Röportaj: ‘Dünya Bu’ Dizisinin Yaratıcıları Erman Çağlar & Volkan Öge & Ömer Sinir & Ozan Akyol

 Röportaj: ‘Dünya Bu’ Dizisinin Yaratıcıları Erman Çağlar & Volkan Öge & Ömer Sinir & Ozan Akyol

GAİN’in yeni absürt komedi dizisi Dünya Bu, KALT ve Ayak İşleri ekibi tarafından yaratıldı. Biz de Episode okurları için Dünya Bu’nun yaratıcılarıyla bir röportaj yaptık. Daha önce Gibi’nin de yönetmenliğini üstlenen Ömer Sinir, Ayak İşleri’nin de senaristleri arasında yer alan Volkan Öge ve KALT ekibinden Ozan Akyol ve Erman Çağlar’la Dünya Bu sürecini ve komedi yapmayı çeşitli boyutlarıyla konuştuk. Keyifli okumalar…

Erman Çağlar

Öncelikle KALT’ı sormak istiyorum. Ekip nasıl oluştu? Nasıl bir araya geldiniz?

Erman: KALT kurulduğunda ben reklam ajanslarında metin yazarlığı yapıyordum. Ozan ve Yavuz Günal’ın daveti üzerine tanışma amaçlı Beşiktaş’a yanlarına gittim. Bira içtik ve Iron Maiden dinledik. Benim için bu ikisi vergi levhası ve imza sirküsü yerine geçtiği için teklif ettikleri her şeyi kabul ettim ve başladık.

Ozan: Aynen böyle oldu.

GAİN’de yayınlanan Dünya Bu daha yayınlanmadan seyirciyi heyecanlandırdı. Karşımızda inanılmaz bir ekip var. Nasıl bir araya geldiniz ve böyle bir iş yapmaya karar verdiniz?

Ozan: Caner Özyurtlu ve Volkan Öge bir skeç programı yapmak istiyordu. Volkan beni aradı ve kafasındaki projeyi aktardı. Ben de Erman’la konuştum, gayet hoş ve sıcak baktık işe. Sonrasında toplandık ve yazmaya başladık.

Erman: Ekip adına konuşamam ama KALT olarak ekonomik anlamda eski kabanların, uzun süredir giyilmeyen pantolonların ceplerinde beşlik olur, onluk olur, unutulmuş kâğıt paralar aradığımız bir dönemden geçiyorduk. Tanıdığımız, sevdiğimiz ve işlerine güvendiğimiz bir cenahtan, “Yazar mısınız?” diye teklif gelince üzerine çok düşünülecek bir durum olmadığına karar verdik.

Volkan: Öncelikle “inanılmaz” olarak nitelendirdiğiniz için tüm ekip adına teşekkür edeyim. Böyle bir işi yapmaya Ayak İşleri’ni yazma gayretlerimiz esnasında Caner’le birlikte yükselmiştik. Hiçbir sabiti olmayan, her açıdan değişken bir skeç programını uyumlu bir ekip olmadan yapamayacağımızı biliyorduk. Ben senaryo tarafında Ozan ve Erman’ı, Caner de yönetmenlik için Ömer’i projeye davet etti. Hep birlikte oturup yapmak istediğimiz şeyin çok da mümkün olmadığını anladık ve çalışmaya başladık

Ömer: Caner Özyurtlu buluşturdu hepimizi. Hepimizin yıllardır yapmak istediği bir şeyler varmış. KALT ekibi ve Volkan Öge ile bu projede tanıştım. Onlar zaten senaryoların bazılarını çıkarmışlar ve üzerinde çalışıyorlardı. Sonrasında ben dahil oldum. Enerjimiz ve kimyamız da uyuşunca hızla dalmış bulunduk projeye. Yıllardır zaten her birini ayrı ayrı takip ettiğim kişilerle birlikte bu işi yapmak da beni ayrıca mutlu etti.

Volkan

Ciddi bir seyirci kitlesine sahip, yeni nesil absürt komedi yapımları son yıllarda dijital platformlarda görmeye başladık. Bu işlerde ortak formül sanırım gündelik hayatın içinden küçük konuları alıp abartmak… Nasıl oluyor yaratım süreci? Bana şöyle geliyor; sıradan bir arkadaş sohbetinde ortaya çıkan, “Evet ya, o da çok komik aslında,” dediğiniz küçük şeyler hakkında yazıyorsunuz sanki, yanılıyor muyum? Nasıl gerçekleşiyor üretim aşaması?

