Son Akşam Yemeği: Bildiğiniz Tüm Cumhuriyet Filmlerini Unutun – Mert Şuşut
Beyazperdede izlediğim ilk cumhuriyet temalı film, 1998 tarihli Rutkay Aziz’in Mustafa Kemal Atatürk’ü oynadığı Cumhuriyet filmiydi. Sinemaya dair zerre fikrimin olmadığı o yıllarda filmin bende yarattığı hissiyat birinin beyazperdeden parmağını sallayarak didaktik bir şekilde birtakım mesajları beynime çivilemeye çalışması gibi bir histi. O gün filmin anlatımından hiç hoşlanmadığımı ama sınıf arkadaşlarımın coşkusundan çekinip beğenmiş numarası yaptığımı çok net hatırlıyorum.
Yıllar içinde hem sinemaya hem siyasete duyduğum ilgi arttı ancak cumhuriyet ve Atatürk temalı filmlerin anlatım diliyle olan kavgam hiç azalmadı. Hep kendi kendime, bir milletin kaderini değiştiren, dünyada sayısız akademik araştırmaya, kitaba konu olmuş milli mücadeleyi, cumhuriyetin ilan edilme sürecini anlatmanın daha gerçekçi yolları olabileceğini söyledim durdum.
Yıllar içinde Türkiye’nin içine girdiği siyasi iklim, artan milliyetçilik, artan muhafazakârlık, Neo-Osmanlıcılık’ın yükselişi, toplumun giderek kutuplaşması bu anlatım dilini daha da destansı bir zemine taşıdı. Üstelik yönetmenler, senaristler açısından iş her geçen gün artan denetim baskısı, toplumun sinir uçlarının hassaslaşması ve tahmin edebileceğiniz birçok sebep nedeniyle giderek zorlaştı.
Cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlandığımız 2023 yılının başlarında Türkiye’deki kültür endüstrisinin, markaların, ajansların hummalı bir çalışmaya gireceği hepimizin malumuydu. 29 Ekim’e yaklaştıkça birbiri ardına reklam filmleri görücüye çıkmaya başladı.
Sinema içinse beklenti Disney +’ın yayınlamaya hazırlandığı ancak daha sonra yayınlanmama kararı alınarak bir PR krizine sebep olan Atatürk 1881-1919 filmiydi. Platformlar arasında paylaşılamayan, haftalarca akıbeti belli olamayan, herkesin merakla beklediği büyük prodüksiyonlu Atatürk 1881-1919 filmi gölgesinde sessiz sedasız bir filmin galası yapıldı; Son Akşam Yemeği.
Filmin adında “son” geçtiği için film, önce olumsuz bir çağrışım yarattı bende. Sanki bir bitiş gibi… Ancak film bittiğinde bunun Osmanlı’nın son, cumhuriyetin ilk akşam yemeği olduğunu, her sonun yeni bir başlangıç olduğu klişesiyle fark ettim. Afişini görsem asla beyazperdede izlemeyeceğim, dijital bir platformda denk gelsem mutlaka başka alternatifle devam edeceğim bu film, tüm önyargılarımı paramparça etti.
Son Akşam Yemeği için cumhuriyetin ilan edileceği 29 Ekim’den bir gün önce Çankaya Köşkü’nün mutfağına konuk oluyoruz. Çankaya Köşkü’nün dünya mutfağına hâkim aşçısı (Necip Memilli) önemli konukların ağırlanacağı o mühim geceden saatler önce bir kaza geçiriyor. Mutfaktaki aşçıbaşılık görevi de Osmanlı Devleti’nin son döneminde saray aşçılığı yapan ancak daha sonra Çanakkale Savaşı’nda eli işlevsiz hale gelen ocakçı Ahir Ağa’ya (Engin Şenkan) kalıyor.
Bir yönetim şekli olarak cumhuriyete karşı çıkan ve bunu açıkça ifade etmekte beis görmeyen Ahir Ağa, 600 yıllık Osmanlı kültürünün bir kalemde silineceği endişesi taşıyarak muhafazakâr bir refleks gösteriyor. Mutfakta 28 Ekim gecesinin mönüsünü yetiştirme telaşı sürerken hem mutfakta hem halkta henüz kimsenin ne olduğunu tam olarak anlamadığı cumhuriyete ilişkin endişeleri görüyoruz.
Filmin neden benzer temalı diğer filmlerden ayrıştığına dönersek… İçinde yaşadığımız aşırı kırılgan iklimde böyle bir temayı işlemek nereden bakarsanız bakın, en hafif tabiriyle riskli. Hiçbir kesimin tepkisini çekmeden, düşman yaratmadan ama hayran da yaratmadan, tarafgir olmadan, sekülerlerin ve Neo-Osmanlıcıların borazancılığını yapmadan böyle sıcak ve gerçekçi bir film çekmek çok ince bir çalışmanın ürünü.
Reklam filmleriyle tanınan yönetmen Levent Onan, reklamcılığın gizli matematiğini filmde incelikle konuştururken senarist koltuğuna oturan ve TV dizilerinden tanıdığımız Ayla Hacıoğulları ve Vilmer Özçınar da akıcı ve kolay hazmedilir bir metin çıkarmışlar. Nezdimde sadece bu yüzden bile büyük bir övgüyü hak ediyor film.
Engin Şenkan’ın hayatının performansını gösterdiğini, Pelin Akil’in çok başarılı bir Latife Hanım profili çıkardığını, mutfak personelinin (Yasemin Baştan, Mustafa Kırantepe ve Necip Memilli) şahane ritimli bir komedi aksı yarattığını, küçük oyuncu Azra Aksu’nun ileride müthiş başarılara imza atacağını müjdelediğini de not düşmek gerekir.
Öte yandan Onur Tuna’nın bugüne kadar tipolojik olarak en çok Atatürk’e benzeyen cast seçimi olduğunu da belirtelim. Sanat ekibi de şahane bir iş çıkarmış, kostümlerden dekorlara kurulan dünya çok gerçekçi. Dönem işlerine özgü “naftalin” zorlamasını filmin hiçbir sahnesinde hissetmiyoruz.
Bunların haricinde geleneksel ve yeni arasındaki çatışmayı gastronomi üzerinden tartışması da bu hikâyeyi daha gerçekçi bir temele oturtuyor. En önemlisi de film bittikten sonra ağızda yavan bir propoganda tadı kalmıyor.
Peki, aksayan tarafları yok muydu? Elbette vardı. Öncelikle filmde bir yönetim biçimi olarak cumhuriyeti, yemek mönüsünün çokseslilik sayesinde ortak bir mutabakatla belirlendiği metaforu yetersizdi, hatta hatalıydı. Zira bu mönü metaforu, aşçı ve Latife Hanım arasında açımlanıyordu ve günün sonunda her ne kadar aşçının mönü fikirleri alınsa da son kararın otorite sahibi Latife Hanım tarafından verileceği belliydi.
İdeal cumhuriyet yönetiminin bu olmadığını söylemeye gerek yok dolayısıyla bu noktada filmin siyasal dayanağı biraz boşa düşmüş oldu. Diğer yandan Çankaya Köşkü’nün mutfak cast’ı özenle oluşturulmuşken milletvekilllerinden oluşan cast’ın aynı özenle seçilmediği hatta filmin en aksayan, en amatör sahnelerinin bu sahneler olduğunu söylemek mümkün.
Her devrimin tuzağı da ödülü de ani olmasıdır. Her ani ve köklü değişim, toplum tabanından destek gördüğü kadar tepki de toplar. Tarihi temize çekerken -özellikle bu bir sinema filmi aracılığıyla yapılıyorsa- hem tepkileri hem de destekleri tarafgir olmadan ele almak sanırım bu işi başarmanın alameti farikası. Özellikle kurmaca bir film çekiliyorsa bu konu üzerinde özenle durmak büyük önem kazanıyor.
Ezcümle böyle zor bir hikâyeyi büyük cümleler kurmadan anlatan, sizi de kurmaya zorlamayan bu filme bir şans verin derim.
Bu yazı, Episode’un 51. sayısında yayımlanmıştır.