Apple TV+’ın Silo Serisinin 2. Sezonundan İlk Fragman Yayınlandı
‘Sex and the City’ Gastronomisi
Candace Bushnell’in aynı isimli romanından uyarlanan ve 1998-2004 yılları arasında izleyicilerle buluşan, ekranların unutulmaz dizisi Sex and the City… New York’ta geçen dizi, farklı yapılara sahip olmalarına rağmen asla ayrılmayan, birbirine güvenen dört kadının hayatını, şehri ve seksi ön plana alarak takip ediyor. SATC, yayınlandığı ilk günden, karakterlerin her birinde kendilerinden bir şeyler bulabilen izleyiciler
arasında devasa bir beğeni kazandı elbette. Altı sezon boyunca HBO’da yayınlandı, iki devam filmiyle popülaritesini pekiştirdi. HBO Max’te yayınlanan devam dizisi And Just Like That…’in yarattığı sansasyon, SATC’nin gücünü bugüne kadar koruyan bir medya imparatorluğu haline geldiğinin kanıtı.
Tüm bunları göz önünde bulundurursak Sex and the City’yi sevmek ya da sevmemek meselesinin ötesine geçen bir durumla karşı karşıya olduğumuz aşikâr. Dahası da var tabii. SATC birçok farklı konuda yeni tartışmalara yol açtı. Bir kuşak kadını, cinsellikleri konusunda rahat, emin, meraklı ve gururlu olmaya teşvik etti. Fakat elbette dizi sadece bunlardan ibaret değildi. SATC salt şehvetten çok daha fazlasıydı. Özünde aşk ve dostluk hakkındaydı. Dostlukları pekiştirmenin gastronomi etrafında hoş muhabbetler etmekten
daha iyi bir yolu olabilir mi?
Evet, gastronomi kültürü ve şehir, Sex and the City’nin dayandığı ana kolonlardan biriydi. Çok önemli sahnelerin arka planında New York City pizzacılarını, hotdog gibi Amerikan klasiklerini bulabileceğiniz sokak satıcılarını, acılı tavuk kanadıyla meşhur pubları gördük. Kendine has pembe rengiyle Cosmopolitan kokteyllerini, leziz cupcake’leri, dana etli Thai noodle çorbalarını, Beef Bourguignon’ları, sushileri, Guacamole’yi, cheesecake’i bu karakterlerle birlikte tattık. Karakter profilleri konusunda çeşitlilik eksikliği nedeniyle eleştirilen Sex and the City’nin gastronomi konusunda New York’un tüm çeşitliliğini barındırması, yeme içme kültürünün ne kadar mühim olduğunun bir kanıtı.
İlk SATC bölümü yayınlandığından bugüne 24 sene geçmiş. Ve hâlâ bu evrenin yeme içme şeklimizi nasıl etkilediğine şaşırmadan edemiyoruz. Carrie, Miranda, Samantha ya da Charlotte tarafından bir restoranda atıştırılan ya da bir barda yudumlanan herhangi bir şey bir anda gündeme oturuyordu. Bu dört kadının gastronomik tercihleri sadece New York’ta değil, ABD’nin genelinde ve tüm dünyada izleyicilerin seçimlerini şekillendiriyordu. Dört karakter ve onların ilham verici Manhattan yaşamları, 90’ların sonundan
2000’lerin ortalarına kadar kadınları ne giyecekleri, ne yiyecekleri ve New York’ta nereye gidecekleri konusunda yönlendirdi.
SATC evreninde gastronomi, bir bağlayıcı görevi görüyor. Yemekler, tatlılar ve içecekler, hikâyeye katkı sunan araçlar olarak kullanılıyor ve hatta tüm bunlar bazen dizi için kritik metaforlar haline geliyor. Bütün bir bölümün olay örgüsünün arka planında gastronominin yer alması şaşılacak bir şey değil bu nedenle. Miranda’ya çikolata parçacıklı koca bir kurabiyeyle yapılan ilanı aşkı kim unutabilir? Samantha’nın sevgilisine hazırladığı sushiler için bedenini tabak olarak kullanması hafızalardan silinebilir mi? Carrie’nin sigarayı bıraktıktan sonra yazı yazarken sürekli bir şeyler atıştırmasıyla çok rahat ilişki kurabiliriz. Charlotte’ın Harry için Yahudi olmayı düşündüğü dönemde yemek kültürünü de benimsemek istemesi, herkesçe anlaşılabilir bir durum. Samantha bile yemeklerle ve içeceklerle fazlasıyla haşır neşir. Dizinin izlediğimiz karakterler gerçekmiş gibi hissettiren bir havası var. İzleyiciler, karakterlerle gerçek bir kişisel bağları olduğunu düşünüyor çünkü bu dört kadın hepimiz gibi bir şeyler yiyor ve içiyor. Kendimizi fazlasıyla özdeşleştirdiğimiz için biz de izleyiciler olarak bu karakterlerin yaptıklarını yapmak, yediklerini yemek istiyoruz. Bunun sonucunda da ortaya bir döngü çıkıyor. Tabii izleyiciler olarak bu dört kadının yaptıklarını ne kadar yapabiliriz, o ayrı. Her şeyden önce, bu kadınlar bu yaşam tarzını nasıl sürdürebiliyor?
Bu, her zaman dizi etrafında dönen ana tartışma konularından biriydi. Gastronominin burada da önemli bir işlevi var. Baktığınızda herkes bir çift ayakkabı için yüzlerce dolar harcayamayabilir ancak çoğumuz sushi ya da cupcake yiyebiliriz. Yiyecekler ve içecekler aslında bu son derece abartılı dünyaya makul bir giriş sunuyor. Uzun lafın kısası SATC, gastronomiyi kullanmayı çok iyi biliyordu. Dizide karakterlerin ne yiyip
içtiklerine ve bunu nerede yaptıklarına o kadar çok vurgu yapılıyordu ki aslında dizinin yaratıcıları, kurgusal karakterler aracılığıyla belki de farkında olmadan küresel trendlere ilham verdi. Bu trendlerden birkaçına göz atalım.
COSMOPOLITAN
Sex and the City’nin birçok sahnesinde Carrie, Samantha, Miranda ve Charlotte’ı New York City’nin popüler barlarında Cosmopolitan isimli kokteyli yudumlarken görebilirsiniz. Genellikle “Cosmo” olarak adlandırılan Cosmopolitan portakal likörü, limon suyu, votka ve kızılcık suyuyla yapılan hafif, ferahlatıcı bir kokteyl. Narin, uzun saplı bardaklarda servis edilen cosmo, medeni kültürü tanımlar ve SATC sayesinde şehirdeki birçok kişinin özellikle kadınların tercih ettiği bir içki haline gelmiştir. Cosmopolitan… Harika bir ismi var. Şahane görünüyor. Adeta Sex and the City için icat edilmiş gibi. Ama aslında bu kokteylin izini 1930’lara kadar süren kaynaklar var. 1934’te yayımlanan bir barmenler rehberinde benzer bir tarife rastlamak mümkün. Kokteylin çıkışını Massachusetts, Provincetown’da yaşayan eşcinsel topluluğa atfedenler de var. Neal Murray isimli bir barmen, 1975’te kokteyli kendisinin icat ettiğini söylüyor. Votka, portakal likörü ve limon suyuyla yapılan Kamikaze kokteyli üzerinde denemeler yaptığını söyleyen Murray, hazırladığı bir Kamikaze kokteyline kızılcık suyu eklemiş ve söylediğine göre bunu ilk tadan kişi de, “Ne kadar kozmopolitan!” tepkisi vermiş ve kokteyl ismini böyle almış. Kokteylin orijinine dair daha birçok iddia
var ama kesin olan şu; Cosmopolitan, 90’ların başından itibaren niş bir içecek olarak popülerlik kazanmaya başlamış. Sex and the City’nin yayınlanmasıyla da Cosmopolitan tüketimi ayyuka çıkmış. SATC evreninde bu popülariteye de vurgu yapılıyor elbette. Sex and the City 2 filminde Miranda, Cosmo içmeyi neden bıraktıklarını sorunca Carrie şu cevabı veriyor: “Çünkü herkes içmeye başladı.” Dizinin ana karakterlerinin tercih ettiği bu pembe kokteyl, bir nesil boyu hayranlar tarafından Manhattanlı muhteşem dörtlü gibi hissedebilmek için tüketildi. Günümüzde dizi, karakterlerden ilham alan içecekler yaratmak için restoranları ve barları etkilemeye devam ediyor. Grand Hyatt New York’ta konuklar, Ketel One, Cointreau, limon,
guava suyu ve orange bitters ile yapılan “Mr. Big” isimli kokteyli sipariş edebilir örneğin…
Yeri gelmişken çok merak edilen bir hususa da değinmekte fayda var: Dizide tüketilen kokteyller gerçek miydi? Yani oyuncular çekimler sırasında arkalarına yaslanıp Cosmo’larını mı yudumluyorlardı? Sarah Jessica Parker’ın söylediğine göre Cosmopolitan’lar su ve gıda boyasından ya da sulandırılmış kızılcık suyundan ibaretmiş. Zencefilli gazozun çoğu zaman şampanyanın yerini aldığını ve kırmızı şarabın da sadece üzüm suyu olduğunu söylemiş.
SEX AND THE CITY USULÜ COSMOPOLITAN TARİFİ
1+1/2 ons votka
1 ons kızılcık suyu
1/2 ons Cointreau ya da Grand Marnier
1/2 ons limon suyu
Süs için portakal ya da limon kabuğu
Shaker’ı buzla doldurun. Sırasıyla votka, kızılcık suyu, portakal likörü ve limon suyunu ekleyin. 30 saniye boyunca çalkalayın. Ardından Martini kadehine süzün. Portakal ya da limon kabuğunu unutmayın!
CUPCAKE
SATC’nin anında popüler kıldığı bir başka gastronomi ürünü de cupcake. Cupcake meselesi epey ilginç ve etkili aslında çünkü Carrie ve Miranda’nın sadece otuz saniyelik bir sahnede bir çift cupcake’e “yumulduğunu” görüyoruz. Yani Cosmopolitan gibi sürekli tüketilen bir şey değil fakat önemli bir sahnenin arka planında yer alıyor bu cupcake’ler. Carrie ve Miranda, Magnolia Bakery’nin önünde, ellerinde cupcake, Carrie’nin bir sezon boyunca flörtleşeceği Aiden’ın dedikodusu yapıyorlar. Magnolia Bakery tarafından üretilen bu pembe kremalı leziz cupcake’ler çok kısa sürede dünya çapında bir trend haline geldi.
Cupcake, kâğıt ya da alimünyum kalıpta sunulan, üzerinde “frosting” denilen şekerli beyaz karışım
ya da “buttercream” denilen tereyağı, krema ve pudra şekeriyle hazırlanan pasta kreması bulunan küçük yuvarlak bir kek aslında. Cupcake tabii SATC’den önce de vardı. Bu tarife uyan kek türünü 1796’da yayımlanan bir yemek tarifi kitabında bulmak mümkün. Cupcake terimiyle de ilk olarak dönemin ünlü yemek kitabı yazarı Eliza Leslie’nin 1828’de yayımlanan yemek tarifleri kitabında karşılaşıyoruz. Yine de bu trendin yayılmasında SATC’nin büyük payı var. O kadar ki Magnolia Bakery ünlü olduktan sonra aldığı güçle dünyanın çeşitli yerlerinde şubeler açtı. Magnolia, geçtiğimiz sene AJTL’nin çekileceği haberleri çıktıktan sonra ikonik Carrie cupcake’inin (vanilyalı pastel pembe buttercream ile kaplı vanilyalı cupcake, üzerinde de şeker hamurundan yapılan ufak bir papatya var) tarifini de paylaştı.
CARRIE CUPCAKE TARİFİ
KEK İÇİN
3 bardak un
1 ¾ çay kaşığı kabartma tozu
¼ çay kaşığı karbonat
½ çay kaşığı tuz
1 bardak tam yağlı süt
½ bardak ekşi krema
2 parmak tuzsuz tereyağı (oda sıcaklığında)
1 ½ bardak tozşeker
1 ¾ çay kaşığı vanilya özü
4 yumurta beyazı
Bir kâsede un, kabartma tozu, karbonat ve tuzu karıştırın (kuru karışım). Ayrı bir kapta süt ve ekşi kremayı pütürsüz kıvama gelecek şekilde karıştırın, kenara ayırın (sıvı karışım). Mikseriniz varsa orta hızda tereyağı, şeker ve vanilyayı hafif ve kabarık bir hal alana kadar karıştırın. Bu karışıma yavaş yavaş yumurta beyazlarını ekleyin. Mikseri düşük hıza alın ve bu karışıma üç postada sırayla kuru ve sıvı karışımı ekleyin. Eklemeye kuru karışımla başlamalı ve en son yine kuru karışımı eklemelisiniz. Her şey birbirine karışana kadar kısa süre karıştırın. Ardından karışımı kalıplara dökün. Önceden ısıtılmış 160°C fırında 20-25 dk. pişirin. Bu tarifle 20-25 adet cupcake elde edersiniz.
BUTTERCREAM İÇİN
2 parmak tuzsuz tereyağı (oda sıcaklığında)
1 çay kaşığı vanilya özü
4 bardak pudraşekeri
3-4 yemek kaşığı tam yağlı süt
Gıda boyası (pembe)
Dekorasyon için şeker hamurundan minik papatya
Öncelikle tereyağını hafif ve kabarık bir hal alana kadar üç dört dakika boyunca mikserle karıştırın.
Vanilyayı ekleyin ve bir dakika daha karıştırın. Mikseri düşük hıza alın ve yavaş yavaş pudraşekerini ekleyin. Üçüncü bardak pudraşekerini eklediğinizde karışım kıvam almaya ve kuru görünmeye başlayacaktır. Bu arada sütü ekleyin, ardından son bardak pudraşekerini ekleyin. Karışım kremamsı ve pürüzsüz olmalı. Karışımın çok katı olduğunu düşünüyorsanız birkaç kaşık daha süt ekleyebilirsiniz. Bir iki dakika daha karıştırın ve ardından gıda boyasını ekleyin. Karışımı, pişen cupcake’lerin üzerine yayabilirsiniz.
ÇİĞ BESİN (RAW FOOD)
2022’de çiğ besin tüketmek ya da vegan olmak oldukça yaygın ama 90’larda böyle değildi. Fakat
tabii Samantha her zaman çağının ilerisindeydi. Ürünlerin en fazla 47 derecelik ısıyla hazırlandığı Raw Food konseptinin hafızalara kazınmasına önayak oldu. Altıncı sezon, ikinci bölümde Samantha, kızları pişmemiş ve süt ürünü içermeyen vegan yiyecekler sunan popüler restoran Raw’a götürür. Samantha’nın söylediğine göre insanlar buraya bayılmaktadır. Tatlı garson, “summer vegetable soup” olarak adlandırdığı başlangıcı getirir. Miranda ufak kâselerde servis edilen çorbayı tadar ve “kâsede çimen” yorumunu yapar. Fakat Samantha’nın aklı başka yerdedir. Masaya bakan yakışıklı garsonu baştan çıkarmayı kafaya koyar. Garson, spesiyalleri sayar: Pırasalı papaya köftesi ve kabak Enchilada… Spesiyalleri duyunca Miranda, “Buradan çıkınca pizzaya ihtiyacım olacak,” der ve gerçekten de çıkışta Carrie ile birlikte klasik bir New York pizzacısına giderler. Samantha sonraki günlerde elbette restorana geri döner. Dört saat ve dört ayrı pişmemiş yemekten sonra rakiplerini eleyerek amacına ulaşır. Bu bir yandan da çok önemli bir sahne aslında çünkü garson tatlı, yakışıklı aktör Smith Jerrod’dır ve Smith dizinin geri kalanı boyunca Samantha’nın partneri olacaktır.