Erman: Bunun cevabı biraz muğlak, onu abarttım, bunu şişirdim gibi bir formülasyona pek gelmiyor. Komedi biraz ip cambazlığına benziyor. Ancak her saat, her dakika seyircinin keyfine, zamanın ruhuna göre ipin uzunluğu, gerginliği hatta malzemesi değişiyor. Komedyenin durmadan, sıkılmadan hem ayak uydurması hem de anlatmak istediğini anlatabilmesi gerekiyor. Sosyal bilimler diye bir bilim dalının varlığı da, apartmanın WhatsApp grubundaki sonsuz hırslar da komik gelebiliyor. Hangisi küçüktür, hangisi büyüktür bunun kararı pek bize kalmıyor.

Ozan: Bir fikre, zihinde yaratılan bir olaya ya da bir ana tutunmakla başlıyor her şey. “Bir insanı sevmekle başlar her şey” gibi oldu. Ama o da olabilir. Ben mesela Erman’ı sevdiğim için ona kafamdaki her şeyi rahatça sunuyorum. O da bana hakeza… Sonrasında birlikte ya da bireysel olarak konumumuzu alıp ilerliyoruz. Bu arada bir insanı sevmemekle de başlayabilir her şey. Görüyoruz, duyuyoruz…

Volkan: Skeçlerin yazılmasından evvel Ozan, Erman ve Caner ile birlikte uzun oturumlar yaptık. Hep hayalini kurduğum bir çalışma şeklini uygulayıp çalışmadan boş boş takıldık. Öncelikle birbirimizi güldürmeye çalıştık sanırım. Güldüğümüz şeyleri not aldık. Zaten herkesin cebi yıllardır biriktirdiği bir sürü fikirle doluydu. Skeçlerin üretimi için özellikle bir formül olmamasına, tahmin edilebilir bir taraf oluşturmamaya çok gayret ettik. Yazmaya değer bulduğumuz notlar belirli bir adede geldikten sonra senaryo aşamasına geçtik. KALT bu konuda bir yazım canavarı diyebilirim. Yine de uzun ve sonuna doğru sancılı bir süreç oldu.

Ömer: Çalıştığım yazarlar genellikle kendi absürt ve komedi üslubu olan yazarlar. Üzerine o kadar konuşmayacağımız şeyleri gereğinden fazla konuşunca bu şekilde bir absürde doğru yelken açmış oluyorsunuz zaten. Ama, “Ya, bu işi çeksek çok makara olur ya!” gibi bir yerden başlamıyor hikâye. Yazarlardan en az biri cidden bu durumu dert edinmiş oluyor kendine. Yani bıraksan 5 dakikalık hikâyeyi sana 5-6 saat anlatabilir şekilde dolu oluyorlar. Çekim aşamasına gelene kadar çoğu şeyi oturtsak da çekimde her zaman eklemeler yapacak kadar açık olmak şart. Bazen oyuncu, bazen mekân, bazen ekip arkadaşların ufkunu çok daha fazla genişletebiliyor. Ama sette hallederiz, kurguda toplarız gibi cümlelerle, elimize bir kamera aldık çıktık gibi bir mantıkla ilerlemiyor. Uymamız gereken bir takvim olması hayatımızın büyük bir gerçekliğini oluşturuyor.

Ayak İşleri, Dünya Bu ve KALT videoları benzer bir mizahi bakışın ürünü gibi. Bu ekibi bir araya getiren aynı şeylere gülmeniz mi? Bu bağlamda YouTube üzerinden ürettiğiniz videolarla kaydettiğiniz podcast’lerden biraz söz eder misiniz? Orada yaratım süreci nasıl ilerliyor? Dünya Bu’nun üretim aşamasıyla çektiğiniz videolar arasında ne gibi farklar var?

Ozan: Birlikte iş yapacağınız insanlarla asgari bir müştereğiniz olması elzem tabii. Caner de Volkan da önceden tanıdığımız kaliteli şahıslar. Ömer’i de sonradan tanıdık; kendisi de pırlanta gibi bir insan çıktı. Sonuçta herkes o güne kadar bohçasında taşıdıklarını ortaya döküyor böyle projelerde. İşimize yarayacaklar alınıyor ve yola koyuluyor. KALT için ürettiğimiz her iş tamamen bize ait, homojen çıktılar bütünü. Dünya Bu gibi hem yazım hem de prodüksiyon aşamasında birden çok insanla ortaklaştığınızda tabii ki ortaya daha heterojen bir iş çıkıyor.

Volkan: Sanırım kritik olan, güldüğümüz şeylerden ziyade birbirimizi gerçekten güldürebilmemiz. Benzer yaşlarda, benzer travmaları yaşamış insanlar olmamızın da zihinsel yapımız üzerinde yakınlaştırıcı bir etkisi olabilir.

Erman: Aynı şeylere gülmek benim için, biriyle iyi anlaşabileceğimin en dolaysız göstergesi. En azından neden bahsettiğimi anlar diye düşünüyorum. KALT’taki üretim süreciyle Dünya Bu gibi prodüksiyon ürünü bir işin yaratım süreci karşılaştırılamayacak kadar farklı. KALT’a çektiğimiz bir videoyu evden bulduğumuz, bitpazarından 10 liraya satın aldığımız ekipmanla 100- 200 liraya çekiyor; editini, müziğini kendimiz yapıyoruz. Yeteneğimizin yetmediği yerlerde bu işlerden anlayan dostlarımız el atıyor. Dünya Bu setinde insanların kakalarını yapmaları için ayrılmış bir karavan vardı. İkisi başka şeyler.

Ömer: Aynı şeylere gülmek değil de, farklı şeyleri izleme isteğimiz olabilir. Bu tarz işleri icra eden de olmayınca iş başa düştü gibi bir hal oluştu. Sağ olsun, yayıncı platformlar da bize bu imkânı verdiler ve bayağı bir arkamızda durdular.

Volkan

Bahsettiğim yeni nesil mizah dizilerinden biri de Gibi. O projeden de söz edebilir misiniz Ömer Bey? Çekim süreci nasıldı?

Ömer: Gibi projesi tam olarak bağımsız komedi gibi ilerledi. Hiçbir yayıncı, yapımcı, celebrity baskısı olmadan, kendi bildiğimiz şekilde, ilk sezon özelinde deneye yanıla bir şeylerin adını koymaya çalıştığımız bir süreçten geçti. İlk etapta tür olarak başka yerlerde gezinen bir projeyken ön hazırlık ve uygulama aşamasında istediğim kıvama dönüştü. Çok önemsiz şeyler, çok önemli kadrajlarda ve tonlarda ilerledi. Küçüğü, büyüğü, iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdık; güzel de oldu. Bu şekilde güzel bir oyun alanı oluşturduğumuz noktada, tüm ekip de kendini daha iyi gösterebilecek alanlar yakalamış oldu. Görüntü yönetmenimiz Ersin Gök ve ekibi çoğu şeyi çok güzel gördü, yardımcı yönetmenimiz Onur Uzun ve reji ekibimiz çok güzel hazırladı her şeyi. Bazen gezegenler sizin için sıralanmış olabiliyor 🙂

Son dönemde çok sevilen absürt komedi diziler çekildi ama Dünya Bu’nun daha farklı bir formatı var. Dizinin her bölümünde birden fazla bağımsız hikâye yer alıyor ve her skeçte farklı oyuncular oynuyor. Böyle bir format nereden aklınıza geldi?

Erman: Çoğu şey gibi bu format da aklımıza gelmedi. Orada Caner’in ve Ömer’in bağlantıları ve vizyonu daha belirleyici oldu. Bizim bu ölçüde bir yapım ve oyunculuk tecrübemiz olmadığı için onların rehberliği bize can simidi oldu.

Ozan: Başta belirttiğim gibi, skeç komedisi fikri Volkan ve Caner’den çıktı. Üretim aşamasında şundan ilham aldık diyebileceğim net bir örnek yok fakat yıllardır okuduğumuz, izlediğimiz, sevdiğimiz birçok şeyin kalıntısı mutlaka sirayet etmiştir. Buna kendi yaptığımız, ertelediğimiz veya yapmayı düşündüğümüz şeyleri de katabiliriz. Geçmiş, şimdi ve geleceğin çamurumsu bir karışımı… Sanki yerel seçimlere hazırlanıyormuşuz gibi cevap oldu ama hoş oldu (bence).

Volkan: Form olarak çok da yeni bir şey değil aslında. Biz basitçe komik kısa filmler yapmak istedik. Ama tat olarak birçok benzeri işin aksine karanlık bir komedi çıktı. Yine birçok örneğin tam tersi istikamette giderek sabit bir oyuncu kadrosu içinde rol paylaştırmak yerine her rol için “en uygun” oyuncuyla çalışma yoluna gittik. İyice işimizi zorlaştırma fikrine karşı koyamadık sanırım. İlham olarak birbirimize baktık. Kendi içimizde kabul gören şeylere yakınlaştık.

Ömer: Aslında tür olarak çok sayıda örneğini bildiğimiz skeç formatı. “Olacak O Kadar”, İngiliz işi “Monty Pyton” bu türün örneklerinden. Dünya Bu’da ise kabaca aynı mantıkta ilerlerken farklı kılmaya çalıştığımız yerler var. Bu tarz komedilerde daha çok bağırma ve yüksek frekanstan iletişim kurma yoluna gidiliyor. Kostüm, sanat, reji olarak daha egzajere sularda geziniliyor. Oluşturduğumuz atmosferde biz daha dünyalı tarafından ilerlemeyi tercih ettik. Her şeyi daha olağan halde göstermeye çalıştık. Zaten metinleri okuduğunuzda ve KALT, Volkan, Caner’i tanıdığınızda absürdün getirdiği dümdüz olağanlığı görüyorsunuz.

Her skeçte farklı oyuncular oynatma fikrini biraz ben direttim gibi oldu. Her rolün hakkı farklı oluyor. 180 civarı oyuncuyla çalışmışız kısa sürede. Benim için zorlu bir süreç oldu ama bu şekilde o egzajere sulardan da kaçınmış olduk.

Kısa zamanda hikâye anlatmak zor değil mi? Mizahta zaman kavramı daha da önem kazanıyor, komik anın süresi, hazırlık, sonrası…

Erman: Herhalde hangi pratikten geldiğinizle alakalı biraz. Ben senelerce mizah dergilerinde kısa hikâyeler yazdım. Ozan internette kendi minyatür dünyalarını, geri dönüşüm merkezlerini kurdu. Bizim için gerçeklikte anlık bir kaymayı anlatmak daha doğal olabiliyor.

Ozan: Bir yandan da biz tam tersine, bir şeyi asla kısa anlatamayan insanlarız. Kısa video olarak tasarladığımız fakat sonra uzayan çoğu şey bir anın, bir oluşun oluşabilme halleri. Onun için ben artık neyin kısa neyin uzun olduğuna kendi adıma karar veremiyorum. Zaman kavramı elimden sabun gibi kayıp gitmiş durumda.

Volkan: Komedide zamanlama en önemli şey ama evrensel doğruları olan bir konu değil. İçgüdüsel oluşuyor. İzleyicinin ruh haline göre bile farklı tonlamalar farklı sonuç verebiliyor. Dünya Bu genel olarak her anlamda farklı atmosferlerde farklı oyuncularla tamamen farklı senaryoları sahnelediği için çok zor bir projeydi. Biz senaryoyu yazdık, Ömer Sinir de çok bütünleştirici ve tutarlı bir tavırla çekti. Baştan belirlenmiş bir tutum yoktu.

Ömer: Ekip olarak neredeyse hepimiz reklam temelliyiz. Aynı disiplini daha kısa film sürelerinde icra edebilmeyi bolca deneyimledik. Ben reklam çekmeye devam ediyorum. Reklamda süreden dolayı pay bulamadığımız tüm tepkiler, cümleler ve kamera hareketlerini bu konseptin içinde uygulayabilme şansı da doğdu. O yüzden ekip olarak bildiğimiz sularda yüzdük aslında.

Erman Çağlar

Bu yeni mizah anlayışını biraz da internete borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Dünya Bu da dijital bir platform üzerinden seyirciye ulaşıyor. Bir de bu işleri takip edenler sosyal medya üzerinden bu tarz mizah üreten ve tüketen izleyici aslında. Siz nasıl bakıyorsunuz bu duruma? Tarif ettiğim gibi bir seyirci kitleniz mi var yoksa daha mı farklı?

Ömer: KALT’ın, Volkan’ın ve Caner’in kendi seyirci kitleleri var ve bu seyirci kitlesi aynı zamanda büyük ölçüde bir kesişim kümesinden oluşuyor. Bunca yıldır süren mecra darlığından kaynaklı olarak yayıncılar, yapımcılar komedide her anlamda güvenli alanlarda gezmeyi tercih ettiler. Mecralar ve içerikler çoğaldıkça izleyici kitlesi genişleyip farklı türden kişileri de izleyici kümesine dahil ediyor. Çok kalabalık olmasak da günden güne bu sayı artıyor. Böyle niş işlerin istikrar anlamında en büyük sıkıntısı ise belli bir süre geçtikten sonra nişini terk edip, biz ne yapsak yerler algısıyla totale açılma sevdası oluyor.

Erman: Mizah anlayışım internet henüz yokken mizah, müzik ve hatta bilgisayar dergileri (buradan Gameshow dergisini sevgiyle anıyorum) sayesinde bu hale geldi. Dergilerde yazmaya başladığım dönemde internet e-mail için kullanılıyordu. O zamanlar da, “Sizin izleyiciniz Avrupa’daki postmodern çizgi roman devriminin ürünü,” gibi şeyler söyleniyordu. O zamanlar da “Evet, olabilir ama bilmiyorum,” diyorduk. Su yolunu, iş meraklısını buluyor herhalde. Böyle muğlak ama güzel sözlerle atlatmaya çalışıyoruz böyle zor soruları.

Ozan: Biz kemik kitlemizi kendimizden ayrı görmüyoruz. Hangi vesileyle onlarla yan yana ya da karşı karşıya gelirsek gelelim bir bütünün parçası olduğumuzu ve olduklarını hem biz hissediyoruz hem de onların hissettiğini biliyoruz. Bu kitlenin dışına çıktığımızda işler sanırım biraz daha deneme yanılma yöntemiyle ilerliyor. Bir parçamızdan koparıp “hmm lezzetliymiş doğrusu” ya da “ı ıh bu nanay, dandik bu” diyenler biraz daha tadımıza bakarsa net karar verebilirler. Biz de kendilerini anlamış oluruz.

Volkan: Ben seyircileri kitlesel olarak algılayamıyorum ve kafamda tanımlayamıyorum. Bence Dünya Bu, seyirciyi karanlıkta bırakan deneysel bir proje. Seyircinin bağlanıp tutunacağı bir kahraman yok, genel bir öykü akışı yok. Sadece sürprizler var. Bu durum seyirci tarafında da bizim için bir sürpriz yaratıyor. Kimin neyi beğeneceği, neyi beğenmeyeceği hiç belli değil. İlk izlemelerde bile oluşturduğumuz gruplarda herkes başka bir şeye güldüğünü söylüyordu.

Gençlerin mizahla ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Yaratıcı işler üreten, potansiyeli olduğunu düşündüğünüz gençler var mı?

Volkan: Yaratıcı gençler var ama “işler” çok da yaratıcı olmayan kimseler tarafından biraz ablukaya alınmış gibi hissediyorum. Sahnede parlayan, çok başarılı stand-up komedyenleri var. İsim isim saymak istemiyorum ama büyük potansiyel barındıran çok sayıda genç var. Onlardan çok daha büyük şeyler çıkması bence sadece bir zamanlama meselesi. Bekliyoruz.

Erman: Pek iyi bir mizah okuru ya da izleyicisi değilim. Daha çok insanın karşısına rastlantıyla çıkan şeylerin mizahına inanıyorum. Yeni neslin daha sahiplenici, sevdiği şeyin benzerlerini çok hızlı bulabilen izleyiciler olduklarını hissediyoruz.

Ozan: Yeni nesli homojen bir güruh gibi göremediğimden bu soruya bir cevabım yok. Videolarını takip ettiğim tek genç mizah üreticisi Erman Çağlar’dır.

Erman Çağlar

Volkan Bey, sizi çektiğiniz videolarla tanıdık. Şimdiyse daha çok senaryo yazarı olarak görüyoruz. Bu alana özellikle mi yöneldiniz yoksa kendiliğinden mi gelişti bu durum? Sizi oyuncu olarak daha fazla görme imkânımız olacak mı? Yazdığınız işlerde kamera önünde de yer almayı düşünüyor musunuz?

Volkan: Ben kamera önünde olmayı çok seviyorum fakat her rolün altından kalkacak kadar yetenekli bir oyuncu değilim. Bende rol diye bir şey yok, neyi oynarsam oynayayım yine ben oluyorum. Dönemsel olarak yazmaya odaklanmayı tercih ettim. Kendime de bir şey yazabildiğim zaman oynamak istiyorum. Ama işin nedir diye sorulduğunda senarist diyorum.

Mizah işlerinde oyuncuya daha fazla iş düşüyormuş gibi geliyor bana. Metin çok iyi olsa bile şakanın seyirciye geçmesinde oyuncunun başarısı devreye giriyor. Nasıl bakıyorsunuz bu meseleye?

Erman: Vallahi doğru kere doğru bir ifade. Oyuncu olmadığım için birinci elden konuşamam ama komedinin oyuncu için çok katmanlı, çok nüanslı bir iş olduğunu hissettik Dünya Bu’yu çekerken.

Ömer: Nasıl bir film yapmaya çalıştığınızla alakalı olarak değişkenlik gösteriyor bu. Vücut oyunculuğu gerektiren komediler var, sadece mimiklerle yürütebileceğiniz komediler var, metnin üzerinden ilerletilen komediler var. Kompleks bir süreç yani. Alışık olduğu oyuncudan o istediği cümleleri duymayı bekliyor seyirci genel olarak hatta bu beklenti üzerine inşa ediyor izlemesini. Oyuncu yönetimini dram ve komedi olarak ayırmıyorum. Her ikisinde de sahnenin hakkı ne ise onu almaya çalışıyorum. Benim için ayırt edici şeyse sahnenin tonu ve frekansı. Bazen sömürünün kenarlarında geziyorsunuz mizansen olarak, bazense etliye sütlüye bulaşmadan dümdüz veriyorsunuz sahnenin hakkını. Komedi olup olmamasına biz değil, izleyenler karar vermeli bence.

Volkan: Oyuncu doğal olarak komedinin en önemli enstrümanı. Bu konuda Ayak İşleri benim açımdan çok besleyici ve öğretici oldu. Komik olacağını düşünerek yazmadığımız birçok sahnede Çağlar Çorumlu ve Güven Murat Akpınar’ın katkılarıyla beklenmedik komik anlar oluştu. Dünya Bu’da şahsen Ertan Saban’ın oyunculuğunu çok takdir ettim. Hiç komik bir şey oynuyor gibi de değil ama çok iyi bence. Komik gibi olmayıp güldüren şeyleri çok seviyorum. Burada komedi için zemini hazırlayıp yönetmen-oyuncu ilişkisinden ne çıkacağına güvenmek gerekiyor. Bir oyuncu tarafından bakarsam hiç anlamıyorum. Oynuyorum, kendimi izliyorum, çok yabancılaşıyorum; sahnenin çalışıp çalışmadığını algılayamıyorum. Başkaları izleyip yorum yapınca fikrim oluşuyor.

Ozan: Kendi adıma konuşursam bu bütünlüklü bir iş. Yazmak, oynamak, çekmek, kurgulamak ve sunmak birbirinden ayrılmayacak bileşenler. Kendi yazdığımız işi oynamak ise her zaman daha avantajlı benim için. Çünkü oyunculuk iddiam yok, onun için mahcup edeceğim iki kişi oluyor. Ben ve Erman. Erman da bana asla bir şey demez. Kaldı bir kişi.

Ülkemizde komedinin tarihi açısından neler düşünüyorsunuz? Tiyatrodan sinemaya ve son olarak sosyal medyada nasıl bir komedi anlayışı hâkim, ne gibi değişimler yaşandı sizce?

Erman: İşin içindeyken nereden geldiğini, nereye gittiğini anlamak çok zor. Kişisel tecrübem, insanlar birbirine daha mahrem, daha samimi kanallardan ulaşabiliyor. Bütçeler, prodüksiyonlar anlamsızlaşacak; küçük işlerle büyük işler arasında pek fark kalmayacak gibi hissediyorum. Bilimsel sallamam bu yönde.

Ozan: Ortaoyunundan TikTok’a teknolojinin ilerleyişiyle paralel bir seyir izlemiş gibi duruyor bir yandan. Bir yandan da değişmeyen bir özü var sanırım; insanları güldüren şeyler komiktir.

Volkan: Sosyal medyada çok zengin bir komedi anlayışı var. Çok sayıda deneme var ve çok komik şeyler çıkıyor. Herkes bir tane çok komik şey yapsa bile inanılmaz adette espri çıkıyor. Tat olarak içinde bulunduğumuz dönemin etkisiyle daha sert, acımasız ve karamsar bir tarafa evrildiğini düşünüyorum. Sektörel anlamda bu işi meslek olarak yapmak ise başka bir hikâye. Hâlâ geçmişten gelen kemikleşmiş bir piyasa komedisi sürüyor. Bu işin devriminin sahnelerden başladığına ama henüz gerçek potansiyeline ulaşmadığına inanıyorum.

Bu soruyu biraz da kabul görmüş bir düşünce olan güldüğümüz şeylerin kültürel belirlenimli olması üzerinden sordum. Sizce yaşadığımız kültür güldüğümüz şeyleri değiştirir mi? “Bu ülkede buna gülünmez,” dediğiniz bir tarz var mı?

Ömer: Hepimiz kültürün içinde yoğruluyoruz. Bugün bir reklamda ya da bir filmde geçen küçücük bir cümle ya da tek bir jest, mimik koca bir hikâyeden daha etkili olabiliyor. Bir paragrafta anlatamayacağınız şeyleri, bir filmde duyduğunuz bir lafla çok net bir şekilde anlatabiliyorsunuz. Bir filmdeki onlarca şey bu şekilde kültürün içine nüfuz ediyor. Aynı zamanda da bu gülünen şey o değiştirdiği kültürün de bir ürünü. Sarmal bir ilişki var aralarında. Dozunu doğru ayarlayıp altını yavaş yavaş açtığınızda her şeyi gülünebilir kılmanız mümkün. Bunlara kesin gülünür, şunlara gülünmez gibi net çizgiyle ayıramıyorum hiçbir şeyi. Küresel ölçekte herkesin her içeriğe eşit şartlarda ulaştığını varsayarsak, ya dünya üzerindeki her insanın kabaca aynı şeylere güleceğini ya da ürettiğiniz bir içeriğin dünyanın herhangi bir yerinde de karşılık bulacağını düşünüyorum.

Volkan: Ülkenin kültürü ve yaşadığı hayat, güldüğü şeyler üzerinde mutlaka etkilidir. Fakat ben insanların neye güldüğünü analiz etmeyi sevmiyorum. Bu konuda yapılacak çoğu genellemenin de çürütülebileceğini düşünüyorum. Bence insanların neyi sevdiği konusunu çok fazla düşününce yaratıcılıktan ve orijinallikten uzaklaşıyoruz. Ben kendi güldüklerime bakıyorum. Çok sayıda insan var, elbet buna da gülen çıkar diye düşünüyorum.

Erman: Buna gülünmez diyebileceğim bir şey yok çünkü herkesin evinde 100 mbps internet mevcut ama Vavien gibi, Her Şey Çok Güzel Olacak gibi işler ancak buradan çıkar. Evrensellik artacak ama lokallik kaybolmayacak hatta kıymete binecek diyebiliriz.

Ozan: Böyle büyük önermelerde bulunamıyorum çünkü komedi ve mizah algısı subjektif bir şey. Kültürel kodların belirleyici olduğunu düşünmekle beraber üzerine bu kadar fazla sabit formülün inşa edilemeyeceği bir anlam arsası içindeyiz. Misal ben yüksek sesli bir osuruğa çoğu zaman gülerim.

Erman Çağlar

Hassasiyetlerin ve ayrışmanın yoğun yaşandığı günümüz koşullarında mizah yapmayı zorlaştıran bir ortam olduğunu düşünüyor musunuz?

Ömer: Mizah varoluşu gereği ayıpla komşu olan bir kavram. Dozunda ve sınırında gezip kalanı izleyiciye bırakıp onları biricik hissettirmek daha doğru geliyor. Ne yaparsanız yapın, birilerinden sizin hiç farkında bile olmadığınız bir şey yüzünden tepki almanız çok olası. Ayrışmanın yoğun olduğu günümüzde izleyici haklı olarak çok kırılgan. E, mizah da bir şeyleri devirip kırmadan olmuyor. Herkes çok haklı olduğuna göre, mizaha devam edebiliriz bence. Her şart ve koşul altında mizahın var olabileceğini düşünüyorum.

Dünya Bu ve KALT videolarının çekim sürecinde de çok eğlendiğinizi düşünüyorum, sanki ciddi bir set ortamı olamazmış gibi. Böyle mi gerçekten yoksa sette disiplin mi hâkim?

Erman: KALT’ta bütçemiz olmadığı için, bize yardıma gelen insanların vaktini harcamamak adına yalandan bir disiplinle çalışıyoruz. Ama asıl disiplini Ömer Sinir sayesinde Dünya Bu setinde gördük. Bağırmadan çağırmadan, kimseyi küstürmeden deli gibi çalıştırdı bizi.

Ömer: Her iki dizide de yetiştirmem gereken bir çekim takvimi var. Bayağı sıkışık bir programda çektik aslında. Bu süreçte setin enerjisini doğru tutmanız gerekiyor. Yönetmen olarak mizansen kurmak, oyun vermek kadar önemli bir şey olduğunu düşünüyorum bu enerji yönetiminin. Bunu da arkanızda doğru bir ekip varken yapabilirsiniz. “Sette çok neşeli anlar!” diyebileceğimiz anlarımız tabii ki var ama genel itibarıyla ne çekiyorsak onun tonuna bürünmeyi doğru buluyorum. Çektiğim işlerin çoğunda oyuncular komik olduklarının ya da komik bir şey olduğunun farkında değiller. Biz onları kullanarak o anlamları üretiyoruz. O yüzden ziyadesiyle disiplinlidir setlerimiz.

Volkan: İki projede de setler genel anlamda çok pozitif ve keyifliydi. Fakat bu pozitivite, günler süren set ortamında istikrarlı şekilde sağlanamıyor. Ciddiye bağlanan, temiz bir şekilde bitsin diye dua edilen günler de oldu. Sette eğlenince seyirciye yansır önermesi de çok doğru değil. Disiplin olmadığı takdirde zaten büyük kaos ve mutsuzluk olur. Mutlu bir setin anahtarı, arka planda disiplini sağlayan mutsuz birileridir.

Ozan: Yeri gelir eğlence, yeri gelir disiplin. Tıpkı kaliteli bir dershane matematik öğretmeni gibi…

Yerli diziler dünyanın çeşitli yerlerinde gösteriliyor ve çok beğeniliyor. Bu bağlamda Türkiye’de dizi sektörünün giderek geliştiğini söyleyebilir miyiz? Bir yönetmen olarak hem teknik hem de içerik anlamında daha iyi yapımlarla karşılaştığımızı düşünüyor musunuz? Türkiye’de genç bir yönetmene alan açacak bir ortam var mı dizi sektöründe?

Ömer: Sektörün iş üretme niceliği açısından çok geliştiğini düşünüyorum. Entrika sarmalı gibi hikâyelerin yanı sıra artık nitelikli grift hikâyeleri de izleyebiliyoruz. Bu durum ekip sayılarını çoğaltmasına rağmen kalifiye ekip bulmayı da zorlaştıran bir süreci başlattı. Sektör olarak her anlamda büyümenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Yayıncı platformlarla birlikte dönüşen sektörü kaçırmadığım için kendi adıma mutluyum. Tüm hayatlarını vakfetmeden, kredibilitelerini doğru kullandıklarında genç yönetmenlerin önünün daha da açılacağını düşünüyorum. Ayakları yere basan ve cidden kendilerini de içinde görebildikleri projelerle ilerledikleri noktada tutarlı bir iş ortaya koyabilmeleri çok olası. Tutarlı bir işin ise az da olsa hep bir alıcısı vardır.

Erman Çağlar

Sizin sevdiğiniz komedi işleri neler? Türkiye’den ve dünyadan takip ettiğiniz isimler, defalarca izlediğiniz yapımlar var mı?

Erman: Ben dergicilikten ötürü mizah dergilerinde yazmış, çizmiş herkese bayılırım. Ahmet Yılmaz, Soner Günday ve rahmetli Kemal Kenan Ergen’e daha çok bayılırım. Vavien’i, Kolpaçino’yu, Her Şey Çok Güzel Olacak’ı çok izledim. Yabancılardan That Mitchell and Webb Look’a kefilim.

Ozan: Yerli ve yabancı olmak üzere çok fazla değerli isim var. Defalarca izlediğim yapımlara örnek olarak Çöpçüler Kralı’nı verebilirim.

Ömer: Woody Allen, Louis C.K. gibi isimlerin hem kalemlerini hem de hikâyelerini çok severim. Terry Gilliam’ın yönettiği filmleri çok kez izlemişimdir. Türkiye’den ise Natuk Baytan, Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem filmleri izlemekten sıkılmadığım filmlerdir.

Volkan: Uzun zamandır çok etkilendiğim güncel bir komedi işi olmadı. Bu ihtiyacımı sosyal medyadan karşılıyorum. Komedi işlerini de eskisi gibi kendimi kaptırarak izleyemiyorum. Korkunç şeyler izlemekten daha büyük bir zevk alıyorum.

Biraz gündelik hayatınızdan söz eder misiniz? Boş zamanlarınızda küçük absürt anları yazmak için gözlem mi yapıyorsunuz?

Erman: Benim üç yaşında bir çocuğum ve üç tane tavşanım var. Boş anlarımda boş anım yokmuş gibi davranıyorum ki bana iş itelemesinler.

Ozan: Boş zamanlarımda gezmeye çalışıyorum.

Volkan: Gündelik hayatım takvimime sığdırdığım bir ton işi bitirmeye çalışarak geçiyor. Arkadaş ortamında stabil bir modum olmuyor. Bazı günler daha konuşkan ve eğlenceli oluyor olabilirim. Gözlem yapmak adına özel bir zaman ayırmıyorum. Her zaman bir şeye dönüşecek bir fikrin arayışındayım. Nereye nasıl kullanacağımı bilmeden sürekli not alıyorum. Daha sonra bazıları gelişip daha büyük şeylere dönüşebiliyor.

Bu röportaj, Episode’un 48. sayısında yayımlanmıştır.

Hümay Ongan

1996 yılında, İstanbul’da doğdu. Anadolu Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon okudu. İstanbul Üniversitesi’nde Radyo Televizyon ve Sinema yüksek lisansı yaptı. İyi bir sinema ve tiyatro izleyicisi. Özellikle toplumcu-gerçekçi Türkiye Edebiyatı okumayı seviyor. Yazmayı seviyor. Şu anda Episode'da sevdiği ve sevmediği dizi ve filmler hakkında yazabileceği için mutlu.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir