Başka Sinema Ayvalık Festivali Günlükleri I “Saray’ın Gözdesi”: Lantimos Bilindik Kalitesinde
[highlight]Yorgos Lantimos, son filmi The Favourite‘te (Sarayın Gözdesi), hem popüler sinemayı takip edenler hem de festival seyircisine hitap eden anlatılarını bir kez daha harmanlamış. Sanırım filmin en önemli artısı, hikâyesini çok geniş mekânlara taşırmadan anlatmış olması. Film, Lantimos Tarzı kavramının ilerleyen dönemlerinde kesinlikle güçlü bir konum edinecek…[/highlight]
Yunan Yeni Dalgası’nın güçlü isimlerinden Yorgos Lantimos, Hollywood’da da tutunmayı başarabilen yönetmenlerden. 2015’te The Lobster‘la oluşturduğu dünya sayesinde pek çok kesimin takdirini kazanan yönetmen, daha sonrasında Kutsal Geyiğin Ölümü ile (Killing of a Sacred Deer) macerasını devam ettirmişti.
Yönetmenin mekân kurgusu ve atmosferi destekleyen yerinde müzik seçimleri, çıkardığı filmlerde her zaman bambaşka bir dünya hissiyatı oluşturuyor. Bu hissi The Lobster‘da fazlasıyla keşfedip yakalayabilmiştik. Her ne kadar Kutsal Geyiğin Ölümü ile bu çıta biraz aşağıya düşse de, Venedik Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü ile dönen The Favourite (Sarayın Gözdesi), tanımlamaya başladığımız Lantimos Tarzı kavramının ilerleyen dönemlerinde kesinlikle güçlü bir konum edinecek.
“Kukla yönetime” odaklanmayı tercih etmiş
18. yüzyılın ilk yarısında mali krizin eşiğinde ve Fransa ile savaş halindeki İngiltere’yi anlatan film, kamerasını kraliyet yönetiminin ihtiraslı koridorlarına çeviriyor. Şıklık, zarafet, ihtiraslar, kıskançlıklar ve ihanetler arasında yönetilen bir ülkede, Kraliçe Anne’nin aslında tamamen ihtiraslarına oynanan basit bir kukla olduğunu görüyoruz. Lantimos, bu aşamaları kendi yönetmenlik marifetleriyle anlatıyor. Cinsel zaaflar, iktidar arzuları ve ortada kalmaya müsait bir ülke manzarası…
Sanırım filmin en önemli artısı, hikâyesini çok geniş mekânlara taşırmadan anlatmış olması. Keza istediği takdirde yönetmenin böyle bir malzemeyi birçok karakter anlatımıyla destekleme imkânı var. Ancak bu tarz bir yönetimden ziyade kraliyetin kapalı kapılarına, takıntılı yöneticilerine ve en önemlisi de günümüzde de en fazla dile getirilip hiciv konusuna dönüştürülen kukla yönetimi kavramına odaklanmayı tercih etmiş Yorgos Lantimos. Bu da estetik kadraj yönetimiyle birleşince bir hayli keyifli seyirlikleri ortaya çıkarmış.
Özgün anlatım
Kostümlü filmlerin birçoğu, belli bir iktidar mücadelesi üzerine yoğunlaşırken, oluşturulan atmosfer ve sanat yönetimine fazlaca yoğunlaşarak asıl mesele karakter anlatılarını biraz öteleyebiliyor. Yönetmen Lantimos, bu mücadeleyi asıl iktidarın asıl kaynağını ve iktidarsız kısımları üzerinden anlatıyor. Yönetmenin bazı sahnelerde denemiş olduğu balık gözü kamera kullanımı ise böyle kostümlü bir filme olabildiğince özgün anlatımlar kazandırıyor.
Oyuncu seçimleri çok isabetli
Burada oyuncu seçimlerinin de ne kadar yerinde olduğunu görüyoruz. Emma Stone, gerçekten her kalıba uyabilecek bir hamur gibi. Filmin ilk sahnesinde yansıtmış olduğu naiflikle son kareye doğru şekillenen dönüşümü karakterine sakin bir oyunculukla aktarmış. Bunun dışında Kraliçe Anne rolüne bürünen Olivia Colman’ın da filmin akıp gitmesi konusunda büyük payı var.
Tarzından taviz vermiyor
Lantimos’un sinemasında en fazla takdir ettiğim unsur, piyasasını hangi sektöre çevirirse çevirsin kendi tarzından asla taviz vermeden ilerlemeyi başarabiliyor olması. Zira kendi ülkelerinde harikalar yaratıp Hollywood’a adım attıkları andan itibaren yapımcıların himayesinden bir türlü çıkamayan sayısız yönetmen örneği var. Lantimos, tedbirini önceden aldığını hemen her işinde fark ettiriyor. Güçlü oyuncu kadrosu ve hem popüler sinema takipçileri hem de festival seyircisine hitap eden anlatılarını bu yapımda da harmanlayabilmiş. Özellikle eşit dereceli diyalog dağılımı ve en önemlisi de karakterlerinin zarafet, şıklık ve estetik kaygılarını ince ince işleyen Lantimos, iktidarın en büyük sıkıntısı; kendi içinde yozlaşma olayına sanatsal bir açı kazandırıyor.
Film için genel hatlarıyla Lantimos yapımı diyebiliriz. Ancak farklı sekanslarda yönetmen, kendi tarzının dışına çıkmayı da başarmış. Bazı sekansların balık gözüyle aktarılması ve karakterlerin ruh hallerine göre şekillenen kamera açıları, filmi de olabildiğince ayrıntılı bir üsluba büründürüyor. Yönetmen her filminde daha olgun ve özgün bir tarza büründürüyor sinemasını. Birbirine uzak kalan üç farklı yapıda karakteri bir arada tutarak, sinema tarihine güçlü bir örnek daha bırakmış oluyor…