Uzay Yarışının Alternatif Tarihi: ‘For All Mankind’ – Koray Kaplıca

 Uzay Yarışının Alternatif Tarihi: ‘For All Mankind’ – Koray Kaplıca

Tüm dünya televizyonlarının başında, insanoğlunun ilk kez dünya dışında bir kara parçasına ayak basmasını bekliyor. Meksika’da yeni bir yaşam için riskli bir yolculuğa hazırlanan Aleida’dan Houston’da Outpost Bar’da gerginlikle oturan Edward’a kadar herkes göreceklerine ve duyacaklarına odaklanmış durumda. Televizyonda astronot kıyafetiyle bir kişi beliriyor. O tarihi adımı attığı anda söylediği sözlerse ABD’de televizyonları başında buna şahitlik eden milyonlar için oldukça yabancı. Spiker bu kısa cümleyi hemen İngilizceye çeviriyor. Kozmonot Leonov’un ilk adımı atarken söyledikleri, “Bu adımı ülkem, halkım ve Marksist-Leninist yaşam biçimi için atıyorum,” oluyor. Şahit olduğumuz şey şimdiye kadar kulağımıza çalınan hikâyeden oldukça farklı. Çünkü bu evrende Ay’a ilk kez ayak basma yarışının galibi Sovyetler Birliği. Bu tarihe geçen sözleri söyleyen de Sovyet kozmonot Aleksey Leonov. Ortalıkta ölüm sessizliği hâkim. Soğuk Savaş rekabetinde geride kalmanın kaçınılmaz korkusu, bu sembolik an ile her Amerikalının kalbine işliyor. Bu dönüm noktasının zincirleme olaylar dizisini başlatması muhakkak. For All Mankind da tam bu alternatif tarih çizgisinin hikâyesini sunuyor izleyicilere.

For All Mankind, Apple’ın Apple TV+ ile 1 Kasım 2019 itibarıyla giriş yaptığı streaming pazarında az sayıdaki orijinal yapımından biri. 2019’da yayınlanan serinin ilk sezonunda Ay yarışının Sovyetler Birliği tarafından kazanıldığı tarih çizgisinde 1970’lerdeki gelişmeleri izlerken 2021’de yayınlanan ikinci sezonda ise 1983 ve sonrasına odaklanıyoruz. Serinin üçüncü sezonu da 2022 için onay almış durumda. Bir aksilik olmazsa bu alternatif tarih çizgisinin 2030’a kadar nelere gebe olduğunu gelecek sezonlarda göreceğiz. Dizinin yaratıcı kadrosunda ise Battlestar Galactica, Outlander ve Star Trek serilerinden tanıdığımız Emmy ödüllü Roland D. Moore var. Moore’a Fargo ve American Crime Story gibi başarılı işlere imza atan Ben Nedivi ve Matt Wolpert da eşlik ediyor. Kariyerine Star Trek: The Next Generation serisinde yazar olarak başlayan Moore, seride özellikle Klingon ırkı ve kültürünü detaylandıran bölümlerdeki katkılarıyla biliniyor. Yazar kadrosu dikkate alındığında oldukça heyecanlandıran bir yapım For All Mankind.

For All Mankind bir alternatif tarih hikâyesi. II. Dünya Savaşı sonrasında ABD ve Sovyetler Birliği’nin kıyasıya bir mücadeleye girdiği uzay yarışında akılda kalan en önemli imajlar Ay’a ayak basan Neil Armstrong’un ilk sözleri ve Ay’a dikilmiş bir ABD bayrağıydı. Astronotlar Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins’i Ay’a götüren Apollo 11 seferi Mars’ı kolonileştirmenin konuşulduğu bugünlerde bile ortalama Amerikalı için hâlâ çok önemli bir ulusal gurur kaynağı. Peki, bu sembolik anın hiç yaşanmadığı ve üstelik Sovyetler Birliği’nin Ay’a çıkma yarışında öne geçtiği bir dünya nasıl olurdu?

For All Mankind’ın anlattığı evreni anlamak için hikâyeyi biraz başa saralım. Bizim gerçekliğimizden 40 yıl önce bir anda ortadan kalkan Soğuk Savaş, insanlık tarihi için birçok ilkin başarıldığı bir dönem olarak öne çıkar. Geriye dönüp bakıldığında milyonlarca insanın ölümüne neden olan askeri rekabet ile yaşam kalitesini yükselten teknolojik gelişimler madalyonun iki yüzüdür. İnsanın insanla çatışması, doğayla mücadelesinde sürekli elini yükseltir. Soğuk Savaş acı olsa da bunun bir kanıtı niteliğindedir.

For All Mankind

Uzaydaki Soğuk Savaş

For All Mankind evreninin ilk günü olan 27 Haziran 1969’da gazetedeki manşet “Red Moon” yani “Kızıl Ay”. Bu manşet, ABD’nin neredeyse Asya kıtası büyüklüğünde bir uzay cismini en büyük rakibine kaptırdığını ima ediyor. NASA bürokratları kozmonot Leonov’un Marksist-Leninist yaşam biçimi vurgusundan ölesiye korkmuş durumdalar. ABD’nin süper güç mücadelesinde sıkı sıkıya tutunduğu ve kendi halkına ve Batı blokuna pazarladığı özgüveni onarılması zor bir yara almış. Fakat tarihte biraz geriye gittiğimizde seride dramatize edilen bu ilk günün olası olmadığını söyleyemeyiz. Sözkonusu uzay yarışı olduğunda 1960’lı yıllarda Sovyetler Birliği yaptığı ilklerle ABD’nin oldukça önündeydi. Ay yarışında da bitirme çizgisine oldukça yakındı.

II. Dünya Savaşı’nda ABD ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Müttefikler “kötülüğe” karşı verdikleri mücadeleyi altı yılın sonunda muzaffer olarak bitirmişlerdi. Adolf Hitler, gaz odaları ve çılgın projelerle sembolikleşen Nazi ideolojisi II. Dünya Savaşı’nı ahlaki bir düzleme oturtmak için bulunmaz nimetti. İyi ve kötü arasındaki bu amansız savaşın sonuçlanması “iyiler” arasında ayrışmayı da beraberinde getirdi. Yeniden inşa edilen dünya düzeninde taraflar ABD ve Sovyetler Birliği, komünizm ve kapitalizm, Doğu ve Batı blokuydu. 1947’de Başkan Truman, ABD dış politikasının temel amacının Sovyetler Birliği’ni çevreleyerek genişlemesini önlemek olduğunu resmen duyurdu ve Soğuk Savaş başladı. İki süper gücün nükleer silahlara sahip olması onları sıcak çatışmaya girmekten alıkoysa da bu iki güç, dünyanın farklı yerlerinde müdahil oldukları vekalet savaşlarıyla karşı karşıya geldiler. Fakat Soğuk Savaş sadece bir askeri mücadele değildi. Kampın iki tarafı da tüm dünyaya bir gelecek tasavvuru pazarlıyordu ve bu tasavvur güçle değil, rıza üreterek taraftar toplayabilirdi. İşte uzay da tam bu aşamada devreye girdi. Kozmonot Leonov’un Ay yüzeyindeki Marksizm-Leninizm vurgusu da bu yüzden çok isabetli.

1950’ler savaş sonrası ekonomik iyileşmelerin ABD’ye yaradığı ve yaptığı dış yardımlarla Amerikan rüyasını müttefik ülkelere ithal ettiği yıllardı. Bu politika, süper güç mücadelesini de ahlaki bir iyi ve kötü savaşına çevirmenin enstrümanıydı da. ABD’de müstakil evler ve arabalar ile tüketici bir orta sınıfın reklamı da vatandaşlara işleniyor ve sistemin kendi içinde meşruiyeti sağlanmaya çalışılıyordu. Kamuoyu algısında ise Sovyetler Birliği kötülükle bezenmiş bir düşmanlık ve geri kalmışlıkla imlenmişti. Fakat 4 Ekim 1957’de dünya tarihine geçen bir şey gerçekleşti. Sovyetler Birliği yapımı Sputnik 1 uydusu başarıyla fırlatılarak dünya yörüngesine girdi. Soğuk Savaş tarihine “Sputnik Şoku” olarak geçen bu olay ABD ve Batı blokunda korku ve endişe havası yaratmıştı. Sovyetler Birliği ise kazandığı inanılmaz prestijle temsil ettiği komünizm ideolojisinin dünya çapında etkili bir reklamını yapmış oldu. Soğuk Savaş’ın gidişatı radikal bir şekilde yön değiştirdi çünkü bu başarıyı iyi-kötü karşıtlığına indirgeyebilmek artık çok da mümkün değildi.

For All Mankind

Sovyetler Birliği’nin bu başarısı ABD için bir alarmdı. NASA bu dönemde oluşturuldu ve yarışta geri kalmamak için ardı ardına başarılı başarısız fırlatma girişimleri yapıldı. Bunlar fayda etmedi ve 12 Nisan 1961’de Sovyet kozmonot Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk insan olarak tarihe geçti. Tesadüftür ki bu ilkten beş gün sonra Soğuk Savaş’ın bir diğer tansiyonlu noktası Küba’da ABD, Batista diktatörlüğüne son veren komünist hükümeti devirmek için giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkarması’nda ağır bir yenilgiye uğramıştı. Gelen büyük başarısızlıklar ile ABD’de moraller tarihi dip noktasındaydı. Bu ortamda Başkan Kennedy tüm ABD’yi birleştirecek bir ulusal hedef ortaya koydu. Bu hedef de 1970’e kadar ABD’nin Ay’a ayak basmasıydı. 1964’ten sonra Sovyetler Birliği de Ay yarışına resmen katıldı. Sonrası ise hepimizin bildiği bir hikâye.

“Red Moon”

For All Mankind bizim tarihsel gerçekliğimizden bu noktada ayrılıyor. Apollo 11 görevinden bir ay öncesinde 1969 Haziran’ında Sovyetler Birliği, Ay yarışını kazandığını tüm dünyaya sergiliyor. Bu noktadan sonra senaristler olasılıklarla dolu bir evrene adım atıyorlar. Yayınlanan iki sezon itibarıyla bu evrende ana varsayımlardan beslenen daha öngörülebilir bir gelecek kurgusunun yanında kelebek etkisi diyebileceğimiz sürpriz gelişmeler de var. Örneğin seride ABD Başkanı Richard Nixon’ın bizim gerçekliğimizde kazandığı 1972 seçimlerini Ted Kennedy’e kaybettiğini görüyoruz. Her ne kadar Nixon’ın bu seçim mağlubiyeti Ay yarışındaki başarısızlık veya devamındaki diğer gelişmelerle açıklanabilse de kaybettiği rakibi Ted Kennedy. ABD tarihine aşina izleyiciler için oldukça önemli bir isim. Kennedy kardeşlerin en genci olan Ted Kennedy, 1972 ve 1976 seçimlerinde başkan adaylığı için favori gösterilen senatörlerden biriydi fakat bu yarışlara girmemişti. Bunun en önemli nedeni ise yakın tarihe Chappaquiddick Vakası olarak geçen olay. 1969 Temmuz’unda Ted Kennedy karıştığı trafik kazasında ihmal sonucu bir kişinin ölümüne neden olmuştu.

For All Mankind

Ulusal medyada sansasyon yaratan bu olay Kennedy’nin başkanlık hayallerini de suya düşürdü. Sovyetler’in Ay’a inişinden üç hafta sonra gerçekleşmesi beklenen bu olay ise bu alternatif tarihte yer almıyor. Yine bu alternatif tarihte John Lennon suikasta uğramamış olarak barış söylemlerine devam ediyor. Galler Prensi Charles da ilk eş tercihini Lady Diana Spencer’dan yana değil, Camilla Parker Bowles’tan yana kullanmış.

Serinin yazarları bu kelebek etkilerini farklı yıllara serpiştirse de tüm bölümlerin gelişimine yol veren belli nedensellik zinciri oldukça görünür. Ay yarışını Sovyetler Birliği’nin kazanmasıyla siyaset, toplum ve teknoloji alanında uzun vadeli değişimlere neden olan bir pim ateşlenmiş oluyor. Serinin 1970 ve 1980’lerin alternatif siyasi tarihini yazarken kullandığı tek bir temel varsayım var. Bizim gerçekliğimizde ABD’nin Ay yarışını kazanmasıyla iki süper güç uzayı bir rekabet alanından çıkararak işbirliği yapılan bir alana dönüştürüyor. Bu durumda da uzaya harcanması beklenen bütçeler ABD ve Sovyetler Birliği’nin dünyanın farklı yerinde giriştikleri vekalet savaşlarına gidiyor. For All Mankind’ın kurguladığı tarihte ise Sovyetler’in Ay yarışı zaferi uzayda savunma soslu bir güvenlik ikilemini tetikliyor. İki süper güç de kaynaklarını uzay yarışına aktarmaya ve dünya üzerindeki güç çatışmalarından elini ayağını çekmeye başlıyorlar. Bu yüzden ABD kendi için bir bataklığa dönüşen Vietnam’dan normalden erken ayrılıyor. Sovyetler Birliği ise Afganistan’a hiç bulaşmıyor. Şu an bir küresel tehdit haline gelen IŞİD ve 21. yüzyılda müzik yasaklayabilen Taliban rejiminin, iki süper gücün Afganistan’daki mücadelesinden köklenmesi ise bu kararların ne denli geniş sonuçları olabileceğinin ispatı. Uzay bütçesinin artması demek zorunlu olarak insanoğlunun bu bilinmeyen alanı araştırması için bilime ve teknolojiye yatırım yapması demek. İkinci sezonda bilim ve teknolojiye olan bu yatırımın artmasıyla 1990’larla özdeşleştirdiğimiz birçok teknolojik ürünün erkenden dolaşıma girmesine şahit oluyoruz. Dizüstü bilgisayarlar, bu retro geleceğin e-postası d-mailler ve elektrikli arabalar hoş sürprizler olarak seride yer bulmuş. Serinin alternatif tarihi her ne kadar iyimser bir retro gelecek tahayyülü sunsa da insanın güvenlik paranoyasından bir dakika bile vazgeçilmediğini hatırlatalım. Uzayda olası bir çatışma, serinin çeşitli bölümlerinde her zaman bir tansiyon öğesi olarak mevcut. Serinin belki de yaptığı en iyi şey de tüm bu siyasi gerçekçilikle bunun sonucunda ortaya çıkan beklenmedik olumlu sonuçları oldukça organik olarak gösterebilmesi. Bir başka deyişle karşımızda iyimser temennilerle köşeleri keskin ütopya benzeri bir alternatif tarihten ziyade güç sahibi farklı aktörlerin maliyet ve zararını düşünerek verdiği kararlar sonucu oluşmuş çok katmanlı bir senaryo var.

Alternatif Tarihin Kadınları

For All Mankind iki sezonuyla 1970 ve 1980’lerin alternatif siyasi tarihini kurgularken bir adım daha atarak ABD’nin Ay yarışındaki mağlubiyeti ve bu mağlubiyetin tetiklediği gelişmelerin toplumsal alana yansımalarını da ele alıyor. Özellikle toplumda kadınların konumu, kadın-erkek ilişkileri ve farklı sınıf ve gruplardan gelen kadınların karşılaştıkları zorluklar serinin ele aldığı yirmi yıllık süreç içinde özenle seçilmiş karakter değişimleriyle senaryoya yedirilmiş. Toplumsal değişimlerin oldukça yavaş işleyen süreçler olduğunu dikkate aldığımızda seri zor bir işi oldukça iyi kotarıyor. Serinin çok karakterli yapısı da bu değişimlerin gözlemlenmesi için elverişli bir ortam sunuyor.

For All Mankind

For All Mankind’ın alternatif tarihinde kadınlar dönemi ise yine hiç beklenmedik bir olayla başlıyor. Uzay yarışında Sovyetler Birliği bu sefer de bir kadını, kozmonot Valentina Tereşkova’yı Ay’a göndererek bir ilki daha gerçekleştiriyor. Beyaz erkekleri zorlukla Ay’a gönderebilen ABD, Başkan Nixon’ın talimatıyla Ay’a bir kadını göndermek için kolları sıvıyor. Fakat 1970’ler kadınların saçma önyargılar ve sudan bahanelerle birçok işkolunda ayrımcılığa uğradığı yıllar. NASA da bu konuda istisna değil. Zorlu geçen eğitimler sonucunda NASA, içinde Afro-Amerikan bir kadının da yer aldığı kadın astronot ekibi çıkarmayı başarıyor. Bu ekipten Molly Cobb da Ay’a ayak basarak ABD’nin gururu oluyor. Başta Molly olmak üzere ABD uzay programının kadın yüzleri daha görünür hale gelmeye başladıkça bir değişim dalgası topluma yayılmaya başlıyor. Bir diğer değişim noktası da seride arka planda gözükse de Nixon’ın yerine gelen Başkan Ted Kennedy ve Kennedy’nin toplumdaki ayrımcılıklara karşı yürüttüğü politikalar. Bu gelişmelerle 1970’ler normalde daha sonra başlayan değişimin öne alındığı yıllar oluyor.

ABD uzay programında kadınlardan oluşan bir astronot ekibinin ülkenin uzay serüveninde söz sahibi olmasının yarattığı etkiyi serinin ikinci sezonunda daha net görebiliyoruz. İlk sezonda bazı sahneler ve diyaloglarla özellikle 1970’lerde kadınların başta çalışma hayatında karşılaştığı zorluklar ve içinde bulundukları eşitsiz konumun yarattığı psikolojik ikilemlerle ilgili önemli ipuçları veriliyor. Hatta serinin kadın sorununu yekpare olarak da ele almayıp farklı sınıftan gelen kadınları ve onların tecrübelerini de eklemlemiş olması çok önemli bir ayrıntı. Örneğin Manhattan Projesi’nde çalışmış bir biliminsanının kızı olan Margo sahip olduğu eğitim, yetenek ve tecrübeye rağmen NASA’da hak ettiği pozisyona ancak babasının arkadaşı Von Braun sayesinde gelebiliyor. Astronot Edward Baldwin’nin eşi Karen ise sindirdiği ataerkil kodları eşine bile kullanmaktan kaçınmayan bir kadın. Bir anda ortaya çıkan kadın astronotlara diş bilenen, bu pozisyonları hak etmediklerini düşünen ve sadece ailesi için yaşayan bir anne. Meksikalı bir göçmen olan Aleida ise erkek arkadaşı uğruna eğitimini sekteye uğratacak kadar terk edilme korkusuna saplanmış. İkinci sezonda ise daha güçlü kadınlar on yıl öncesinin zıtlıklarıyla görünür kılınıyor. Margo artık NASA’yı yöneten profesyonel ve azametli bir kadın. Karen ise dramatik bir değişimle kendi potansiyelinin farkına varan ve bar işleten bir iş kadını. Aleida ise sözünde durmayan erkek arkadaşını tek cümleyle terk edecek kadar kararlı.

On yıldaki bu gözle görülür değişime eşlik eden şeyse serideki erkeklerin giderek kırılan erkeklikleri. İlk bölümlerde sessiz, içe kapanık ve sert bir aile reisi personasını resmeden Ed Baldwin artık kızının askeri okul tercihine yoğun bir tepki gösterse de özür dileyip kabullenmesini bilen anlayışlı bir babaya dönüşmüş. Çapkın Gordo, eşi Tracy ve iki çocuğunu evde bırakarak hâkim erkekliğin verdiği tüm olanakları kullanırken on yıl sonra artık medyatik bir astronot olan eşi Tracy’den boşanmış ve zamanın gerisinde kalan bir kaybeden haline gelmiş durumda. Tabii bazı şeyler de değişmemiş. Serinin iki eşcinsel karakteri Ellen ve Larry casusluk suçlamalarıyla karşı karşıya kalınca evli rolü oynayarak NASA’daki pozisyonlarını korumaya çalışıyorlar.

For All Mankind evreninde alternatif siyasi tarih kurgusu bir temele oturuyor fakat kadınları merkeze alan toplumsal değişimin tutarlılığı konusunda bazı soru işaretleri var. Nitekim seriye yönelik eleştiriler de hikâyenin öngördüğü değişim kurgusuna odaklanmış. Burada serinin odağı itibarıyla astronotlar, onların aileleri ve NASA çalışanlarına odaklanmış insan hikâyeleri bütünü olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Belki de seriyi belgeselvari bir astronot dramasından farklılaştıran da bu detay. Söz konusu alternatif tarih olduğunda kurgudaki en büyük tehlike makro düzeydeki değişimlerin hikâyeyi fazlasıyla işgal etmesidir. Tarihin alternatif kısmına fazla odaklanmak kurguyu daha da izlenebilir kılan insan hikâyesini geri plana atar. For All Mankind bu tehlikeden ustaca sıyrılıyor. Değişime halihazırda hikâyeleri anlatılan karakterler üzerinden şahit oluyoruz. Serinin arka planında gerçekleşen siyasi tarih gelişmeleri ise telefon konuşmaları ve arşiv kayıtlarıyla izleyiciye veriliyor ve mevcut bağlam her zaman hatırlatılıyor. For All Mankind’ın ilk iki sezonu bize heyecan verici bir uzay yarışı ve iyi kurgulanmış alternatif bir tarih sunuyor. Bunlar da serinin sonraki sezonlarını beklemek için iyi nedenler.

Bu yazı, Episode’un 28. sayısında yayımlanmıştır.

Editör

Aralık 2016'da yayın hayatına başladı. Spinoff'u, prequel'i, sequel'i, remake'i, eşi benzeri muadili olmayan, Türkiye'nin tek DİZİ KÜLTÜRÜ dergisi ve web platformu...

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir