Psikanaliz: Raised By Wolves

 Psikanaliz: Raised By Wolves

Esra Koçak’ın bu Raised By Wolves incelemesi Episode’un 23. sayısında yayımlanmıştır.

“Korkumuzdan bir imge yaratır ve sonra o imgeye Tanrı adını veririz.”

Yedinci Mühür / Ingmar Bergman

Bilimkurgu, insanı anlatmanın ilginç yollarını bulur her zaman. Çevreyi, zamanı, ortamı yabancılaştırarak anlatmak istediğini bize indirekt şekilde anlatmayı iyi bilir tüm bilimkurgucular. Bu yılın HBO yapımlarından Raised By Wolves da Alien serisinin yaratıcısı, ünlü bilimkurgu yönetmeni Ridley Scott yapımcılığında bize sunulurken benzer bir işlev görüyor; insanlığı insanlığa anlatmak…

Raised by Wolves, insanlığın dünyadaki ömrünü kendi eliyle sonlandırdığı bir başka hikâye sunuyor bize. Bilimkurgu/distopyalarda her zaman olduğu gibi günümüzün sorunlarından birini alıp negatif bir fantezi haline getirerek geleceği gösteriyor. Geçen sayının konusu olan Snowpiercer’da imkân eşitsizliği ve iklim felaketi işlenirken Raised By Wolves din savaşlarını konu alıyor. İnananlar yani Mitraikler ve inançsızlar yani Ateistler olarak iki kutba bölünmüş, birbirini ötekileştirmekle kalmayıp düşmanlaştırmış dünya, insan eliyle yaşanmaz hale getirilir. Öyle ki oradan başka bir gezegene kaçma gereksinimi doğar.

Dizinin iki kahramanı Anne ve Baba, bir Adem ve Havva alegorisi gibidir. İnsanlığı yeşertme görevi onlara “yaratıcıları” tarafından verilmiştir. Tıpkı Adem ve Havva gibi birbirlerine benzerler, genitalleri yaprakla değil lateks bir giysi ile örtülmüştür. Cinsellikten yoksunlardır, ta ki Anne yılan tarafından kandırılana dek…

İnsan embriyolarıyla indikleri Kepler 22b gezegeninde Anne, embriyoları kendisiyle besler, sonrasında da Baba ile birlikte yetiştirir. Anne ile Baba’nın direktifleri açıktır: Çocukları dinden arınmış, bilim ışığında yaşayan bireyler olarak yetiştirmek. 

Paralel ilerleyen diğer hikâyede ise Ateistlerden bir çift, Marcus ve Sue ise dağılmakta olan dünyadan kaçmanın bir yolunu bulurlar: Mitraik bir çiftin yüzlerini kopyalamak ve onların kimliklerini çalarak Kepler 22b gezegenine giden uzay gemisine binmek. Onlar da öldürdükleri çiftin çocuklarına ebeveynlik yapmaya başlarlar.

Bu iki ayrı ebeveynlik hikâyesi de dönüştürücüdür. Gerçekten de ebeveyn olmak insanların dünyayı ve kendilerini algılama şekillerini öyle ya da böyle değiştirir. Bir çocuğu yetiştirmek kendi arzularınız ya da amaçlarınız ile çocuğun varoluşu arasındaki ilişkinin sürekli olarak yeniden yorumlanması ve hayata geçirilmesini içerir. Dizi boyunca yetişkinlerin ve çocukların etkileşiminin nasıl dönüştürücü olduğunu izler dururuz. Bir yetişkin, arzusu için çocuğu kurban etmeye meylederken diğeri aynı çocuk için kendisini kurban etmeye gönüllü olur. Karakterlerin çocuklar için yaptıkları seçimlerin işaret ettiği istikamet, karakterlerin iyi ya da kötüye evrilişlerinin de yolu olur aynı zamanda. Kişilik özellikleri seçimleri, seçimler ise kişiliklerin dönüşecekleri şeyi tetikler. Marcus narsisistik arzularının esiri olup oğlu Paul’ü istediği kalıba sokmak için şiddet ile zorlarken Sue, çocuğunun varoluşunu kurtarmak için kendisini feda etmeye hazırdır. El ele çıktıkları yolculukta neredeyse aynı zeminden köklendikleri halde Marcus kötüye, Sue iyiye doğru evrilir.

Keza Anne ve Baba’nın hikâyesinde de benzer bir dönüşüm vuku bulur. Anne, çocukların olmasını arzuladığı şey için onları ezmeye meylederken Baba, çocukları bu basınçtan korumaya gayret eder. Bu konuda çabalarken aynı zamanda bir ölümcül bir silah özelliği taşyan bir Necromancer olan Anne’nin hışmına uğrar, yok olmasına ramak kalır. Anne de Marcus gibi arzusunun esiri olur. Hırsı onu, tekrar kurmaya çalıştığı insanlığın başka üyelerini yok edecek denli kör eder. 

Aile romansına dair öğeler, dizide kardeş dinamikleriyle de kendini gösterir. Ebeveyn-çocuk ilişkisi gibi kardeşler arasındaki ilişki de hikâyenin içinde önemli bir yer tutar. Özellikle Campion ve Paul arasındaki rekabet, önümüzdeki sezonlarda da dizinin eksenindeki konulardan biri olacak gibidir. Bu ikili arasındaki ilişki Hıristiyan mitolojisindeki Habil ve Kabil hikâyesini andırır. Campion, Kabil gibi tarım ile beslenme taraftarıdır, Paul ise Habil gibi öldürdükleri canlıların etini yer. Paul’ün galip gelmesi Campion’daki agresyonun ortaya çıkmasına neden olur; İncil’de de Tanrı, Habil’in adağını Kabil’in adağından daha çok beğendiği için Kabil, kardeşini öldürür. Daha önce Anne’nin favori ve biricik çocuğu olan Campion, başta Paul olmak üzere diğer çocukların onlara katılmasıyla Anne ile arasındaki bağa ilk kez başkaları dahil olur, Campion buna karşı yoğun bir kardeş rekabetiyle yanıt verir. 

Raised By Wolves

Raised By Wolves, zihinsel esneklik olmadan doğru istikameti bulmak güçtür, diyordu bize ve bu esnekliği sağlayabilenler doğru yöne ilerliyor gibiydi dizide. 

Dizide paralel ilerleyen bu iki hikâyede başka benzerlikler de göze çarpar. Anne daha önce bir Necromancer’dır yani Mitraiklerin Ateistlere karşı kullandığı ölümcül ve yıkıcı bir silahtır. Ancak daha önce Mitraik olan bir biliminsanı tarafından tekrar programlanarak Ateist haline getirilir. Marcus da bir Ateist olduğu halde Kepler’e gelişinden itibaren duyduğu seslerin etkisiyle Mitraiklerin tanrısı Sol’e inanmaya başlar. Daha önce koyu bir inanan olan Anne, yine koyu bir Ateist olur; koyu bir Ateist olan Marcus ise koyu bir inanan. Bu iki karakterin değişimleri bize şunu gösterir; yobazlık durduğunuz yerden bağımsızdır, inanç sistemleri -ister bir dine, ister bir ideolojiye, isterse başka bir olguya inanın- her zaman yobazlık tehlikesi içerir ve bunun sonucu neredeyse istisnasız olarak yıkıcıdır. Liberaller ve muhafazakârlar ile yapılan fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmalarında muhafazakâr beyinlerinde tiksinti ve korku yanıtının liberallere göre daha fazla olduğu gözlenmiş, ayrıca durumsal olarak esneklik gösterme becerileri daha düşük bulunmuş. Bunlar “öteki”ni düşmanlaştırmaya olan meyli açıklayabilir belki. Durduğu yer ya da inandığı şey ne olursa olsun, kişi ne kadar tutucuysa dünyayı iyi ve kötü diye o kadar kolay bölüyor, ötekini kötü olarak yaftalama eğilimi artıyor, ondan daha fazla tiksinti ve korku duyuyor, bu da düşman olarak görme ve hedefe koymayı tetikliyor. Dizide de Mitraik ya da Ateist, yobaz olan karakterler tiksinti, korku ve saldırganlık sergiliyor ve dünyanın neden dağıldığını, neden bu gri gezegene kaçmak zorunda kalındığını  anımsatıyor.

Dizide inanç sistemlerine getirilen bir diğer eleştiri de -başta Mitraiklerin gemisinde yüksek düzeyli bir din adamının tecavüzüne uğrayan Tempest isimli çocuğun hikâyesi üzerinden- inancın sömürülmesi konusuydu. Bir din adamı Tanrının emriyle bir çocuğa tecavüz etmenin hakkı olduğunu iddia edebiliyor, bir başka din adamı elindeki güce sarılarak kendi hayatını korumak uğruna insan kolonisinin çocuklarının hayatını hiçe sayabiliyordu. İnsanlar içlerindeki arzuları, korkuları, hırsları alıp kolaylıkla bir inancın kalıbına dökebiliyor, bunların o inancın emri ya da sonucu olduğunu iddia edebiliyorlardı. Benzer şekilde kendi yaratıcısına yani Campion isimli tasarımcısına inanan Anne, bu inancıyla manipüle edilerek bir kültün emellerine alet ediliyordu. İnancın sömürüsü de körü körüne inanmakla bağlantılıydı aslında. Raised By Wolves, zihinsel esneklik olmadan doğru istikameti bulmak güçtür, diyordu bize ve bu esnekliği sağlayabilenler doğru yöne ilerliyor gibiydi dizide. 

Dizide en çarpıcı karakter, keskin görünümü ve yıkıma götüren üstün fonksiyonlarıyla Anne’ydi. Anne başlangıçta, insan yetiştirme amacına adanmış, bilimi savunan, dini inanç karşıtı bir android gibi gözükse de ilerleyen bölümlerde hikâyesi giriftleşir. Anne, Mitraik dinin inananlarının bir silahıyken sonrasında yeniden programlanarak Ateistlerin bir aygıtına dönüşmüştür. Dini kabul etmeyenleri yok edecek bir androidken inananları yok edebilecek bir Ateist haline gelmiştir. Gücü öylesine sınırsız gözükmektedir ki herkes onun tümgüçlü imgesinden çekinir, en yakınında yer alan Baba bile.

Burada kısaca Lacan’ın teorisinden söz etmek istiyorum. Lacanyen düzlemde ilk öteki, annedir. Anne bizim sığındığımız, eksikliğimizi tamamlayan, bizi besleyen ötekidir. Anneyle ilişki dürtüler ve doyum üzerine kuruludur, annenin birincil meşguliyeti bebeğe göre kendisidir. Ancak annenin ilgisini paylaştığı bir diğer öteki olan baba, annenin kendisine işaret etmesiyle bu ikili ilişki, üçlü bir ilişkiye dönüşür. Bu üçlü ilişki, iç ve dış gerçekliklerin ayırımı için elzemdir. Babanın adı, anneyle kurulan ilişkideki baş başalık fantezisini ortadan kaldırır, dış dünyaya dair farkındalığı artırır. Çocuk kendisini ötekilerden ayrı olarak tanımlamaya, kendisini onların gözünden görmeye, onların dilinden algılamaya başlar. Annenin arzusunun babaya yöneldiğini gören çocuk, eksikliğini anlar, arzusunun ve babanın yasasının yarattığı çatışmayı çözmek için simgesel düzleme geçer. Böylece toplumsal yapı ve kültürün zemini oluşur.

Bütün bunlardan neden bahsettim peki?

Raised By Wolves

Raised By Wolves, birçok türdeşi gibi bize bugüne ve yarına dair uyarılarda bulunan bir bilimkurgu.

Raised By Wolves’taki Anne, Baba’yı da içinde barındıran ilk ötekidir. Anne taşıdığı gözlerle yani belki testislerle, tümgüçlüdür. Bakışı kimseye işaret etmez, Anne sadece kendine işaret etmektedir. Anne’nin bu hali çocukların içinde bulunduğu dünyanın, hiçbir şeyin yetişmediği topraklarla sembolize edilen kültürel/toplumsal çoraklığının sebebidir belki. Önce Anne’den testislerini sembolize eden gözler alınır. O noktadan itibaren Anne, Baba’ya işaret etmeye meyleder. Dizinin ilk sezonunun finalinde Anne’nin bir yılan doğurması da enteresan bir metafordur. Dizinin tümgüçlü Anne’si, fallusu içinde taşımış ancak sonradan onu da yitirmiştir. Böylece Anne gerçek bir anneye dönüşür, o noktadan itibaren Baba ile kurduğu ilişki de olgunlaşır ve değişir. Sanırım sonraki sezonda Lacanyen yapı oluşacak; anne, babayı işaret edecek ve simgesel düzleme geçilecek, bu sayede Kepler 22b’de toplum ve kültürün tohumları atılacaktır.

Raised By Wolves, birçok türdeşi gibi bize bugüne ve yarına dair uyarılarda bulunan bir bilimkurgu. Ötekileştirme ve onun ardılı olan düşmanlaştırmanın tarih boyunca yarattığı yıkımdan dem vuran dizi, hikâyeyi bir başka gezegene taşımış olsa da insanın insan olarak kaldığını, uzayın derinliklerinde yüksek teknolojiye sahip bir forma evrilse de temel çatışmalarından beslenen savaşların bitmeyeceğini anlatıyor bize. Tüm distopyalar gibi bizi bize anlatıp uyarıda bulunuyor. 

Kim ki durduğu yerin yobazı olur, oradan yıkım ve felaket köklenir diyor. Gerçekten de ister bir dinin yobazı olun isterse din karşıtlığının, ister bir ideolojinin isterse taraftarlığın, esneyememek ve kutuplaşarak karşıdakini kötü kılmak dünyayı, insanı ve insanlığı bütün olarak algılayamamaya neden oluyor. Korkunun ve tiksintinin güdülediği, bütünü göremeyen insan ise dünyadaki en tehlikeli ve yıkıcı canlıya dönüşüyor.

Editör

Aralık 2016'da yayın hayatına başladı. Spinoff'u, prequel'i, sequel'i, remake'i, eşi benzeri muadili olmayan, Türkiye'nin tek DİZİ KÜLTÜRÜ dergisi ve web platformu...

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir