyor. İnsan olmaya dair gayretini yitirmiş, özünü unutmuş, yolunu kaybetmiş o kadar çok insan var ki. Aklı başında iki çift laf edecek tek bir insanın olmaması çok düşündürücü. Aşırı doz umutsuzluğa, çürümüşlüğe, toplumsal bir cinnete şahit oluyoruz. Hiç mi yok aralarında olayları doğru düzgün analiz edebilecek, nasihatleriyle yol gösterecek biri? Mesela bir cami imamından ruha iyi gelecek, kalbimizin soluklanacağı iki çift söz neden duyamıyoruz? Yoksa Allah inancı olan insanlara hep yobazlığı mı yakıştıracağız? Bilinen tabiriyle “seküler aile”ye başımızı çevirdiğimizde ne görüyoruz? O da ne! Onlar daha beter. “Oh, çok şükür! Bak aslında hepimiz kötüyüz,” diyerek izleyiciye yaşattığınız ruhsal mastürbasyon sayesinde ayrışmadığımıza mı sevineceğiz? Bir imamın, dindar bir insanın, Allah aşkıyla dolu birinin sevdaya bakışıyla ilgili bir diyalog yazmaya ne dersiniz? Kızına öfke kusan bir annenin, kalbinde beslediği bu denli büyük kızgınlığa ne sebep oldu, hiç mi merak etmiyoruz sanıyorsunuz? Benim nezdimde “cesur iş” budur. Yoksa türban takanı veya içki içeni ezmekle veya yüceltmekle bir yere varamayız. Bizi kutuplaştıran kötümserliği iyileştirecek metotlara dokunmaktır kalemin gücü, fark edin ve korkmayın.

Kızılcık Ömer

Kızılcık Şerbeti’nin dindar ve âşık kişisi ise Nursema. Nursema zengin, eğitimli, akıllı ve ailenin sevgili kızı. Ne zaman âşık oluyor, işte o zaman ailenin sevgi ekseni kayıyor. İstemediği biriyle evlendiriliyor. Evlilik bu kez de bir aşkın bitmesi gerektiğine inanıldığı için göreve çağırılıyor. Nursema ölümle yüzleşene kadar da ailesi bu evliliğin ne kadar yanlış bir karar olduğunu anlamıyor. Çünkü inanç bazındaki denklik önceliklendiriliyor. Bu klişe sürecin sıkıcılığına katlanmamızın tek sebebi, hizmet edeceği olayın ne olacağına dair duyduğumuz meraktı. Beklenen oldu, Nursema küllerinden doğdu, savaştan bambaşka biri olarak çıktı ve intikam ateşine döktüğü benzinle kalpleri yaktı geçti. İntikam dediğim şey de kendisini camdan atarak öldürmeye çalışan kocasını eve çağırıp iki tokat attırdı aile büyüklerine. Derken amca da daha sonra damadı inşaattan ağ çekilmiş boşluğa doğru itti falan. Müthiş intikam! Hakkında hiçbir kanuni sürecin başlatılmadığı bu ölüme teşebbüs vakasında niçin sevinildi bu kadar acaba? Ama tabii hakkını yemeyelim, bu olay sayesinde kadını kadına kırdıran dizide bir kadın dayanışması gördü bu gözler. Şükürler olsun Rabbime!

Dillere pelesenk edilen birkaç şükür, biraz tövbe estağfurullah ile de dizimizin dindarlık sosunun kıvamı da tutturuluyor sıklıkla.

Nursema şimdi, aşkı Umut’la beraber. Seküler kayınvalide ve kayınbabasının türbanlı bir kız için yazılmış en gülünç ve en özensiz replikleriyle aşağılanıp yalnızlaştırılıyor. Nursema konuşmak ve kendini anlatmak yerine sessiz kalmanın nezaket olduğuna inanarak sustukça susuyor, susturuluyor. İki kalem de burada oynatmanız gerekmiyor mu? Fonda hüzünlü bir müzik, başı öne eğilmiş türbanlı kadın mağduriyeti reytingin dişlilerini daha mı iyi çalıştırıyor?

Ömer

Dizinin bence en gerçekçi yazılan karakteri şimdilik Doğa. Çok iyi yazılıyor.

Kızılcık Şerbeti kimyası farklı işlerden, kabul etmek lazım. İzleyici kitlesinin yelpazesi oldukça geniş. Laik, dindar klişe kutuplaşmasından bakarsak her iki tarafı da mutlu edecek cinsten. Mutlaka herkes bir şekilde mutlu ayrılıyor dizinin bölümlerinden.

Bir küçük uyarıyla bitirmek isterim ki, o da diziye bir türlü katmayı beceremedikleri komedi dozu. Zaman zaman bir parodiye dönüşen sahnelerden uzak durulmasını tavsiye ederim. Nilay karakterini yarattığınıza pişmansanız, hemen çekidüzen verebilirsiniz.

Ezcümle “Yaraların, ışığın içeri girdiği yerdir,” demiş Mevlânâ. Ömer ve Nursema için şifa olsun aşk.

Bu yazı, Episode’un 49. sayısında yayımlanmıştır.

Devrim Toyran

1973 doğumlu. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Yıllardır hep bir şeyler yazmasına rağmen “Yazmak, benim yaşam biçimim,” cümlesini kuramadı gitti. Mali işler kariyerine son verdikten yıllar sonra senaristlik dersi alıp aklını, fikrini bu sektöre yormaya başladı. Londra'da yaşamasıyla İngiliz dizilerine hayranlığının alakası yoktur…

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir