‘The Penguin’: Gotham İçinde Açılan Farklı Kapılar ve ‘The Sopranos’a Göz Kırpan Bir Mafya Hikâyesi
Ayvalık Uluslararası Film Festivali Bugün Sona Eriyor
Seyir Derneği tarafından düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali bugün yapılacak gösterimler, söyleşiler ve konuşmalarla Ayvalıklı ve çevre illerden gelen sinemaseverlere veda ediyor. 14 Eylül’de başlayan festivalde son iki gün film sonrası gerçekleşen söyleşiler, Sinemanın Malzemesi ve Erguvani İstimbot başlıklı konuşmalar, dünya festivallerinden sonra Ayvalık’ta izleyiciyle buluşan heyecan verici yapımlara seyircilerin büyük ilgisiyle geçti.
Yönetmenler ve Film Ekipleri Seyircilerin Sorularını Yanıtladı
Yolları bir tiyatro kursunda kesişen, her biri kendi hayat mücadelesini veren üç kadının öyküsünü anlatan Ayna Ayna filminin gösterimi sonrası söyleşide Belmin Söylemez, “Filmin iki çıkış noktası var. Birincisi Şenay Aydın’ın Frida tutkusu ve bu tutkuyu benimle paylaşması. O sırada ilk uzun metraj filmim Şimdiki Zaman’ın oyuncu seçmelerini yapıyordum. Orada tanıştığım genç kadın oyuncuların hikâyeleri beni çok etkiledi. Çünkü tiyatroyla ilgileniyorlardı, idealist şekilde tiyatro yapıyorlardı. Ben de o oyunları gidip izliyordum. Frida ve Aylin karakteri böyle oluştu. Daha sonra da Lale karakteri eklendi hikâyeye. Yaşadığımız İstanbul’u, Türkiye’de yaşadığımız o gergin ruh hâlini ve klostrofobiyi yansıtmak istedik,” dedi.
Hasta annesiyle vedalaşmak için gençliğinin geçtiği kasabaya geri dönen İshak’ı odağına alarak ülkenin ahvaline dair bir hikâye sunan Karanlık Gece filminin gösterimi sonrasında da yönetmen Özcan Alper: “Önceki filmlerimde hep mağdurun tarafından bakmıştım. Bu sefer filmin konusu kötülük olunca, çoğunluğun tarafından bakmaya, onların ruh hâline, onları kötülüğe iten nedensellik üzerine kafa yormaya çalıştım. Hikâyede sadece mağdurun tarafına değil, failin tarafına geçmenin de doğru olduğunu düşündüm. Senaristimiz Murat Uyurkulak ile de çok tartıştık. Zor bir karardı, çok bıçak sırtı bir mesele bu. Söz konusu olan bir linçse o taraftan bakmak gerekiyordu. Hepimizin karanlık bir gecesi vardır savıyla bu filmi tartışmak istedim,” dedi. Filmin başrolünde yer alan Berkay Ateş “Benim Berkay olarak oynarken de yazarken de en çok ilgilendiğim şey insanın zaafları. O zaaflar bir sürü alan açıyor. İshak’ın hep kendi hayatına, vicdanına, bütün duygularına bakmaya çalıştık. Ne doğru ne yanlış ya da ne savundun ne eleştirdinden ziyade, onun gerçek bir insan olması benim bir oyuncu olarak en çok yapmak istediğim şeylerden biriydi,” dedi.
İlk gösterimi bu yıl Berlin Film Festivali’nin Karşılaşmalar bölümünde gerçekleşen Kör Noktada filminin gösterimi yönetmen Ayşe Polat, oyuncular Çağla Yurga, Ahmet Varlı ve Nihan Okutucu’nun katılımıyla gerçekleşti. Faili meçhul cinayetleri merkezine alan ve üç bölümden oluşan filmde, her bölümde aynı olaylar başka bir karakterin gözünden anlatılıyor. Ayşe Polat filmiyle ilgili, “Bu projenin başlangıcı Cumartesi Anneleri ile karşılaşmamla oldu. Kör Noktada bir üçlemenin son filmi. Bu üçlemedeki önceki filmler de bireysel ve kolektif tramvayı, onun izlerini anlatıyordu. Kör Noktada da travmanın hissiyat ve algısını film diliyle anlatmak istedim. Üç bölüm, filmin çekim senaryosunda da vardı. Kurguda en çok zaman geçirdiğimiz şey, kameralar arasında geçiş yaptığımız anlardı. Bir sahneyi üç kamerayla çekmemiz oldukça yorucuydu. Filmi sadece dram olarak anlatmak yetersizdi. Gizem ögeleri eklemek daha ilgi çekici kıldı,” dedi.
Jafar Panahi’nin gerçek ve kurmacanın iç içe geçtiği filmi Ayı Yok / No Bears gösterimi sonrasında filmin idari yapımcısı Nader Saeivar, kurgucusu Amir Etminan ile yürütücü yapımcısı ve filmde rolü olan Sinan Yusufoğlu’nun katılımıyla gerçekleşen söyleşide Saeivar çekim sürecine dair, “Filmde tek bir köy görüyorsunuz, ancak biz filmi üç farklı köyde çektik. Panahi’nin İran’da çekim yapması yasak olduğu için ‘yeraltı’ sineması yapıyoruz. Set sürecinde de bu nedenle zorluklar yaşıyoruz. Sürekli mekân değiştirmek zorunda kalıyoruz ama bu zorluklara rağmen çalıştığımız köy halkı çok yardımcı oldu bize. Sonrasında İstanbul çekimleri başladı,” dedi. İstanbul çekimlerinde yer alan uygulayıcı yapımcı Yusufoğlu, “İstanbul kısmında küçük bir ekiple çalıştık, Panahi İran’daki evinden internet yoluyla yönetti filmi. Dünyada belki bir ilk bu. Bu kadar politik ve kişisel bir filmin, böyle zorluklar içinde yapılmasını ilham verici buluyorum. Panahi sineması çok güçlü ve film yapımına dair çok öğretici. Panahi sinemanın ve mekânın sınırlarını zorlayan bir yönetmen,” dedi.
Festivalde Mey|Diageo’nun katkılarıyla verilen “Yeni Bir Senarist” Ödülü’nün sahibi Umut Subaşı, yeni neslin gelecek kaygısını dört genç üzerinden alçak perdeden bir mizahla anlatan Sanki Her Şey Biraz Felaket filminin gösterimi sonrasında “Bu, bir kişinin ya da bir şeyin filmi değil, bir kuşakla ilgili. Filmde dört karakter olacağı en baştan beri belliydi. Sonra karakterleri biraz oturtmaya başladım ve onlar bir şekilde iç içe geçmeye başladı. Benim için senaryoyu yazarken en uğraştırıcı şey yapıyı kurmak ve inşa etmekti,” dedi. Cemre Erül, “Filmi herhalde 25 kere izledim. Her izlediğimde başka bir şey hissediyorum. Bence bu hem filmin çok katmanlı olduğunu gösteriyor hem de bizim ne hissettiğimizi çok güzel yansıtıyor,” derken oyuncu Melisa Bostancıoğlu “Biz filmi çektiğimizde ben konservatuvar son sınıf öğrencisiydim. Filmi bugün izlediğimde sınıf arkadaşlarımın, benden önce mezun olan arkadaşlarımın ve kendimin şu anki duygularını ne kadar güzel aktarmışız gibi hissettim. Oynarken bunun bu kadar farkında değildim. Şu anda ben de iş kovalayan bir oyuncu olarak gerçekten yaşadığımız şeyleri olabildiğince yansıttığımızı düşünüyorum,” dedi.
Martijn de Jong, bir derin deniz dalgıcının gittiği dalış sonrasında bir daha geri dönmeyişinin karısı ve çocukları üzerindeki etkisinin izini süren dokunaklı filmi Vurgun Yemek / Narcosis gösterimi ertesinde gerçekleşen söyleşide, “Filmde dalışa gidilen yer gerçekten var. Bir gün dalgıçlardan biri dibe inmeyi başardı ancak yüzeye geri çıkamadı. Başka bir dalgıç onu buldu, ancak kurtarmak için tekrar daldığında o da geri çıkamadı. Bu hikâye bizi derinden etkiledi ve insanların neden sevdiklerini geride bırakmayı göze alarak böyle tehlikeli, ölüme yakın eylemler yaptıklarını merak ettik. Buradan yola çıkarak bir hikâye yazmaya başladık. Ne eşimin ne benim böyle bir ağır yas hikayemiz vardı. Ancak filmde hayatımızdan parçalar var, mesela medyum karakter annemden esinleniyor. Hollanda’da bu tür şeyler pek iyi karşılanmaz ama filmde bunu karakterin özelliği olduğundan kucaklamaya çalıştık. Böyle parçaları bir araya toplayıp bir bütün hâline getirdik,” dedi.
Gülsel Özkan, Yunanistan ve Türkiye arasında 100 yıl önce gerçekleşen mübadeleye dair belgeseli Sıla Hasreti sonrası filmine dair, “Ayvalık’ın hem tarihte hem de günümüzde mübadele kavramında tabii ki önemli bir rolü var, çünkü burası bir mübadele mekânı. Her insanda bir öykü var. Her taşın altında bir tarih yatıyor. Her yerde, ırmağından tutun, tabiatından tutun ama her yerde hikâyeler var. Bu hikâyelerin anlatılması lazım. Çok filmler yapıldı mübadele üzerine. Benim filmimde de her iki tarafın yaşadığı dramlar gerek yorumlarla, gerek kişiler tarafından anlatıldı. Tarihi kronolojik olarak işledik. Ben filmimi tek yönlü veya tek taraflı görmüyorum,” dedi.
Ülkemiz sinemasının en özgün yönetmenlerinden Ömer Kavur’u merkezine alan Kavur belgeseli sonrasında gerçekleşen söyleşide Fırat Özeler, “Ben Ömer Kavur’un film yapmasından, yönetmen olmasından bağımsız, karakteri ve iç dünyasından etkilendim ve bunun üzerine bir film yapmak istedim. Bir yol filmi yapmak istiyordum, Ömer Kavur’un yol filmlerini referans almak istiyordum. Ömer Kavur’u onun sineması gibi anlatmak istedik,” dedi.
ASKEV Sera’da ise Harun Yel’in özel mülkiyet ve ölüm arasındaki ilişkinin varlığını sorguladığı filmi Yeryüzündekiler, Nur Akalın’ın babasının vefatının ardından Ayvalık sokaklarında dolaşırken çekmeye başladığını söylediği üçüncü uzun metraj filmi Eflatun ve Mehmet Çağlar Odabaş’ın çocukken gördüğü bir rüyadan hareketle kendi psikozlarını anlattığını söylediği filmi Tinebe de yönetmenlerin katılımıyla seyircilerle buluştu.
Seyir Çocuk Günü
Seyir Çocuk Günü, 17 Eylül’de yoğun ilgiyle gerçekleşti. Çocuklar atölyeden atölyeye koştular. Sabancı Üniversitesi Küçükköy Yaratıcı Teknolojiler Atölyesi’nde gerçekleşen gün boyunca çocuklar baskı, boyama, arkeoloji, animasyon atölyelerine; ayrıca masal dinletilerine, konser ve film gösterimlerine büyük ilgi gösterdiler. Seyir Çocuk Günü’nün sonunda Karga / Corvine animasyon filmi ve Hollanda’dan Koca Adam / Bigman filmi dublajlı olarak gösterildi.
Sinemanın Malzemesi: Oyuncu ve Kurgucu
Kurgucu ve Malzeme başlıklı konuşmada Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Gişe Memuru, Anons, Kızkardeşler ve Kar ve Ayı gibi filmlerin kurgucusu Çiçek Kahraman, kurgu yaparken önüne gelen malzeme ve onunla nasıl ilişki kurulduğunun öneminden, malzeme ve sanatçı arasındaki bazen boğuşmaya varan ilişkiden söze başladı. Tıpkı heykeltıraş ya da marangoz gibi malzemenin tabiatını kavramak gerektiğini söyleyerek, iki tür malzeme olduğunun altının çizdi. Kurgu masasına gelen malzeme ve birtakım çağrışımlar taşıyan arşiv malzeme ile çalışmaya dair tecrübelerini paylaştı. Diyaloga daha az yaslanan ve derdini başka film araçlarıyla anlatmaya çalışan yönetmenler kurguya daha çok yer bırakıyor derken, tek plan filmlerin de kendi kurgusu olduğunu belirtti.
Oyuncu ve Malzeme başlıklı konuşmada ise usta oyuncu Tilbe Saran oyuncuyu aslında bir mitolojik karakter olan Ouroboros’a yani kuyruğunu yiyen ejderhaya benzettiğini, oyuncunun malzemesinin kendi hayatı, bedeni, sesi, yaşadıkları ve aynı zamanda yaşayamadıkları, bir de hayatının geçtiği coğrafya olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. İyi yazılmış rollerin defalarca oynanabilmesinin de metinde oyuncuya farklı yorumlama fırsatı vermesinden kaynaklandığını söyleyen Saran, oyunculuğun size alan açan ya da tamamen kendi kafasındakini gerçekleştirmek isteyen farklı yönetmenlerle çalışmaya göre değişebileceğini belirtti. Oyuncuların tiyatroyu daha fazla sevmesinin sebebini de sahnenin oyuncuya ait olması olarak açıkladı. Saran’ın oyuncular için önerisi ise; zihinsel, ruhsal ve fiziksel kasları mümkün olduğu kadar geniş tutmak, geniş bir yelpazede olmak gerektiği oldu. Böylece oyuncuların aynı tip rolleri oynamak zorunda kalmayacaklarını söyledi.
Cüneyt Cebenoyan Anısına: Erguvani İstimbot
Adını, yakın zamanda kaybettiğimiz çok yönlü sinema yazarı Cüneyt Cebenoyan’ın Açık Radyo’da sinema dünyasının içinden ve dışından konuklarla en sevdikleri film üzerine sohbet ettiği ve sonrasında bir kitaba da dönüşen Erguvani İstimbot radyo programından alan konuşmada Çiğdem Öztürk ve Yeşim Burul, Cebenoyan’ın ne kadar disiplinli olduğunu anarak söze başladılar. Konuşmada Cebenoyan’ın müzikle sinemayı hiç ayırmadığından, tutkulu olduğu şeylere merakından, konuşturma becerisinden bahsedildi. Cebenoyan’ın hayatında yolculuğa çıkaran konuşmada Çiğdem Öztürk, “Cüneyt ile olan son programımızda, ‘programa sen çıkacak olsan ve programda bir filmi masaya yatırmak istesen hangi filmi seçerdin’ diye sormuştum. O da Bilardocu filmini söylemişti,” dedi. Festival kapsamında Cebenoyan anısına Bilardocu / The Hustler filmi de gösterildi. Yeşim Burul’un kollektif bir lunapark olarak tanımladığı Açık Radyo’nun pek çok insana okul olması ve radyonun günümüzde bulunduğu yer de konuşuldu.