Yakınlaşmak için Uzaklaşmak: Hayvan Aynasından İnsanlık Halleri
Nasıl iyi biri olunur? Daha net olmak gerekirse iki ucunda da bulunulan hayal kırıklıkları ve istismarla bezeli bir hayatın ardandan yine de iyi biri olabilir miyiz? Bir animasyonda, üstelik hayvanlarla dolu bir animasyonda böylesine ciddi ve hassas konulara değinmek zor olacak gibi gelse de BoJack Horseman bunun altından kolaylıkla kalkıyor
Alışılageldik kültürel ürünler arasında hedef kitlesiyle en sıkı ilişkiye sahip olan, yapısı itibarıyla diziler. Filmler, şarkılar, heykeller tamamlandıktan sonra görücüye çıkarken diziler hepimizin önünde özüne haftadan haftaya yeni parçalar ekleyerek çoğu zaman yıllar boyunca devam ediyor. Bu nedenle kitleyle ilişkilerinin dizileri tanımlayan ve tamamlayan önemli bir özellik olduğunu unutmamak gerekiyor. Televizyon dışında yeni yayın platformlarının ortaya çıkmasıyla bu düzen de değişikliğe uğradı elbette. Artık sayısı yüzü geçen bu platformlarda pek çok dizinin bütün bir sezonu aynı gün çıkıyor veya yalnızca tek sezonluk, antolojik diziler kurgulanıyor.
BoJack Horseman bu dönüşümün daha ilk evrelerinde hayat bulmuş bir dizi. Çevrimiçi yayın platformlarından en kapsamlısı Netflix’in House of Cards, Hemlock Grove ve Orange is the New Black’ten sonraki dördüncü orijinal içeriği ve ilk animasyonu. Daha önce yalnızca başka yapım şirketlerinin dizi ve filmlerini sunan Netflix, bu programlarla beraber 2013’ten itibaren içerik üreticisi haline geldi. BoJack’in yayınlanmaya başladığı Ağustos 2014’te Netflix’in dünya çapındaki yaklaşık 50 milyon kullanıcısına kendi programlarını tanıtması oldukça kolaydı tabii. Bahsettiğimiz bu dört diziden birinin yedi, ikisinin de altı sezon sürmesinde sağlam yapım, oyunculuk ve senaryolar kadar bu ciddi görünürlük de önemli olsa gerek.
Hayvan şakaları ve Hollywood evrenine dair gözlemlerle bezeli bu durum komedisi gibi başlayan BoJack Horseman aslında çocukluk travmaları, bağımlılık ve depresyon gibi pek çok akıl sağlığı sorununu incelikle ele alan, yetişkinliğe dair bir öykü
“Binge-watching” yani dizi bölümlerini art arda izleme alışkanlığının daha yeni yeni oluştuğu bu bir dönemde çıkan ve bölümleri ortalama 25 dakika süren BoJack Horseman bu furyaya rahat bir biçimde dahil olmuştu. Dizinin yaratıcısı Raphael Bob-Waksberg bile birkaç sene sonra görücüye çıksalar aynı başarıyı muhtemelen yakalamayacaklarını söylüyor. Animasyonun konusunu dile dolanan kapanış jeneriğinin sözleriyle özetleyebiliriz: BoJack Horseman, 90’larda ünlü bir dizinin başrolünü oynamış. O zamandan beri bu şöhrete ve geçmişine tutunmaya çalışan BoJack’i günümüzde tanıyan pek kalmamış. Üstelik kendisi bir attan daha fazla insan ve bir insandan daha fazla at; çünkü insanlar kadar, bedenleri insana benzeyen hayvanların da yaşadığı bir tür paralel evren diyebileceğimiz Hollywood’da (“D” harfi çalındığı için düzeltelim: Hollywoo’da) oturuyor. Tek sahnelik konuk seslendirme sanatçılarına dek pek çok ünlü ismin yer alması hatta bazen kendilerini canlandırması da illüzyon ile gerçeklik arasındaki sınırı başarılı bir şekilde bulanıklaştırıyor.
BoJack’le tanıştığımızda oldukça narsisist ve keyfine düşkün bir alkolikti. Akla gelebilecek pek çok başka türlü bağımlılık yapıcı maddeleri kullanmaktan geri durmuyor. Tekrar gündeme gelip ilgi çekmenin bir yolu olarak biyografisini yazmaya karar veriyor ama ne bunu yapabilecek içgörüsü ne de emek vermesini sağlayacak hevesi var. Bu nedenle biyografisini yazması için bir gölge yazar tutuyor: BoJack’in çocukluk kahramanı Secretariat’ın biyografisini yazan Diane Nguyen. Diane, BoJack’in sinirine dokunan arkadaşı ve kendisi de aynı dönemde aynı konuya sahip bir dizinin başrolünü oynamış Mr. Peanutbutter ile birlikte. Öte yandan eski kız arkadaşı ve menajeri Princess Carolyn, kitabın bir an önce bitmesi için sürekli baskı yapıyor. Beşinci ve sonuncu başkarakter ise dizideki hikâye başlamadan yaklaşık beş sene önce bir parti sonrasında BoJack’in evinde kalmaya başlayıp bir türlü gitmeyen Todd Chavez. Hayvan şakaları ve Hollywood evrenine dair gözlemlerle bezeli bu durum komedisi gibi başlayan animasyon aslında çocukluk travmaları, bağımlılık ve depresyon gibi pek çok akıl sağlığı sorununu incelikle ele alan, yetişkinliğe dair bir öykü.
Son sezonda BoJack, Diane’e soruyor: ‘Hayat çok zor ve sonra zaten ölüyoruz, değil mi?’ Doğru olduğu kadar, kabullenmesi zor bir yanıt alıyor: ‘Bazen. Bazen de hayat çok zor ve yaşamaya devam ediyoruz.’
Nasıl iyi biri olunur? Daha net olmak gerekirse iki ucunda da bulunulan hayal kırıklıkları ve istismarla bezeli bir hayatın ardandan yine de iyi biri olabilir miyiz? Bir animasyonda, üstelik hayvanlarla dolu bir animasyonda böylesine ciddi ve hassas konulara değinmek zor olacak gibi gelse de BoJack Horseman bunun altından kolaylıkla kalkıyor. Aslında işin içinde hayvanların olması o kadar da şaşırtıcı veya absürt gelmese gerek. Japonya’dan Güney Amerika kültürlerine dek, insan formundaki veya konuşma ve duygulanma gibi insan özelliklerine sahip hayvanlara mitlerde ve masallarda sık sık rastlıyoruz. Hatta yalnızca bu tür karakterlere odaklanan bir edebi tür bile var: Fabl! Bize kısmen benzeyen ama yine de yabancı gelen formlar üzerinden kendimizde gördüğümüzde irkildiğimiz, rahatsız olduğumuz hatta belki çok da net göremediğimiz özelliklerimizi ve içgüdülerimizi anlamak çok daha kolay. BoJack’te aseksüel eğilimli tavşan Maude veya komada olduğu için son 20 seneden bihaber baykuş Wanda, basit bir şakadan fazlasını sunuyor.
İzleyici nasıl bu şekilde karakterle arasında mesafe koyarak bu karakterleri izliyorsa BoJack de çevresindekilerde benzer bir şekilde hem yansımasını görüyor hem de onlardan keskin bir şekilde ayrılıyor. Örneğin Princess Carolyn, BoJack gibi gençken Hollywoo’ya gelip bu ortamda pişmiş biri ama aynı zamanda oldukça hırslı ve çalışkan bir kadın. Diane de çocukluğundan taşıdığı travmaları ve ailesinin hoyratlığına rağmen BoJack’ten farklı olarak hep daha iyi olmak ve elinden geleni yapıp daha iyisini üretmek istiyor. Mr. Peanutbutter’ın Hollywoo deneyimiyle BoJack’inki arasında neredeyse hiçbir fark yok ama biri kötümserlik sarmalında yaşarken diğeri bardağın yalnızca dolu tarafına odaklanıyor.
Peki, bu sarmaldan çıkmak mümkün mü? Maruz kaldığımız bunca hasarı, bunca yarayı, bunca acıyı ne yapacağız? Kim olduğumuzu bunlar mı belirliyor yoksa tüm bunlar sanatımızı, politik gayelerimizi hatta kişilerarası ilişkilerimizi daha iyiye ve ileriye taşımak için kullanabileceğimiz bir araç mı? BoJack Horseman bilinçli bir şekilde bu sorulara kesin bir yanıt sunmuyor çünkü amacı, izleyiciye herkese uyacak tek tip bir hayat dersi vermek değil. Bu, bir içsel yolculuk hikâyesi; kendisi de başlı başına bir yolculuk. Her sezonun sondan bir önceki bölümünün en olaylı ve vurucu olması da bunu kanıtlar nitelikte: Şoke edici bir şey yaşıyoruz ama ardından hayat kaldığı yerden ilerliyor. Son sezonda BoJack, Diane’e soruyor: “Hayat çok zor ve sonra zaten ölüyoruz, değil mi?” Doğru olduğu kadar, kabullenmesi zor bir yanıt alıyor: “Bazen. Bazen de hayat çok zor ve yaşamaya devam ediyoruz.”
7 Kılavuz Bölüm
Dizinin yaratıcısı Raphael Bob-Waksberg, Entertainment Weekly için diziye yeni başlamak isteyenlerin göz atabileceği yedi Bojack Horseman bölümünü derlemiş:
Sezon 1, Bölüm 9 – “Horse Majeure”
Bojack’in bir düğünü engellemek için kurnazca planlar yaptığı bu bölüm, dizinin ve ana karakterlerin nasıl ilerlediğini görmek için ideal. Hikâye henüz dallanıp budaklanmadığı için pek spoiler yok ama tanıtıcı, daha ağır akan ilk bölümlerden sonra sizi nelerin beklediğini görüyorsunuz.
Sezon 2, Bölüm 7 – “Hank After Dark”
Dizinin nihayet açıktan suya sabuna dokunmaya başladığı bölümlerden. Eğlence sektöründe kadınlara yönelik davranışları ve tacizleri kulaktan kulağa yayılan ünlü sunucu Hank Hippopopalous’a diğer ünlü insanların, medyanın ve hayranlarının yaklaşımını izliyoruz. Weinstein skandalı ve #MeToo hareketinden iki yıl önce yayınlandığını hatırlatalım.
Sezon 2, Bölüm 8 – “Let’s Find Out”
Bir önceki bölüm, bizim dünyamızla ne kadar doğrudan konuşuyorsa Daniel Radcliffe’in sunduğu ve ünlülerin katıldığı bir bilgi yarışmasına odaklanan bu bölüm o kadar uçuk kaçık. Bob-Waksberg bu iki farklı tondaki bölümü art arda izlemenin dizinin neler yapabileceğine dair iyi bir fikir verdiğini söylüyor.
Sezon 3, Bölüm 1 – “Start Spreading the News”
Bir önceki sezonu nerede bıraktığımızı kısaca gösterip yeni bir hikâyeye başlayan bu bölüm ve hatta tüm 3. sezon Bob-Waksberg’e göre dizinin alternatif bir başlangıç noktası. Bir önceki sezonu nerede bıraktığımızı gösterip yeni bir hikâyeyle karşılaşılacak zorlukları sunduğu için ilk bölümden farklı bir biçimde ilgi çekebileceğini söylüyor.
Sezon 3, Bölüm 4 – “Fish Out of Water”
BoJack’in bir film festivaline katılmak için Japonya gibi bir ülkeye gittiği bu bölüm, aynı zamanda dizinin bu noktaya kadarki en orijinal anlatım biçimine sahip: Dolu dolu diyaloglarıyla bilinen animasyonun bu bölümünde neredeyse hiç konuşma yok. Yalnızca animasyon formatıyla nerelere ulaşılabileceğini görmek için bile izlenebilir.
Sezon 4, Bölüm 6 – “Stupid Piece of Sh*t”
BoJack’in kendinden nefret ettiğini biliyoruz ama bu bölüm tamamen kendi ağzından ve gözünden iç dünyasına açılan bir pencere. Bob-Waksberg, “DVD’deki yönetmen yorumlarıyla beraber izlemek gibi, aslında her bir günün BoJack için ne kadar zor olduğunu ve kendini sürekli ne kadar payladığını görüyoruz,” diyor.
Sezon 5, Bölüm 6 – “Free Churro”
Diziye Emmy Ödülleri’nde ilk En İyi Animasyon adaylığı getiren ve tek bir sahneden oluşan bu bölümde BoJack’in bir cenazede yaptığı konuşmayı izliyoruz. Bölüme kronolojik ulaşanlar için oldukça üzücü bir nokta olsa da bağlamından ayrı izleyenler, bu tirat içine serpiştirilmiş şakaların keyfine daha çok varacaktır.
Deniz Turgay’ın bu incelemesi Episode’un 19. sayısında yayımlanmıştır.