‘Platonic’: Aşk ve Dostluk Arasındaki İnce Çizgiyi Yakalayan Harika Bir Sitcom – Yağmur Özdemir

Başrolü güzel bir kadın ve yakışıklı bir erkek olan birçok hikâyenin gideceği noktayı çoğunuz tahmin edebilirsiniz. Genelde bu tarz kurgularda araya tatlı romantizm tohumları serpiştirilir ve hikâyenin gideceği yer şekillenir. Peki, bir kadın ve bir erkeğin başrol olduğu bir senaryoda aralarındaki kurgunun temeli romantizmden farklı olsaydı hikâyenin nereye gidebileceğini hiç düşünmüş müydünüz?

AppleTV+’ın mayıs ayında gösterime giren 10 bölümlük yeni sitcom dizisi Platonic tam olarak bu konuyu ele alıyor. Dizinin başrollerinde Truva filminden çoğumuzun aşina olduğu Rose Bryne (Sylvia) ve Kanadalı komedyen Seth Rogen (Will) yer alıyor.

Rose Bryne, üniversitede hukuk okumuş, oldukça başarılı ve hayatta “anı yaşa” mottosuyla hareket eden bir kızken fakülteden tanıştığı yakışıklı avukat arkadaşı Charlie (Luke Macfarlane) ile evlenerek mesleğini bırakıp tek hayatı çocukları ile ilgilenmekten ibaret bir karakter olan Slyvia’yı canlandırıyor.

Seth Rogen ise zamanın akışı karşısında kendi ruhunu korumaya gayret etmiş, hayata ve toplumsal kalıplara direnen, üniversitedeki hayallerini yetişkin hayatında gerçekleştirmeye çalışan Will karakterini canlandırıyor.

Normal hayatta kulağa siyah ve beyaz kadar farklı gelen ve asla yan yana hayal edemeyeceğiniz bu iki insanın tanışması ise çocukluk yıllarına dayanıyor. Çocukluk ve gençlik zamanlarında sürekli vakit geçiren, çılgınlıklar yapan, birbirinden ayrılmayan bu ikilinin ilişkisi Will’in evlenme sürecinde Slyvia’nın onu desteklememesiyle son buluyor. Yıllar sonra ise Slyvia’nın eşi Charlie, Will’in boşandığını instagram’dan görerek Slyvia’yı onunla tekrar arkadaş olması konusunda cesaretlendiriyor ve ikili yıllar sonra bir araya geliyor.

En delidolu halinizi bilen biriyle yıllar sonra görüştüğünüzü düşündüğünüzde edeceğiniz sohbetin de oldukça farklı olacağını tahmin edebilirsiniz çünkü araya giren zaman çoğu şeyi değiştirmiş olur. Nitekim Will ve Slyvia da ilk buluşmalarında bu sorunla karşı karşıya kalıyorlar. Aradan geçen yıllarda Slyvia’nın, çocuklarının büyüdüğünü görebilmek için işini bıraktığını, tek sosyalleşebildiği alanın çocuklarının eğitim çevresi olduğunu, anlık planlar yapmaktan kaçındığını, bir nevi orta yaş sendromuna yakalanmış bir kadına dönüştüğünü; Will’in ise başarısızlık bir evlilikle sonuçlanan hayatında gitgide agresifleşen ama yine de yetişkin olmaya direnen içindeki genci hâlâ yaşatmaya çalışan, boşanma aşamasında yaşadığı sorunları görmezden gelerek çözmeye çalışan biri olduğunu görüyoruz. Bu yüzden ilk iletişim kurmaya çalıştıkları anda zorlanıyorlar ama zamanın çoğu şeyi değiştirse de bazı şeyleri hiç değiştirmediğini gördükçe aralarındaki buzlar eriyor ve birlikte daha çok vakit geçirmeye başlıyorlar.

Yan yana oldukları anda kendilerini üniversite zamanına dönmüş gibi hissettikleri için ilk başlarda retro kafelerde oturup bolca shot atarak zaman geçiriyorlar. Sonrasında ise kendilerini ait oldukları hayata bağlayan işleri yapmak zorunda kalıyorlar ve bu süreçte birbirlerine eşlik edip birbirlerinin yetişkin halini yakından görme fırsatı elde ediyorlar.

Birbirlerinin yetişkin hayatına tanık oldukları ilk sahnede Slyvia, Charlie ile birlikte ailesinin daha rahat edebilmesi için yeni bir ev almaya karar veriyor ve evin kontratını almaya giderken giderken Will’i de davet ediyor.

Will, Slyvia ile beraber evi incelemeye gittiğinde evin, Covid pandemisinden kalma bir hasta bakım evi olduğunu ve ürkütücü olduğunu görüyor. Ama Slyvia fiyatı uygun olduğu için evden hiç hoşlanmasa da almakta ısrar ediyor. Will bu evi almaya mecbur olmadığını, başka alternatiflerin de olduğunu söyleyerek onu vazgeçirmeye çalışıyor. Slyvia ise bu teklifi yalnızca Will’in de ayrıldığı evinden eşyalarını alma cesaretini göstererek duygusal bağını koparması şartıyla kabul ediyor ve ikisi anlaşıyorlar.

Günün sonunda Slyvia istemediği bir şeyi yapmak zorunda olmadığını, Will ise korktuğu şeyin aslında ne kadar kolay olduğunu anlıyor. Yetişkin hallerindeki değişime tanık oldukları ikinci sahnede ise Slyvia, avukat olan eşinin başarısını kutlamak için bir etkinliğe katılıyor. Kutlamaya gittiğinde üniversiteden arkadaşlarının birçoğunun çok iyi kariyer yaptığını hatta dördüncü çocuğunu yapmış bir arkadaşının (Vanessa) şirkete ortak olduğunu gördüğünde kendisini oldukça suçluyor ve yetersiz hissediyor. Will bunu fark ettiğinde ise birbirlerine daha iyi gelmek için birlikte bir sürü maceraya atılıyorlar.

Diziyi izlerken özellikle seyirci, Slyvia karakteriyle çok fazla empati kurabiliyor çünkü dışarıda, toplumun idealize ettiği bir kişilik olmak için kendi ideallerinden vazgeçmiş çok fazla insan var ve aslında bu kişiler kendi hayallerinden vazgeçtiğini fark ettikleri zaman büyük bir yıkım yaşayabiliyorlar. Will karakteri ise Slyvia karakterini biraz yumuşatmak için çizilmiş bir karakter diyebiliriz. Bir araya geldiklerinde, senelerdir birbirini en iyi tanıyan iki insan olarak birbirlerinin aslında ne istediklerini çok iyi bildikleri için kendilerini olumlu yönde değiştirmeye başlıyorlar.

Diyaloglar üzerinden bir kurguyu izlenebilir kılan en önemli şey başrollerin arasındaki kimya olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Slyvia ve Will arasındaki uyum, kurgu yer yer zayıflasa da bir şekilde dizi boyunca kendini izlettirmeyi başarıyor. İkilinin arasındaki diyalog, arada aşk olmasa da bazı ilişkilerin zaman zaman karmaşıklaşabileceğini gösteriyor. Bu yüzden Platonic, modern bir kadın-erkek hikâyesinin aşk olmadan da nasıl ilerleyebileceğini samimiyetle izleyicilere gösteren güzel bir sitcom olmuş diyebilirim. Bir akşam yüzünüzde hafif bir gülümsemeyle üniversite yıllarınızdaki halinizi anımsamak isterseniz mutlaka bu diziye göz atmalısınız, şimdiden iyi seyirler!