FRO-YO
Dondurulmuş yoğurt yani frozen yoğurt, namı diğer fro-yo… Dizide karşımıza çıkan fro-yo markası Tasti D-Lite, 1980’lerde New York’ta ortaya çıkmıştı. Manhattan bölgesinde yaşayanlar SATC’den yıllar önce de bu lezzetin tadını çıkarıyorlardı. Fakat Charlotte’ın düşük kalorili ikramlara hayranlığı, donmuş yoğurt konseptini gündeme yerleştirdi. Dizi aynı zamanda benzer lezzetlerle donmuş tatlı markalarının da yolunu
açtı. Tabii Tasti D-Lite sadece bir bölümün fonu olarak hizmet etmedi, aynı zamanda bir metafor olarak
kullanıldı. Bu bölümde Carrie, gerçek romantizmin ne demek olduğunu tartışıyor ve fro-yo’yu yapaylık analojisi olarak kullanıyor. Gerçek dondurma yerine Tasti D-Lite alıyoruz; sulandırılmış romantizmi kabul ediyoruz. Carrie, sulandırılmış romantizmi reddetse de Charlotte buna kesinlikle razıdır.
BRUNCH
SATC’nin güçlü kadınları brunch’ı yeniden icat etti desek yalan olmaz sanırım. Brunch elbette çok öncesinde de vardı, özellikle New York’ta kültürel bir fikstür olarak yer etmişti ancak globale yayılması, tatilde olsalar bile birlikte brunch’ı ihmal etmeyen Charlotte, Miranda, Carrie ve Samantha sayesinde oldu. Kahvaltı ve öğle yemeğinin birleşimi olan brunch vakitlerinde Charlotte genellikle sağlıklı şeyler sipariş ederdi, Miranda nişastalı şeyler alırdı, Carrie her zaman yumurtayı seçerdi ve Samantha kahveyle başlardı.
Bagel, sosis, Belçika waffle’ı, tarçınlı çörekler, pancake’ler, çeşit çeşit yumurtalar, muffin’ler, kişler, domuz pastırması, sosis, kahve ve daha niceleri. Gün ortasında arkadaşlarınızla sadece yumurta ve çörek yemek ve içki içmek için buluşma fikri… İşte Sex and the City, brunch konusunda tüm farkı burada yarattı.
Çoğu zaman masada dönen muhabbetten çok Carrie, Samantha, Charlotte ve Miranda’nın tükettiği harika brunch yiyeceklerine odaklandık. Peki, kokteyllerle ilgili durum burada da geçerli miydi, oyuncular bu yiyeceklerin hepsini yiyor muydu? Sarah Jessica Parker, önlerine konan ne varsa her zaman yediklerini söylüyor: “Yiyeceklerin bir oyuncunun önünde öylece durmasını ve yenmemesini sevmiyorum. Cynthia Nixon (Miranda) ve ben her zaman her şeyi yedik. Soğuk olması da önemli değildi çünkü işimizi yapıyorduk.”
SATC karakterlerinin brunch tutkusu sonucunda gittikleri gerçek mekânların önünde kuyruk oluştuğunu belirtelim. Bu, dizideki tüm restoranlar, barlar ve kafeler için geçerliydi elbette. Mekânı New York’la çok iyi bütünleşen bir dizi Sex and the City. Karakterler yeni, “trendy” mekânları keşfetseler de New York klasikleri asla es geçilmiyor. Kahramanları McDonald’s yerken de görüyoruz, sokak satıcılarından pretzel aldıklarını da. Bir başka New York klasiği, Gray’s Papaya’da karınlarını doyurduklarına da şahit oluyoruz. New York’la kurulan bu bağ asla kopmuyor. SATC’nin HBO Max’te yayınlanan reboot’u And Just Like That… ile girdiğimiz New York ise 2004’te bıraktığımız New York değil elbette. Araya kasırgalar, çöken piyasalar ve ölümcül bir salgın girdi. Özellikle de kapitalizmin doğasında var olan eşitsizlikleri daha da ortaya çıkaran Trump başkanlığının ardından dizinin ana karakterlerinin sergilediği cömert yaşam tarzı daha da absürt bir hal aldı. Ama barlar, restoranlar, kafeler yine yaşıyor elbette. Ve hiçbir şey ama hiçbir şey, bu kadınları şehrin çeşitli yerlerindeki lezzetleri keşfetmekten alıkoymuyor.
Bu yazı, Episode’un 30. sayısında yayımlanmıştır.